Sevsen Ebtah
Gazeteci ve yazar. Lübnan Üniversitesi'nde Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü Profesörü
TT

Neslin kesilmesi tehlikesi

Çin'in nüfusunun azalmasına sevinenler çoktur. Onlar genellikle daha kötü ve daha zor bir durum içerisindedirler. Avrupa, Çinlilerin sayısının 1960 yılından bu yana ilk kez bir yıl içinde 850 bin kişi azalmasının önemini neşeyle tartışıyor. ABD, bu fenomenin avantajlarını ve bunun bir numaralı düşmanı ve en azılı rakibi üzerindeki olumsuz yansımalarını, dünya liderliği ve ekonomisi açısından analiz ediyor. Ancak yakın tarihli bir araştırma, İngiltere de dahil olmak üzere Avrupa'da doğumların geçen yıl yüzde 14 oranında azaldığını gösteriyor. Zaten Avrupa yaşlanan ve yenilenmeyen bir kıtadır.
Çinli kadınların çocuk doğurma yüzde artık ortalama 1,15.Yani ölenlere karşın yeni doğumlar gerçekleşmiyor ve nüfus günden güne azalıyor. Bu oran, genç insan kıtlığı ve yaşlı insan bolluğundan mustarip olan Japonya'da da neredeyse aynı. Güney Kore'de de benzer bir durum var. Çinlilerin sayısındaki azalmaya sevinen bazıları,tek çocuk politikasını suçlamak istiyor ve Çin’in çöküşle sonuçlanan baskıcı kararlar alan başarısız bir ülke olduğunu söylüyor.
Çin'in nüfusu 1990’lardan bu yana durağanlaşmaya başladı. Demografik düşüş bekleniyordu ancak en az 15 yıl sonra.
Salgın ve hastalığın yayılması nedeniyle binlerce insanın ölümü Çin'de veya ABD'de beklenmiyordu.
Tüm Avrupa aynı çıkmazda. Ancak temel fark Avrupa’nın insanları ‘ithal’ etmeye ve vatandaşlığa almaya hazır olması. Bir milyon mülteciyi rekor bir sürede kabul eden Almanya, çocuk doğum oranını eşi görülmemiş bir şekilde yükseltmeyi başardı. Ancak nüfusu korumak için kadın başına arzu edilen yüzde 2'ye henüz ulaşmadı. Almanya birkaç yıl önce ölümlere karşın yeni doğumların olmaması nedeniyle bugünkü Çin'e benzer bir durumdaydı.
Ancak Avrupa'nın geçen yüzyıldan bu yana yaşlılık, iş göremezlik ve iflas korkusuyla izlediği vatandaşlığa alma ve iltica başvurularının kabulü de sonuçları kolay olmayan bir politikadır. Bu melez çeşitlilikten nefret eden ve ötekini reddeden aşırı sağın büyümesi, toplumsal dokunun parçalanmasının başlangıcı ve onları eğitmek için beceri ve bilgelik gerektiren sivil anlaşmazlıkların yükselişi gibidir. Durumun bu kadar çetrefilli olması; savaşlar, ekonomik krizler, yaşam standartlarının düşmesi ve sağlık hizmetlerinin gerilemesi, bu tür engellerin aşılması için uygun ortamlar değil.
Fransız gazetesi Le Monde iki gün önce şok edici bir manşet attı: Avrupa: Büyük İlaç Kıtlığı.
Pandemi, havalimanlarının kapatıldığı ve seferlerin durdurulduğu bir dönemde değiliz. Ancak gazete parasetamol ürünleri de dahil olmak üzere birçok ilacın olmadığını yazdı. Savaş, uzak üretim kaynakları, zayıf tedarik zincirleri ve sürekli duyduğumuz engeller nedeniyle yaklaşık 3 bin kalem ürünün hastalar için sorunsuz bir şekilde güvence altına alınması zorlaştı.
Araştırmalara göre salgın, karantina ve ardından gelen ekonomik ve askeri felaketler, aslında küresel bunalımlara ve karanlık bir dünya görüşüne yol açarak yalnızca Avrupa ülkelerinde değil, birçok ülkede rekor düzeyde düşük doğurganlık oranlarına yol açtı. Hindistan gibi nüfus yoğunluğunun yüksek olduğu ülkelerde bile nüfus artış hızı eskisi gibi değil. Kendi sorunlarından mustarip ve dünyanın başına gelenlere katlanan Lübnan’da doğum oranı bazı Avrupa ülkelerinden daha az hale geldi. Oranının 1,2'ye düşmesiyle tüm Arap ülkeleri arasında en az doğuma sahip ülke oldu. Bebek maması bulmanın imkansızlığına ve çocukları okullara kaydetmenin zorluğuna kötü sağlık hizmetlerine sahip gençlerin kitlesel göçünü de eklerseniz Lübnan'ın kademeli olarak dönüştüğünü anlıyorsunuz. Eğer yüksek doğum oranlarını koruyan Suriyeli mülteciler olmasaydı yaşlılar kendilerine bakacak kimseyi bulamayacaktı.
Dünyanın nüfusu önceki yıllarda önemli ölçüde arttı. Ta ki gezegenimizin sakinleriyle dolup taştığını, onları besleyemeyeceğini ve yeterli oksijen sağlayamayacağını hissedene kadar. Ancak durum böyle devam ederse üreme hızı yukarı doğru giden çizgisini koruyamaz. Evlenme konusunda küresel isteksizlik ve hatta çocuk doğurmak konusunda büyük bir isteksizlik var.
Bu, tür olarak yok olacağımız anlamına gelmez. Gezegeni yenilemeyi kendilerine görev edinmiş insanlar var. Ama o insanlar, çocuklarının çabalarını emek ve zorluklarla tüketen, ekonomiler inşa ederek onları doğal rollerinden uzaklaştıran, üstünlük sorunuyla sinirlerini geren ve kendini güçlü bir şekilde maliyetli liberal ferah yarışlara sokanlardan farklıdır.
Demografi, yakın gelecekte dünyanın şeklini değiştirmede belirleyici bir faktör olacak. Çin, daha fazla çocuk doğurmayı teşvik ederek sorununun üstesinden gelebilir, belki de bunu yapamayabilir. Ancak sorun bunun ötesine geçerek Avrupa'ya yayılıyor ve ABD, Kanada ve Avustralya'ya da sızıyor. Irklar tehdit altında mı? Hangi renk ve cinsiyet hâkim olacak ve nasıl? Almanya ve Fransa'dan ortaya çıkan bazı cevaplar var ancak nihai yanıtların alınması on yıl veya daha kısa sürebilir.