Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Sismik kaybolmuşluk!

Ölümün uykuda hazırlıksız yakaladığı, binlercesinin canını aldığı, on binlercesini yaraladığı, evsiz bıraktığı bu masum canlar, yıkılan binalar, yollar, camiler, bu, insana düşman bir atmosferde meydana gelen bir felaketti. Doğusundan batısına dünya, yardım eli uzatmak için yarıştı. Bu insanlık felaketinin arkasında biri küçük diğeri büyük iki kaybolmuşluk var.
Küçük kaybolmuşlukla başlarsak, herkes bu yıkıcı depremin sadece Türkiye'nin güneyinde ve Suriye'nin kuzeyinde insanları öldürüp yakıp yıkmadığını, aynı zamanda Lübnan, Ürdün, Irak ve hatta Mısır'da hissedildiğini fark etti. Böylece herkes şu gerçeğe uyandı; bu bölge coğrafi olarak birbiriyle bağlantılıdır ve ister deprem ister siyasi deprem olsun, içinde yaşanan herhangi bir olay diğer komşu bölgelerde de hissedilir. Ortadoğu ve merkezinde o bölge, ardışık krizlerle sınandı ve bu krizler birçok bölgesinde sakinlerini yerinden edilmiş, aç, korkmuş ve yoksul kamp sakinlerine dönüştürdü. Dünya, bilhassa Suriye sanki yokmuş gibi orada yaşanan insani trajedileri görmezden geldi, öyle ki Suriye toplumu bitap düştü ve tükendi. En acı olanı da bu karmaşık ikilemleri ve benzersiz siyasi doymak bilmezliği çözmek için ufukta müjdelenebilecek hiçbir çözümün olmamasıdır.  Bölge, bir depremden diğerine, toplu katliamlardan suikastlara uyanıyor ve bu suçlara herkes göz yumuyor.
Bu trajik sahnede suç unsurları çok sayıda oyuncuya düşüyor, bunların kimi yerel, kimi bölgesel kimisi de uluslararası oyuncular. Fakat en büyük suç, halklarının onurlu ve güvenli bir yaşam arzularına ve özlemlerine tepeden bakan, bu nedenle ülkelerini parçalanmaya, iç savaşlara, zayıflığa ve yerinden edilmeye götüren düşüncesiz kararlar alan yerel oyunculara düşüyor. Kaldı ki bu savaşların sonuçlarının bir kısmı çevresini de etkiledi ve onu gelişme ve ilerlemeden tamamen olmasa da kısmen uzaklaştırdı. Daha acı olan, bu liderlerin birçoğunun küçük kaybolmuşluktan kurtulmamış olmamaları, halen aynı politikalar ve aynı fikirlerle meşgul olmaları, bunun da kendi ülkelerinde ve çevrelerinde kontrolsüz, aşırı ve hatta yıkıcı tepkilere yol açmasıdır.
Binlerce sakini ve yerinden edilmişleri öldüren, on binlerce kişiyi yaralayan ve bundan daha fazlasını yerinden eden yıkıcı depremle kanıtlanan bölgenin coğrafi bağlantılığı, ortaya konması gereken doğru projeyi düşünmeyi gerektiriyor. Bu da öncelikle komşuların işlerine dışarıdan müdahale etmekten, güvenliklerini bozmaktan kaçınmak, ikincisi, ulusal cephedeki hastane sayısını azaltan, hapishane sayısını ikiye katlayan ölümcül çatlakların büyüme olasılığını önlemek için içeride adalet, hakkaniyet ve katılıma dayalı bir kalkınma projesi sunmaktır.
Bu proje kargaşa ve çatışmaların yaşandığı ülkelerde henüz önerilmedi. İran'ın yanı sıra Suriye ve Lübnan iç cepheleri de artçı sarsıntılarla yetinmeyebilecek “deprem”ini tekrarlama ihtimali yüksek görünen bu çok karmaşık ikileme tanık oluyor. Bunlar halkların yoksulluğunu, açlığını ve korkusunu artıran, onları sokaklara dökülüp protesto etmeye ya da siperlerde silah taşımaya iten artçı sarsıntılar.
Depreme eşlik eden büyük kaybolmuşluğa gelince, farklı ve kademeli dereceleri var ve özünde (kültürel tıkanma) yer alıyor. Nitekim depremden sonra çok geçmeden birisinin depremi önceden tahmin ettiği söylendi. Bu en hafif tabiriyle bilim dışı bir söylem, çünkü yayımlandığı şekliyle (tahminin) metni (er ya da geç bir deprem olacak!) diyor. Bu, aktif fay hatlarının olduğu bölgelerde bilindik bir şeydir. Gelgelim Arap kültür çevresi bu bilgiyi mutlak bir gerçek olarak karşıladı, çünkü kendisi efsanelere dayalı kehanet ve tahminlere tapan bir kültür. Sonra başkaları çıkıp, bizi depremin büyük bir nükleer patlama testi gerçekleştiren düşmanların kasıtlı bir eylemi olduğuna ikna etmeye çalıştılar.
Akla ve mantığa daha da zararlı ve yıkıcı olan ise, bu olay nedeniyle sosyal medyada insanlar arasında depremin, depremzedelerin işledikleri haramlar ve çiğnedikleri yasakların cezası olduğu düşüncesinin yayılmasıydı. Bu tür düşünceler Arap kültür alanında sıklıkla tekrarlanır, samanlıktaki yangın gibi yayılır ve kendisine inanan kişiler bulur. Haftalar önce Amerika Birleşik Devletleri'ni şiddetli bir soğuk dalgası vurduğunda da buna benzer bir şey söylenmişti. O zaman da söz konusu düşüncedekiler bu doğa olayının nedenini (Başkan Biden’ın eşcinsellere eşitlik sağlayan bir kararname imzalaması) şeklinde yorumlamışlardı!
Bunun gibi gayba dayalı açıklamalar, akıl için yıkıcıdır ve dehşet verici olan bu tür felaketlerde insanlar arasında yayılmalarıdır. Bu batıl itikatlı düşünce, kurbanların insan olduğu ve aralarında pek çok iyi ve erdemli kişinin olabileceği, depremin hurafelere dayanmayan bilimsel bir açıklamasının var olduğu üzerinde durup düşünmüyor. Bu, olayların kendine özgü nedenleri ve doğanın sabit kanunları olduğu bilimsel gerçeği üzerinde durmayan hayatımızdaki irrasyonel unsurların egemenliğidir.
Batıl inançlıların, tartışmasız ve itirazsız (emirlerine itaat eden) bir kamuoyu oluşturmak için halkı yanıltmanın yollarını buldukları bu tür büyük krizler, toplumlardaki eğitim seviyesinin düşüklüğü ve müfredatının bilimin yalanladığı eski teorilere dayandırılması ısrarı denilen bir hastalığın belirtisidir. Bu hastalık, yaşandığı dönemde (makul) olabilecek eski olayları hatırlatmaya dayanıyor. Zamanında makul olabilecek dedik çünkü o zaman bir olay hakkında herhangi biri bir şey söylediğinde, bugün mevcut olan modern bilim araçlarına sahip olmadan söylemişti. Ama bugün bunlar, kutsal bir görünümde, kalıcı, her zaman ve her yerde geçerli olarak sunuluyorlar. Buradaki gizli mesele, bu hurafeleri yayanların çok geçmeden halktan nerede kullanıldığını kimsenin bilmediği bağışlar yapmalarını istemeleridir.
Bilişsel bağışıklığı olmayanlar olarak adlandırabileceğimiz kişiler bu tür söylemlere maruz kaldıklarında, bunları benimsiyor ve yayıyorlar, modern teknoloji de buna yardımcı oluyor. Böylece insanların zihinlerinde daha fazla yer kaplayan efsaneler ve batıl inançlarla dolu bir kamuoyu yaratılıyor.
Depremde insanların başına gelenler, mantıklı açıklaması olan doğal bir olgu. Bazılarının bakış açısıyla depremzedelerin bir kısmının hatta çoğunun doğru ya da yanlış olsun davranışlarının bununla ne yakın ne de uzak bir ilgisi yok.
Yapay zekanın muazzam bir ilerleme kaydettiği, böylece karmaşık sorunlara cevaplar verebildiği, benzeri görülmemiş algoritmaları çözdüğü, makaleler ve çalışmalar hazırladığı, insanları izlediği, uzaktan ameliyatlar yapılmasına olanak tanıdığı bir zamanda, bazılarımızın halen küçük bir siyasi ve büyük bir kültürel kaybolmuşluk içinde olmamız korkunç değil mi?
Son olarak, kültürümüzde bilimsel düşünce, bilimsel düşüncenin en temel ilkelerini kabul ettirmek için kıyasıya bir mücadele veriyor.