Sam Mensa
TT

Tahran'ın içeride ve dışarıdaki uzlaşmazlığı ile kim başa çıkabilir?

Görünen o ki İran rejimi, tüm ölçütlerde keyfi ve insanlık dışı olan idam tedbirine başvurmasına yönelik uluslararası kınamalara rağmen, barışçıl gösterilere katılanları sindirmek ve geçen Eylül ayından bu yana devam eden protesto hareketini bastırmak amacıyla idam cezasını benimsemekte ısrarlı. 2016'dan bu yana ilk kez halka açık ve bir hafta içindeki ikinci infaz, ilk infazla ilgili kınama açıklamalarının halen yapıldığı bir dönemde gerçekleştirildi.
İran, Avrupa Birliği'nin Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell tarafından "çok katı" olarak nitelendirilen Batılı ülkelerin yaptırımlar tehdidini dikkate almadı.
Hatta Borrell "genç kadınları ve barışçıl göstericileri desteklemek için elimizden gelen her türlü önlemi alacağız" dedi. Kadınların statüsü ve koşullarıyla ilgilenen en önde gelen uluslararası komiteden atılmış olması da İran rejimi için önemli değildi.
Mollaların uzlaşmazlığı yeni değil ve şaşırtıcı olmamalı çünkü rejimin dış ve iç meselelerle ilgili olağan politikasıyla örtüşüyor. İran İnsan Hakları Örgütü'ne göre,  bu yıl 500'den fazla kişinin idam edilmesi ile İran dünyanın en büyük ikinci idam cezası infaz eden ülke olduğu biliniyor.
Aynı uzlaşmazlık, Viyana’da ABD'nin nükleer anlaşmaya dönüşüne ilişkin müzakereleri neredeyse sonuca ulaşacakken sekteye uğrattı. İran, Fordo Nükleer Santrali’nde yüzde 60 saflıkta uranyum zenginleştirmeye devam etti. Bu tırmandırma, İsrail'in askeri bir harekata başvurma ve hatta İran'ın nükleer bir devlet olmasını engellemek için ABD'yi de beraberinde sürükleme olasılığının yükselişini destekliyor. Bu olasılık da tüm bölgeyi büyük tehlikelere maruz bırakıyor.
İran’ın kendisini gereksiz yere Ukrayna savaşına dahil etmesinin arkasında da aynı uzlaşmaz tavır var. Bu gerçek, 2231 sayılı Güvenlik Konseyi Kararı'nın içeriğini ihlal etmesi nedeniyle kendisine yönelik BM yaptırımlarının yeniden devreye girmemesi için kamuflaj amacıyla menzilini ayarladıktan sonra Moskova'ya füzeler ve insansız hava araçları tedarik ettiğinin ifşa olmasının ardından açığa çıktı.
İran'ın Ukrayna savaşına Rusya'nın yanında dahil olması ve onunla yakın ittifakı, onu NATO ile doğrudan karşı karşıya getirdi, Washington'un özellikle 2015 versiyonu ile nükleer anlaşmaya dönüşü için geride bir alan bırakmadı.
Öte yandan Tahran ile Moskova arasındaki askeri ortaklığın yansımaları sadece Kiev ve Rusya ile olan savaşının seyri ile sınırlı kalmayacak, özellikle Ukrayna'daki yardımı karşılığında Rusya'nın İran'a gelişmiş silahlar tedarik etmesi şeklinde ifade bulması durumunda, bölgemize de yansımaları olacak.
ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü John Kirby, bu ittifaka karşı uyarıda bulundu ve bunun "Ukrayna, İran'ın komşuları ve uluslararası toplum" için zararlı olduğunu söyledi. Ülkesinin, Rusya'nın hava savunma sistemleri ve helikopterler dahil olmak üzere "İran'a gelişmiş askeri bileşenler sağlama" niyetiyle ilgili korkularını açıkladı.
Tahran'ın Suhoy Su-37 uçağını satın alabileceği de söyleniyor. Bu silahlar Suriye'ye nakledilebilir veya İran tarafından orada kullanılabilir. İngiltere Dışişleri Bakanı James Cleverly, İran'ın "Rusya'nın temel askeri destekçilerinden biri" haline geldiğini, aralarındaki ilişkinin "küresel güvenlik" için bir tehdit oluşturduğunu söyleyerek bu endişeleri yineledi. Ona göre bu, "Ortadoğu'daki ortaklarımızın" karşılaşabileceği tehlikeleri şiddetlendiriyor.
Aynı uzlaşmazlık, İran kollarının bölgedeki hâlâ aynı olan rollerinde de görülüyor. Husiler İran kararıyla Yemen'deki ateşkesi uzatmayı reddediyorlar ve daha önce olduğu gibi Suudi Arabistan'ı hedef almayı planlıyorlar. Hizbullah ve onun açık ve gizli müttefikleri, Lübnan'da cumhurbaşkanlığı seçimini engellemeyi ve ülkeyi bir başkanlık boşluğuna sürüklemeyi sürdürüyorlar. İran yanlısı Fetih Koalisyonu, Irak'taki yasama seçimlerinin sonuçlarına karşı darbe yaptı ve böylece İran Lübnan'ın yanı sıra Irak’ı rehin tutmaya devam ediyor. Bugün, tüm bu kollarını, devam eden protestoların medyada yer almasını engellemek ve Batılı ülkeleri İran'ın içinde olup bitenlere karışmamaya zorlamak için kullanıyor. Güney Lübnan'da BM güçlerine ait bir araca ateş açılması da aynı bağlama dahil edilebilir.
Bütün bu gerçeklere ek olarak, uzlaşmazlık rejimin lideri Ali Hamaney'in davranışlarında ve düşüncesinde de öne çıkıyor. Hamaney hâlâ muhtemelen dış veya iç politikada reforma ihtiyaç duymadan, sadece sert baskıyla değil aynı zamanda anlamlı tavizler de vermeden bugün iç durumu yönetmenin mümkün olduğuna kani. Dolayısıyla rejim kendi ülkesinde sahada mevcut meydan okumayla yüzleşme, yurtdışındaki müttefikleri aracılığıyla savaşı nüfuzu altındaki ülkelere aktarmaya dayalı aynı stratejide ilerliyor.
Suudi Arabistan-Çin, Çin-Körfez ve Çin-Arap zirvelerinin sonuçlarından yararlanmaya imkan tanıyan ve arzulanan istikrarı tehdit etmeye devam eden bölgedeki İran durumuyla nasıl mücadele edilebilir?
Bu zirvelerin çıktıları, uluslararası hukuka ve çok taraflı eyleme dayalı uluslararası düzenin korunmasına, Arap ülkeleri ile Çin arasındaki kapsamlı iş birliği ve kalkınmaya dayalı stratejik ortaklığın güçlendirilmesine, devletlerin egemenliğine saygı gösterilmesine, güç kullanmaktan veya kullanma tehdidinden kaçınılmasına, iyi komşuluk ilkesine saygı gösterilmesine, gelişmiş ekonomik ve teknolojik büyümenin amaçlanmasına vurgu yaptı.
Tüm bu hedefler için bölge ülkeleri içinde ve arasında güvenlik ve siyasi istikrarın sağlanması gerekiyor. Gelgelelim İran, Kuzey Kore ve Suriye rejimi vb. diğer ülkeler gibi haydut bir devlet olmaması, uluslararası topluma dünyanın geri kalanı gibi normal bir ülke olarak dönmesi için dizginlenmediği sürece bunu başarmak zor.
Geriye şu soru kalıyor: İran'ı kim dizginleyebilir?
ABD'nin buna yönelik politikasının genellikle belirsiz olduğu ve Washington'un hem Körfez hem Arap ilişkilerindeki kötüleşmenin belirgin olduğu varsayılırsa bu nasıl başarılabilir?
Bu aşamada sahadaki gerçekler, bölge ülkelerine yönelik istikrarsızlaştırıcı davranışlarını değiştirmesi için Tahran üzerinde ciddi bir baskı oluşturma konusunda Moskova veya Pekin'e güvenmeye olanak tanıyor mu?
Rusya'nın bu alandaki rolü açısından, cevap tereddütsüz olumsuz, çünkü bu bağlamda, Ukrayna'dan Suriye'ye Rusya ile İran arasındaki yakın ilişkiler her iki taraf için de bir zorunluluk haline geldi.
Çin’e gelince, bölgeye ve özellikle Körfez ülkelerine yönelik artan açılımına rağmen, çıkarları çok, çeşitli ve hegemonya eğilimi de eksik değil. Aynı zamanda en azından yakın veya orta gelecekte bu rolü oynamak istemiyor. Pekin ve Tahran'ın ekonomik ve siyasi ilişkileri yakın, stratejik ve Rusya gibi Çin de 1989'dan bugüne kadar tekrarlanan protesto hareketleri sırasında İran'ın ülke içindeki baskıcı davranışlarını kınama girişiminde bulunmadı. Bütün bunlar, başa dönmenin ve ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerin rollerine güvenmenin kaçınılmaz olduğu anlamına geliyor. Her ne kadar Tahran’ın bir yandan Rus-Amerikan rekabeti ve hatta düşmanlığı, diğer yandan daimi Çin-Amerikan gerilimine oynama yoluyla “azami yaptırımlardan” sıyrılma yeteneği ortaya çıktıktan sonra, Batılı ülkelere güvenme konusunda daha önceki deneyimler cesaret verici olmasa da, bu kaçınılmaz. Sonuç olarak, İran'ın istikrar bozan davranışları tarafından tehdit edilen bölge ülkeleri, en azından bölgedeki bazı ülkelerde birden fazla düzeydeki İran uzlaşmazlığını azaltmak için Pekin ile yeni sıcak ilişkilerinden yararlanmalılar. Bölgesel güvenliği güçlendirmek ve bölge meselelerine ABD'nin olumlu katılımını yeniden sağlamak amacıyla, Washington'un Ortadoğu politikasında değiştirilebilecekleri değiştirmek için var olan Arap çekim araçlarını kullanmalılar.
Rusya-Çin ilişkileri ve Tahran'ın hem Moskova hem de Pekin ile ilişkileri ne kadar sağlam olursa olsun, NATO ülkeleri ile Atlantik’in iki tarafını bir araya getiren ittifak düzeyine çıkamayacağını belirtmeliyiz. Çünkü aralarındaki ilişkiler çoğunlukla çıkarlara, ABD liderliğindeki Batı ile ideolojik ve güvenlik düşmanlığına dayalıdır.