Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

Hamaney'in itirafları

İran Dini Lideri Ali Hamaney teşekkürü gerektirecek şekilde ülkesinin Arap bölgesinde oynadığı rolün doğasını itiraf etti. Twitter platformundaki Arap hesabından attığı bir dizi tweette Hamaney, İran'ın bozguna uğrattığı Batı komplosuna dair bir tasavvur sundu. Tweetlerin ayrıntılarında Batılıların, ‘İran'ın 6 ülkedeki stratejik derinliğinin ABD ve sömürgecilik tarafından kontrol edilmesi gerektiğini düşündüklerini ve ardından sıranın İran'a geleceğini, bu nedenle 6 ülkenin (Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Sudan ve Somali) hükümetlerinin devrilmesi gerektiğine inandıklarını’ söylüyor. Sonra da ekliyor, “Üç ülkede (Irak, Suriye ve Lübnan) İran'ın politikası başarılı oldu ve ABD başarısız oldu. İran'ın müdahalesinin sonucu ABD'nin bu üç ülkedeki yenilgisidir.”
Böyle bir itiraf, İran'ı Lübnan, Suriye, Irak ve diğer ülkelerin (İran'ın tabiriyle bölgelerin) iç işlerine müdahaleden aklamaya yönelik tüm çabaları geçersiz kılıyor. İran'a bağlı ve bu ülkelerde faaliyet gösteren milis liderlerinin, İran'ın özel ajandasını değil, halkın özlemlerini ve beklentilerini desteklediği yönündeki iddialarını geçersiz kılıyor.
Hamaney'in sözlerinde ilginç olan iki şey var; birincisi, İran stratejisinin başarısını alenen benimsemek ile bu başarıya yol açtığı varsayılan tüm eylemlerden - özellikle de bu eylemler suç niteliği taşıdığında- sürekli olarak kendini aklama arasında kesin bir çelişki kurması. İkincisi, ülkesinin stratejisinin sözde başarısının Lübnan, Suriye ve Irak halkları tarafından ödenen muazzam bedelleri üzerinde bir an bile durmaması.
Lübnan'ı örnek verecek olursak; bu itiraftan yola çıkarak, özel mahkeme, Hizbullah milislerinin beyin takımının üyelerinden olan sanıkları, eski başbakan Refik Hariri'ye suikast düzenleme suçuyla mahkum ettiğinde, Hamaney'in itirafının Hariri'nin öldürülmesiyle ilgili dolaylı bir itiraf olup olmadığını sorgulayabiliriz.
Zira Hamaney'in mantığına göre Hariri, sömürgeciliğin ve onun projesinin siyasi bir ifadesinden başka bir şey değildi. Nihayetinde ‘Siyonist oluşum’ tarafından temsil edilen Batı sömürge projesine hizmet eden çeşitli Batılı çalışma araçlarından birinden ibaretti. Eğer Hariri öldürüldü ve ardından da -Hamaney'e göre- İran projesi zafer kazandıysa, bu durumda Hariri’nin öldürülmesinin zafer için gerekli bir başlangıç ​​olduğunu, dolayısıyla saf dışı bırakılmasının Hamaney ve İran’ın karnesine yazılabileceğini söylersek uydurma yapmış olmayız.
Lübnan, Irak ve Suriye'deki genel koşullara baktığımızda ise, Lübnanlıların, Suriyelilerin ve Iraklıların (ve kesinlikle İranlıların) başına gelenlerin, Batılıların planına karşı zafer kazanmak için gerekli basit bedeller oldukları sonucuna varmamız kolay olacaktır. Bu bedeller ister Lübnan devletinin yıkılması, ister Suriye’nin toplumsal dokusunun yok edilmesi, ister Irak’ın yağmalanması ve parçalanması isterse bu ülkelerin mafya milis rejimlerine bağlanması olsun, önemli değil.
Bununla birlikte, Batılıların komplosuna karşı duran bir rol olarak tanımladığı İran'ın rolünün doğasına dair Hamaney'in bu basit açıklaması ve ardından aceleyle İran’ın zafer kazandığı sonucuna ulaşması üzerinde de durulmalı.
Hamaney, Batı komplosunun yenilgisinin, İran'ın dünya anlayışına göre, komplonun tacındaki mücevher olan İsrail'in sonunu neden içermediğini bize anlatmıyor. Galip gelenlerin sefil koşullarının aksine İsrail'in ekonomik, finansal, bilimsel ve askeri koşullarının, nasıl bu şekilde füze gibi ilerlediğini de açıklamıyor. Irak'ta Amerikalılarla ittifak ve dayanışmanın, Saddam Hüseyin’i devirmek için onlarla iş birliği yapmanın, ardından bugüne kadar Irak’ta yetkilerin oluşumunu ve paylaşımını onlarla düzenlemenin nasıl komploya karşı koyma dinamikleri içinde hesaplanabileceğini bildirmiyor.
Bütün bunlar bugünlerde Ali Hamaney'in mantığının hesaplarına dahil değil. Kriz içindeki ideolojinin mantığı, kanıtların doğruluğu, sayıların ve katı matematiksel denklemlerin ortaya koydukları üzerinde pek durmaz. Ali Hamaney'in mantığı aynı anda hem kriz içinde olanın hem de acı çekenin mantığı.
Hamaney bu tweetleri sebepsiz atmadı. Bunlar, demir yumruk halk hareketini bastırmaya muktedir olsa bile, karşı karşıya olduğu en tehlikeli iç ayaklanma karşısında çaresiz bir siyasi tarafın bulunduğu bir dizi davranışın uzantısı. İran, her şeyden önce bir fikirdir ve bu fikir, İran şehir ve beldelerinin sokaklarında sürükleniyor. Fikrin geri kalanı da, baskı, insanları saf şiddet ve kibirle bu gücü yudumlamaya zorlama, dünya karşısında zorbalık yoluyla prestij toplama gücüdür.
Devrim Muhafızları’nın Suudi Arabistan'a yönelik tehditlerinden, Umman Denizi'nde bir ticaret gemisine yönelik saldırı, İran'da uranyum zenginleştirme seviyesini yükseltme, Ukrayna'da Rusya'ya insansız hava aracı ve füzelerle askeri desteği artırma, İran'ın Doğu Asya'daki hava seyrüsefer hatlarını tehdit eden bir karadan havaya füze sistemi konuşlandırdığı haberi ve bunun gibi pek çok seferberlik ifadelerinin tümü, İran rejiminin kabul etmeyi reddettiği basit bir gerçeğe işaret ediyor. O gerçek de yurtdışındaki hayali veya gerçek, tüm zaferlerin, İran fikrinin ülke içindeki yenilgisini örtemediğidir.
Hamaney, milisleri aracılığıyla Lübnan'a bir cumhurbaşkanını dayatabilir veya Irak’ta eski başbakan Mustafa el-Kazımi’nin oluşturduğu gibi pan-Arabizm seviyesinin yüksek olmasından endişe duyduğu bir siyasi denklemi devirebilir. Körfez ülkelerine Yemen topraklarında olduğu gibi uluslararası sularda da şantaj yapmaya kapıyı aralayabilir veya İsrail sivil hedeflerinin güvenliğini tehdit edebilir.
Baskı ve güç mantığında bütün bunlar mümkün. Yapamayacağı şey ise şu; İran'daki İslam Cumhuriyeti fikrine, saçını savunan bir kadının haykırışıyla kaybettiği saygının tek bir zerresini iade etmek.