Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar
TT

Ukrayna ve bir yumuşamanın reçetesi

Rus askeri geleneğinde Avrupa’nın bu kısmındaki soğuk aylardan çoğunlukla ‘General Kış’ olarak söz edilir. Bu yüzden ordusundaki generallerin performansı yüzünden derinden hayal kırıklığı yaşayan Vladimir Putin'in gözlerini, yenilginin ağzından zaferi kapmasına yardım etmesi için General Kış’a çevirmesi hiç şaşırtıcı değil. Nitekim bu general daha önce Napolyon karşısında merhum Rus askeri lideri Mihail Kutuzov'a yardım etmişti. Ancak General Kış, Napolyon Savaşı'nda işgalci güçlerin yanında değil, savunan tarafta yer alıyordu.
General Kış’ın Rus ordusuna hizmet etmesi pek olası olmadığından, Çar Vladimir'in kendisini çıkmazdan kurtarması için bu kez bir diplomat olan başka bir kıdemli adam araması gerekebilir.
Haberler, Rusya'nın bir ulus-devlet olarak Ukrayna'yı parçalamaya yönelik yeni bir girişim için çok sayıda asker toplamaya devam ettiğini gösterirken dalkavukları tarafından ‘büyük diplomasi ustası’ olarak adlandırılan eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, Vladimir Putin ile barıştan bahsediyor.
Kissinger, ABD dergilerinden birinde geçen hafta yayınlanan bir makalede şu ifadeleri kullandı:
“Halihazırda gerçekleştirilmiş olan stratejik değişikliklerin üzerine ekleme yapma ve bunları müzakere yoluyla barışı sağlamaya yönelik yeni bir yapıya entegre etme zamanı yaklaşıyor. Bir barış süreci, nasıl ifade edilirse edilsin Ukrayna'yı Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne (NATO) bağlamalıdır. Tarafsızlık alternatifi artık anlamsız.”
Az önce alıntılanan paragraf, Kissinger'ın gerçekten istediği şeyin Rusya'yı memnun etmek olduğunu söylemekten çekindiğini veya korktuğunu gösteriyor.
‘Zaman yaklaşıyor’ diyor ama hangi hızda ya da yaklaşıyorsa neden gelene kadar beklemediğimizi söylemiyor. ‘Gerçekleştirilmiş olan stratejik değişikliklerden’ bahsediyor ama hangi değişikliklerin kimler tarafından gerçekleştirildiğinden söz etmiyor. Kırım'ın ilhakını ve Rus güçlerinin Ukrayna topraklarının yaklaşık yüzde 20'sine yayılmasını bir ‘başarı’ olarak mı görüyor?
ABD diplomasisinin kıdemli lideri şu ağzından çıkan saçmalıkların müzakere yoluyla barışı sağlamaya yönelik yeni bir yapı yaratacağını iddia ediyor. Ancak bir sonraki cümlesinde ‘barış’ı, neredeyse 50 yıl önce Ortadoğu'da başlattığı ve halen sözde hızla devam etmesi gereken bir ‘barış süreci’ne indirgiyor.
Kissinger daha sonra şunu sözlerine ekleyerek, düşünemediğini veya en azından düşüncelerini açıkça ifade edemediğini gösteriyor:
“Bir barış süreci nasıl ifade edilirse edilsin, Ukrayna'yı NATO'ya bağlamalıdır. Tarafsızlık alternatifi artık anlamsız.”
İyi doktor Kissinger'ın maksadını anlayan biri varsa, lütfen bana da söylesin.
Kissinger geçtiğimiz mayıs ayında Rusya'nın şubat ayındaki işgalinden önce ön saflara çekileceği ancak Kırım'ın ‘müzakere’ konusu edileceği bir ateşkes önermişti.
Savaşı, doğasını yanlış anlayarak veya bunu kasıtlı yaparak ‘bölgesel bir çatışma’ olarak nitelendirdi.
Bu savaşın toprakla ilgisi yok.
Rusya’nın dünyadaki diğer tüm ülkelerden daha fazla ‘toprağı’ var. Bazıları Kırım'ın ilhakının Rusya'nın Azak Denizi ve Karadeniz'deki donanma varlığını korumak için gerekli olduğunu iddia ediyor. Ancak bu iddia da bir bahane olarak reddedilebilir. Nitekim Ukrayna, 20 bin Rus askeri tarafından korunan Kırım'daki varlığını sürdürmesi için Rus donanmasına 40 yıllık bir kira kontratı vermişti. Putin'e daha fazla güvence vermek için Ukrayna, kira kontratının verilen sürenin sonunda yenilenebileceğini de bildirmişti.
Kissinger, Rusya'nın kimliğini Putin ile özdeşleştirerek başka bir analiz hatası daha yapıyor diyebiliriz.
Bir zamanlar Putin'in yakın dostu ve oldukça zengin bir oligark olan Mihail Hodorkovski bile yeni otobiyografisinde, uluslararası ilişkiler söz konusu olduğunda Rusya'ya tek bir oluşum olarak bakılmaması gerektiğine işaret ediyor.
Aralarında Sibirya’nın da olduğu Avrupa ile Pasifik Okyanusu arasındaki geniş topraklarda, üç Rusya’nın yan yana olduğunu öne sürüyor. İlki, Saint-Petersburg, Moskova ve yaşam standartlarının, sosyo-politik kültürün ve ortak beklentilerin orta Avrupa standartlarına yakın olduğu birkaç büyük şehirden oluşuyor.
Bu Rusya'da kısmen en azından şimdiye kadar ekonomik büyüme ve refah sunduğu için Putin'in yönetimi kabul ediliyor. Ancak bu ‘Rusya’nın tamamı, Putin'in stratejisine katılmıyor ve Ukrayna'daki savaş ile ilgili aynı endişeyi paylaşmıyor. Putin'in kısmi seferberlik ilan etmesinden bu yana ülkeyi terk eden tahminen 80 bin Rus'un çoğunluğu, bu Rusya'dan geldi.
İkinci Rusya, Kremlin tarafından atanan ve yalnızca ona karşı sorumlu olan valiler tarafından yönetilen, Putin’in ‘sultanlıklar’ dediği toprak parçalarından oluşuyor. Bu ‘sultanlıkların’ çoğunda etnik Ruslar nüfusun azınlığını oluşturuyor. Çeçenya gibi bazı ‘sultanlıklar’ Putin'in savaşını desteklerken Tataristan veya Dağıstan gibi diğerleri ise savaşın dışında kalmaya çalışıyor.
Üçüncü Rusya, ‘her şeyden uzak’ bir izolasyon duygusu uyandıran bir takımadalar gibi uçsuz bucaksız topraklara yayılmış çok sayıda kasaba, şehir ve köyden oluşuyor.
Putin'in Rusya'sı bir imparatorluktur. O da diğer tüm imparatorluklar gibi eski toprakları korumak için sürekli olarak yeni topraklar ele geçirme dürtüsüyle toprak kaybetme korkusu içinde yaşıyor. Rusya, Sovyetler Birliği olarak imparatorluk 1991'de çöktüğünde büyük toprak parçaları kaybetti. Putin'in Güney Osetya'yı işgal ve ilhakı, sonra Abhazya'yı işgali ve doğu Moldova'da bir Truva atı yaratması bu korkunun ve dürtünün nişâneleriydi.
Diğer işaretler arasında Rus birliklerinin Ermenistan, Azerbaycan ve Tacikistan'da konuşlandırılması yer alıyor.
İmparatorluklar güç kullanarak durdurulana kadar kendiliğinden durmazlar.
Çehov'un kaleme aldığı kısa bir öyküdeki bir kar fırtınasının ortasında köpeklerin çektiği bir troykayı süren bir adamı takip eden bozkır kurduna benziyorlar. Adam, kendi yiyeceği bitene kadar kurda yiyecek atarak onu savuşturmaya çalışır. Sonunda köpekleri, peşinden ısrarla koşan doymak bilmez kurda fırlatır. En nihayetinde adamın kendisi bu kararlı takipçisi için lezzetli bir yiyeceğe dönüşür.
Bazılarına göre yumuşama politikasıyla muhtemelen Kissinger, Sovyet İmparatorluğu’na Helsinki Anlaşmaları’nda öncü bir rol oynayan eşit bir ortak gibi davranarak ve diğer imtiyazların yanı sıra küresel sermaye piyasalarına erişmesini sağlayarak imparatorluğun ömrünün uzamasına yardımcı oldu.
Kissinger, Kremlin medyasına şöyle bir göz atarsa, Putin'in birçok kez söylediği gibi; Ukrayna'nın bir parçasıyla yetinmeyeceğini ve Polonya, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ'ı kapsayabilecek bir ‘pan-Slav imparatorluğu’ hakkında daha az doğrudan dile getirdiği düşüncelerle, Moldova ve Estonya'daki ‘akrabalarımızı koruma’ temasını şimdiden belirlediğini görecektir.
Dr. Kissinger’ın ortaya attığı ‘barış planı’ uygulanırsa bu, Avrupa'da soğuk, ılık ve sıcak sonsuz bir savaşın başlangıcı olabilir ve ayrıca Chamberlain-Daladier ikilisinin Münih'e gitmesinden bu yana en feci yatıştırma girişimi olabilir.