Nebil Amr
Filistinli siyasetçi ve yazar
TT

Güvenlik koordinasyonu: Muaviye’nin ve Mahmud Abbas’ın bağı

“İnsanlarla aramda bir bağ varsa bunu asla koparmam; karşımdakiler ipi çektiğinde ben gevşetirim, onlar gevşettiğinde ise ben çekerim.”
Günümüze kadar uygulanan siyasi ve diplomatik bir ilke haline gelen bu söz, ilk Arap-İslam imparatorluğunun kurucusu Muaviye bin Ebu Süfyan'a atfedilir.
Bir aydan kısa bir süre içinde en alt kademesinden tutun en üst kademesine kadar ABD yönetimi İsrail’de bulundu. Bunların bazıları daha önce planlanmış ziyaretlerdi. Bazıları ise, Netanyahu hükümetinin göreve başlamasından ve bunun endişe verici yansımalarından sonra İsrail'deki dramatik gelişmeler yüzünden gerekli görülen ziyaretlerdi. Ancak tüm ziyaretler, Filistin-İsrail hattındaki en büyük çatışmalardan biriyle aynı zamana denk geldi. Bu çatışma, Kudüs ve özellikle Batı Şeria sahasının alışık olduğu önceki daha az kanlı sorunlardan birinden ziyade bir savaşa daha yakın görünüyor.
Kendi içişleri gibi İsrail'deki gelişmelerle ilgilenen ABD’liler, İsrail'i ne zaman ziyaret etseler Ramallah'ı da ziyaret ederler. Burada amaçları Filistin Yönetimi'nin siyasi hayatının bağlı olduğu suni solunum cihazlarını incelemek ve içlerindeki oksijen seviyesini kontrol etmektir. Çünkü ABD’lileri endişelendiren ilk ve en önemli şey, bu siyasi hayatın çökme ihtimalidir. Birbirini takip eden tüm krizlerde ve büyük şeylerde bu benzeri görülmemiş ABD hareketliliğindeki dikkat çekici şey, Filistin Yönetimi ile İsrail arasındaki güvenlik koordinasyonunun artık işlemediği duyurulduktan sonra Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) Başkanı Sayın William Burns'un medyadan uzak bir şekilde oynadığı rol ve Filistin güvenlik servislerinin yetkilileriyle görüşmesidir. Ne var ki, Filistin Yönetimi ve İsrail arasındaki güvenlik koordinasyonu ile ilgili bu duyuru daha önce çok kez tekrarlanmış veya her imzadan sonra bunu durdurma tehdidi savrulmuştu. Bunlar karşısında İsrail, koordinasyonun hala işlediğini duyurmaktan sorumluydu. Ancak ABD’liler -her seferinde- Filistin Yönetimi’nden bazen uyarı üslubuyla bu özel konuya soruyorlardı. Filistin Yönetimi’nin koordinasyondan vazgeçmesini, iki devletli çözümden bahsetmek, Kudüs'te konsolosluk açmaya çalışmak ve en sonuncusu Birleşmiş Milletler Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) bütçesine 50 milyon dolar pompalamak olmak üzere mali hibe sağlamak gibi telafi edici jestlerle örtbas ediyorlardı.
Deveye hendek atlatmaya çalışan ABD’liler, siyasi bağlamından soyutlanmış olan güvenlik koordinasyonunun, Filistin Yönetimi’nin prestijini ve siyasi ve liderlik açısından halk nezdindeki güvenilirliğini en olumsuz etkileyen faktör olduğunu herkesten daha iyi biliyorlar. ABD’liler asgari desteklerle de olsa Filistin Yönetimi’nin çökmesini engellemek için çalışıyorlarsa, çabaları ancak ‘ne gidilen bir yol var ne sırtına binilecek bir binek’ sözünü doğrular niteliktedir. Ne siyasi alanda Filistin Yönetimi’ni kapsayan bir ilerleme var ne de Ramallah Yönetimi’nin kan kaybının durduğu var. Bu kan kaybının en belirgin özelliği İsrail’in ayarladığı şey, yani Filistin Yönetimi’nin sürekli yangın yeri olan Batı Şeria’daki bölgelerin çoğunda kontrolünü kaybetmesidir.
‘Güvenlik koordinasyonu’ aslında bütün bozuk kan dolaşımından geriye kalan atardamardır. Sadece görevlilerin mevkidaşları ile olan ilişkileriyle sınırlı olan bir güvenlik parçası değildir. İsrail için bu, Filistin liderliği üzerinde kullanabileceği ve Oslo Anlaşmaları’nın getirdiği birçok alanda kapsamlı koordinasyon ile bağlantılı bir baskı faktörüdür. Filistinlileri dünyaya bağlayan tek pencere olan köprüler üzerindeki hareketten tutun, İsrail’in paranın toplanıp Filistinlilerin en önemli mali gelirini oluşturan işçilere aktarılmasında kontrol ettiği para hareketine ve daha nice hamleye kadar; tüm bunlar İsrail’in baskı yapmak için sürekli kullandığı araçlardır. ‘Askeri işgal ve yerleşimcilik’ şeklindeki daimi geleneksel kabus da cabası. Ancak etkin bir siyasi sürecin varlığından tamamen uzak olan güvenlik koordinasyonunun devamlılığı siyasi karar mercii olan Devlet Başkanı Abbas için mecburi bir faktör olsa da İsrail, ABD, bölge ülkeleri ve dünya ülkeleri buna ne kadar bağlı kalırsa kalsın, Filistin Yönetimi üzerinde ağır bir yük olmaya devam ediyor. Aynı zamanda kendi güvenlik ve idari yargı yetkisi altında olması gereken bölgelerin çoğu üzerindeki kontrolünü kaybetme noktasına kadar zayıflamasında aktif bir etken olmaya da devam ediyor. Güvenlik koordinasyonu Filistin’in durumunu düşmanı İsrail’e zorunlu olarak bağlayan bir bağ ise, şunu söylemeliyiz ki, bunun yavaş yavaş kontrol kaybına yol açan güç gerilimleri nedeniyle bir geleceği yoktur. Şu anda içinde bulunduğumuz durumda ve zamanda ne Abbas, Muaviye'nin sahip olduğu güç bolluğuna sahip, ne de Filistin’in durumu bir imparatorluk kuracak imkana sahip!
Bu bakımdan ABD’lilerin ve İsraillilerin yaptıkları ve daha fazlası için vaatte bulunmaları, kısa ve orta vadede dahi gerilimin dozajını yükseltmekten başka bir şeye yaramayacak. Öyle ki bu, krizlerin yönetimine yardımcı olmayacak ve biz kendimizi ne bir bağın ne de tutunacak bir elin olduğu bir durum karşısında bulacağız.