Hasan Ebu Talib
TT

İsrail tsunamisi ve Filistin mücadelesinin insancıllaştırılması

Binyamin Netanyahu'nun açıklamak üzere olduğu sağcı hükümet koalisyonunun özelliklerinin ortaya çıkmasıyla birlikte, önümüzdeki günlerin İsrail’deki yönetim modeli için neler taşıdığına dair endişenin bir ifadesi olarak beklenen koalisyon pek çok şekilde tanımlandı. Sözgelimi en kötü hükümet, en radikal hükümet, Siyonist rüyayı yok etme ve Yahudi şeriatına uyma hükümeti vb. En kapsamlı ve belki de en doğrusu ise siyasi, ekonomik ve diplomatik bir “tsunami” hükümeti olduğu tanımlamasıydı. Bu tanımlama bir önceki hükümette Maliye Bakanı olarak görev yapan ve aşırı sağın sembollerinden biri olan Avigdor Lieberman'a atfediliyor. Bu tanımlamadan İsrail'i bekleyen aşırı şiddetli, devletinin temellerine güçlü bir darbe indirecek radikalizmin boyutlarını tahmin edebiliyoruz. Aynı bağlamda, hem 1948 sınırları içinde yaşayan hem de kısmen Filistin Ulusal Otoritesi’nin kontrolünde olanlar dahil olmak üzere işgal altındaki tüm topraklarda yaşayan Filistinlileri bekleyen şiddetin, ırkçı davranışların, doğrudan öldürmelerin, evlerin yıkılmasının ve ailelerin yerinden edilmesinin boyutlarını da hayal edebiliyoruz.
Beklenen İsrail “tsunamisi”, hükümeti kurmakla görevli Netanyahu'nun sorgulanabilecek dış standartlara göre değil, bizzat İsrail standartlarına göre en muhafazakâr ve radikal İsrailli Yahudi partilere verdiği tavizlerle doğrudan ilintili. “Tsunami”, koalisyon partilerinin sahip olduğu çoğunluğa dayanarak çıkarılacak yasalarla, tüm siyasi eylem mekanizmalarını, hükümet, parlamento, yargı ve polis ilişkilerini değiştirecek. Kimisi terörist olarak sınıflandırılan kimisi yolsuzluktan suçlu bulunan ve Knesset’ten ihraç edilen, bakanlık yapmaları yasaklanan kişilere yönelik yargı kararlarının aşılması da bu değişime dahil. Nitekim beklenen yasal değişikliklerden sonra, söz konusu kişilere köktendinci "Şas" Partisinin Genel Başkanı Aryeh Deri örneğinde olduğu gibi bir, hatta iki bakanlık görevi verilebilecek. Beklenen yasa, Yüksek Mahkeme’nin doğasını değiştirecek ve böylece yasal yetkileri kısıtlanacak. Mahkeme kararları değil, hükümetin ve parlamentonun kararları daha baskın ve üstün olacak. Yargıçlarının seçimi ise kuvvetler ayrılığı ilkesini ihlal edecek biçimde hükümetin kararlarına tabi olacak. Bu ve diğer icraatlar, "İsrail demokrasi modeli ve umutsuz bir çevrede yeşil bir vadi" propagandasına son verecek.
Bu, yapay oluşumun (İsrail) temellerini sarsan, dengesini alt üst eden bir “tsunami” olduğu kadar, Filistinliler için de bir “tsunami”. Acılar, kaygılar ve fedakarlıklar göklere yükselecek, buna hiç şüphe yok. Göstergeler açık ve tartışılmaz; Ben Gvir'in elde ettiği ayrıcalıklar, onu bizzat İsrail yasalarına göre "Kah" Hareketi mensubu eski bir teröristten koalisyon hükümetinin imtiyazlı bir ortağına dönüştürdü. Filistinlileri terör saldırıları düzenledikleri iddiasıyla infaz etmek için bir yasa çıkarmak dahil olmak üzere, kamu güvenliği alanında ona sınırsız yetkiler verdi. 48 Filistinlilerinin yaşadıkları bölgelerde Arap terörizmine karşı koyma bahanesiyle silahlı milis grupları kurmasına, işgal altındaki Batı Şeria'da yolları genişletmesine örtülü olarak izin verdi. Bunlar gibi elde ettiği diğer ayrıcalıklar, sınır tanımayan şiddetli çatışmaların habercisi. İlave olarak, bu bölgelerde belediye hizmetlerine ayrılan ve zaten sınırlı olan bütçelerin daha da kısılması, sivil durum ve hizmetlerdeki gevşekliği ve kötüleşmeyi önemli ölçüde derinleştiriyor.
İşgal altındaki Batı Şeria'nın “A”, “B” ve “C” olmak üzere üç bölgesinde Filistinliler, bu yılın başından beri gün geçtikçe zincirlerinden boşanacak kadar daha şiddetli ve ırkçı hale gelen işgal ordusu ve güvenlik güçlerinin keyfi ve zorlayıcı icraatlarına direnen bir halk devinimi yaşıyor. Ordu ve güvenlik güçlerine bir de yarının otoritesinin bir parçası haline gelen Smotrich liderliğindeki ırkçı ve radikal yerleşimciler ekleniyor. Smotrich de koalisyon ortağı olarak kısıtlama olmaksızın yerleşim yerlerini genişletme, geçici olarak tanımlananları devlet desteği alan yasal bir yerleşim yerine dönüştürmenin yanı sıra, yerleşimciler için idari gözetimin ve Filistinlilere karşı ırkçı propagandaya verilen cezaların kaldırılması gibi tavizler elde etti.
Hem İsrail hem de Filistin taraflarıyla tsunami büyük bir kriz olduğu kadar Filistinliler için bir fırsat ve Filistin için önümüzdeki dönemde en uygun mücadele stratejisine ilişkin yinelenen soruyu koşulsuz bir güçle bir kez daha gündeme getiriyor. Her gün Filistin kanı dökülürken, uzun zamandır beklenen iki devletli çözüm bahsi, ulusal birlik, bölünme döngüsünden çıkma, Filistin devletinin üye olmayan gözlemci devlet statüsü elde etmesi gibi BM ve uzmanlaşmış kuruluşları nezdinde sürekli manevi avantajlar elde etme çabası, İsrail'in eylemlerini kınayan Genel Kurul kararları gibi aşılmayan bir çıta var. Oysa iki devletli çözüme yönelik uluslararası destek, sözlü desteğin ötesine geçmiyor, ABD’nin rolü ve onunla birlikte diğer büyük güçlerin rolleri tam anlamıyla kaybolup gitti.  Aynı zamanda, işgal altındaki Filistin topraklarında işgalin uyguladığı ırkçılık tüm unsurlarıyla artıyor.
İnsanlık ve hukuk açısından eleştirilen ve ayıplanan "Apartheid" veya ırk ayrımcılığı tabiri artık şüphe konusu değil ve uluslararası kuruluşların pek çok kararı, raporlar, kanıtlar ve sağlam delillerle desteklenerek işgal altındaki Filistin'de olup bitenleri ifade etmek için kullanılıyor. BM Batı Asya Ekonomik ve Sosyal Komisyonu'nun (ESCWA) raporu ve Uluslararası Af Örgütü ile İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün raporları buna örnektir. Bu, Filistin mücadelesinde insancıl mücadele olarak tabir edilen eski ve yeni bir boyutu somutlaştırıyor. İnsancıl mücadelenin temelini, Filistinlilerin maruz kaldığı ihlalleri sistematik olarak ifşa etmek ve belgelemek, bu ihlalleri işleyenlerin uluslararası hukuka ve buna izin veren ülkelerin yasalarına uygun olarak yargılanmasını sağlamak oluşturuyor. Elbette mesele kolay değil ve özellikle insan haklarıyla ilgili tüm sivil toplum kuruluşlarından yasal çabalar, benzeri görülmemiş uluslararası ve Arap desteği gerektiriyor. Bununla birlikte, insancıl olan her Filistinlinin işgalsiz, şiddetsiz, kısıtlamasız ve katillerin cezasız kaldığı öldürme eylemlerine maruz kalmadığı bir hayat hakkına odaklanmaktan başka alternatif yok.  Katillerin cezasız kaldığını söylememizin nedeni, hangi koşulda olursa olsun Filistinlileri vurup öldürdükleri takdirde askerlerini ve yerleşimcilerini her türlü hesap verme sorumluluğundan veya cezadan muaf tutan İsrail ordusunun açıklanmış angajman prosedürleridir. Filistin ulusal hakları için insancıl mücadele başlatma, 20 yıl önce olduğu gibi artık bir anlaşmazlık alanı değil. Geçmişte bazıları kendisini şüpheyle karşılaşmışlardı, nedeni de Filistin mücadelesinin insancıllaştırılmasının işgalciden hak dilenmek anlamına geldiğini, meşru ulusal hakları zayıflattığını, Filistin mücadelesini kendi kaderini tayin hakkı ve bağımsız, egemen bir devletle ilgili özü yerine, Filistin davasının marjlarına hapsetmek isteyen küreselci bir tuzak olduğunu düşünmeleriydi. Böyle bir şüphecilik artık geçerli değil. Sadece 4 yıl önce, Filistin Kurtuluş Örgütü, Filistin mücadelesinin insancıl bileşenini derinleştirmenin önemini fark etti. Bunun üzerine ister  Filistin vatandaşıyla olan ilişkisi, ister işgale ve onun tüm ırkçı önlemlerine karşı Filistin insan haklarının korunması konusunda olsun, Ulusal Otoritenin icraatlarını takip etmekle görevli özel bir insan hakları ve sivil toplum departmanı oluşturma kararı alındı. Sonuç istendiği gibi olmadı ve bu nedenle bu departman ile meslektaşı Filistin Ulusal Konseyi Apartheid Karşıtı Birimin çabalarını derinleştirmek, uluslararası muadil kurumlarla koordinasyon kurmak artık bir lüks değil, dahası bir zorunluluk haline geldi. Buna paralel olarak, ihlalleri ortaya çıkarmak, özgür bir vatan hakkını desteklemek, her türlü işgal ve yerleşime son vermek amacıyla Filistin mücadelesine insancıl boyutlar katmanın değerini artıran, gayrı resmi uluslararası destek ve seferberliği kendisine çeken sivil kurumlar kuruldu ve oluşturuldu.
İsrail tsunamisi tüm yükleri ve fedakarlıkları, hükümetin içinde veya dışında olsun İsrailli radikallerin eliyle yapılanların ciddiyetini tüm açıklığıyla ifşa ederek geliyor. Filistin mücadelesinin insancıllaştırılması ise bunun kaçınılmaz karşılığıdır.