Ömer Önhon
TT

2023 Suriye için yeni bir başlangıç mı?

2022 yılında Suriye ile ilgili önceki yazılarımda vurguladığım gibi Suriye krizi yeni bir aşamaya geçti ve 2023'ten daha fazla şey bekleyebiliriz.
Bu bağlamda Türkiye ile ilişkiler özellikle dikkate şayandır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, yılın ilk yarısında Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ile Esed rejimi arasında görüşmelere başlandığını açıklamıştı. O zamandan beri işler hız kazandı.
Geçenlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendisi, Esed ve Putin arasında üçlü bir zirve düzenleme fikrini ortaya attı. Bu zirveden önce savunma ve dışişleri bakanları toplantılarının yapılması gerektiğini söyledi.
Ukrayna'daki savaş, Türkiye ile Rusya arasında daha güçlü ve daha çeşitli bir ilişki oluşmasını sağladı.
Rusya, Türkiye ve Esed’in uzlaşmasını istiyor. Türkiye, Rusya'nın dümeni devralmasını ve ilerleme sağlanmasını memnuniyetle kabul etmiş görünüyor.
28 Aralık'ta Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu, Türkiye Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve Suriye Savunma Bakanı Ali Mahmud Abbas Moskova'da bir araya geldi. MİT Başkanı Hakan Fidan da görüşmeye katıldı. Bu türde bir görüşme 11 yıl sonra ilk kez yapılmış oldu.
Bu noktada Suriye'ye kısaca bir göz atalım.
Geçen yılki seçimlerde dördüncü kez devlet başkanı seçilen Esed, ülkenin yarısından biraz daha fazlasını kontrol ediyor. Temsilcisi, Birleşmiş Milletler'de (BM) Suriye'nin koltuğuna oturuyor. Buna rağmen Esed, milyonlarca Suriyelinin gözünde gaddar bir diktatörden ve Suriye'deki yıkımın ana nedenlerinden başka bir şey değil. Uluslararası toplumdaki pek çok kişi de aynı görüşü paylaşıyor.
Suriye ekonomisi 2011'den beri kötüye gidiyor. Savaştan önce 23 milyonluk Suriye nüfusundan 7 milyonu ülkesinden kaçtı. Ülke içinde yerinden edilmiş 7 ila 8 milyon kişi bulunuyor. BM İnsani İşler Koordinasyon Ofisi'nin (OCHA) resmi verilerine göre yardıma muhtaç 14,6 milyon insan var. Yüzde 90'ı yoksulluk sınırının altında yaşıyor ve yüzde 80'i gıda güvensizliğinden mustarip. Suriye lirası da o kadar değer kaybetti ki, değersiz bir kağıt parçası olmaya yakın hale geldi. Elektrik ve yakıt da çok az bulunuyor. Suriye halkı, kıtlık ve salgın hastalıklar da dahil olmak üzere daha fazla insanlık trajedisinin patlak verme riskiyle karşı karşıya.
Suriye'deki 2011 ayaklanmasının ana nedenlerinden biri, yaygın yolsuzluk ve rejimin ülkenin ekonomik zenginliğini tekeline almış olmasıydı. Bu durum bugün, daha kötü bir şekilde devam ediyor.
Suriye'nin karşı karşıya olduğu ekonomik zorlukları aşmak için petrolünün her damlasına ihtiyacı var. Ancak devlet dışı bir aktör olan Halk Koruma Birlikleri (YPG), çok ihtiyaç duyduğu doğal kaynakları kontrol ediyor ve petrol gelirlerini, askeri ve idari operasyonlarını finanse etmek için kullanıyor.
Astana üçlüsü (Rusya, Türkiye ve İran) son birkaç yıldır Suriye’nin durumunu kontrol ediyor.
Esed iktidarını sürdürmesini büyük ölçüde Rusya ve İran'a borçlu. Rusya şu anda Ukrayna'daki savaşla meşgul olmasına ve İran kendi içinde ciddi sıkıntılarla karşı karşıya olmasına rağmen, iki ülke de Suriye işlerinde nüfuz sahipleri olarak konumlarından geri adım atmadı.
Türkiye son dönemde bölgede kötü ilişkiler içinde olduğu bir dizi ülke ile normalleşme sürecine girdi (ve büyük ölçüde başarılı oldu). Şimdi de normalleşme için yüzünü Suriye'ye döndü.
YPG ve mültecilerin dönüşü konuları, Türkiye'yi doğrudan etkileyen ve her ikisi de Suriye kaynaklı sorunlardır. Bu iki konu, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın her oya ihtiyacı olacağı yaklaşan seçimlerle birlikte daha da önem kazanacak. Hükümetin sadık destekçileri de dahil olmak üzere birçok vatandaş, Erdoğan'ı Suriye'deki politikaları nedeniyle eleştirmişti.
Bu koşullar altında Türk hükümeti, ‘Esed'le olmaz’ yaklaşımından ‘Esed'siz olmaz’ yaklaşımına çok ciddi bir siyasi geçiş yapmayı tercih etti. Şayet Cumhurbaşkanı Erdoğan, Esed'i ikna edebilir ve başarı sayılabilecek herhangi bir şey elde ederse, büyük bir diplomatik başarıya daha imza atmış olacak.
Yarının ne getireceğini kimse bilemese de bugün itibariyle bu süreçte kaybedenlerin ABD, İran ve YPG olduğu görünüyor.
ABD uzun süredir Suriye'deki önceliğinin DEAŞ’ı yenmek ve yenilgisinin devam etmesini sağlamak olduğunu söylüyor. ABD'nin DEAŞ’a karşı savaşındaki yerel ortağı, Türkiye'nin terör örgütü olarak gördüğü ve Suriyelilerin ulusal birliklerine tehdit olarak gördüğü YPG.
ABD’nin Esed konusundaki tutumuna gelince, ABD’nin ondan hoşlanmadığı aşikâr. Sezar Suriye Sivil Koruma Yasası hala yürürlükte. Yakın bir zamanda ABD, Başkan Biden tarafından imzalanan savunma harcamaları yasasına ‘Suriye rejiminin Captagon ticaretiyle mücadele’ ibaresini dahil etti.
ABD Dışişleri Bakanlığı Basın Ofisi, birkaç gün önce bir Türk gazetecinin sorusuna yanıt olarak, “ABD, Esed rejimi ile diplomatik ilişkilerin seviyesini yükseltmeyecek ve diğer ülkelerin Esed rejimiyle ilişkilerini geliştirmesine destek vermeyecektir. ABD, bölge ülkelerini Esed rejiminin son 10 yılda Suriye halkına karşı işlediği zulme dikkatle bakmaya çağırıyor. ABD, Suriye'de ve tüm bölgede istikrarın, tüm Suriyelilerin iradesini temsil eden siyasi bir süreçle sağlanabileceğine inanıyor” ifadelerini kullandı.
Her halükarda, tüm bunlara rağmen ABD, meselenin kendi çıkarlarına hizmet ettiğine inanırsa, Esed’le ilişkiye girmekten imtina etmeyeceğine hiç şüphem yok.
Türkiye, YPG'nin varlığından ve aldığı ABD desteğinden hiç memnun değil. Türkiye'nin en azından istediği, YPG’yi sınırlarından en az 30 kilometre uzağa itmek ve burada güvenli bir bölge oluşturmak.
Türkiye, hedeflerine ulaşmak için bir süredir yeni bir askeri operasyondan bahsediyor. Yerel ortağı YPG’ye bu kadar yatırım yapan ABD, yatırımlarının zarar görmesini istemiyor. Aynı şekilde Rusya da çeşitli nedenlerle Türk harekâtına karşı çıkıyor.
Bu şartlar altında Türkiye, çatışmadan ziyade müzakere yoluyla çözüme ulaşmaya istekli görünüyor.
Savunma bakanlarının Moskova'daki toplantısı tüm bu mülahazaların ve gelişmelerin bir sonucuydu.
İran, Moskova'daki toplantıda olmasa da, Suriye'de hala büyük ölçüde varlığını koruyor. İranlılar ve vekilleri Irak-Suriye sınırı boyunca, Deyrizor’da ve Elbukemal sınır bölgesinde konuşlandı. DEAŞ hücrelerinin bulunduğu ve faaliyet gösterdiği bu bölgeler İsrail'in en çok hedef aldığı bölgeler arasında yer alıyor.
İran, Esed rejimine verdiği destekten payını almadan vazgeçmeyecektir. Rusya'nın sponsorluğunda Türkiye ile Esed arasındaki görüşmelerde nasıl bir tavır takınacağı henüz belli değil.
Türkler ve Suriyeliler arasındaki müzakerelere dönecek olursak, Suriye'nin Türkiye'nin, topraklarından (İdlib ve operasyon alanları) çekilmesini ve silahlı grupları desteklemeyi bırakmasını isteyeceğini düşünüyorum.
Buna karşılık Türkiye, YPG'yi sınırdan uzaklaştırmakta ısrar ediyor. Sınır boyunca Esed rejimi askerlerinin YPG milisleriyle değiştirilmesinin, YPG ve ABD varlığını zayıflatacağı umuluyor. Bu da hem Türklerin hem de Esed rejiminin işine gelecektir.
YPG'ye ne olacağı ve Kürtlerin Suriye'nin geleceğinde hangi konumda olacağı aydınlatılması gereken bir konu. Bir noktada YPG'nin de genel görüşme ve müzakereler çerçevesinde bir yerde sürece müdahil olacağını düşünüyorum, ki bu ABD'lilerin de dahil olması demek.
Türkiye, Suriyelilerin anavatanlarına dönüşleri için bir yol haritası üzerinde anlaşmaya çok istekli olacak olsa da bu, bazı açılardan çok karmaşık bir durum.
Tartışılacak birçok ana ve alt konu ve çözülmesi gereken birçok sorun var.
Örneğin Suriye Milli Ordusu ve Heyet'u Tahrir eş-Şam (HTŞ) ile yaşananlar, ele alınması gereken temel sorunlar arasında yer alıyor: Rejim onların güvenliğini garanti edecek mi? Rejim af çıkaracak mı? Türkiye, Esed yönetimi altında yaşamayı reddeden Suriyeli muhalif savaşçılara ömür boyu ev sahipliği yapmaya hazır olacak mı?
Tüm bunların çok çalkantılı bir ülkede, çok karmaşık bir ortamda gerçekleşeceğini ve başından beri bu ülkeye bağlı olmasa bile her şeyin ona bağlı olabileceğini aklımızdan çıkarmamalıyız.
Türkiye, Suriye ve Rusya savunma bakanlarının üçlü toplantısı son 11 yılda birikmiş birçok sorunu içerdiği için çok zorlu bir sürecin sonu değil, başlangıcı oldu.