Hüseyin Şubukşi
TT

Deprem ve katmanlar!

Şu günlerde bir numaralı haber konusu hem Türkiye’yi hem de Suriye'yi vuran korkunç deprem. Deprem öyle şiddetliydi ki sarsıntısı Filistin, Ürdün, Irak, Lübnan, Kıbrıs, Yunanistan ve Mısır sakinleri tarafından hissedildi. Bu yazıyı yazmam itibariyle 40 binden fazla ölüm meydana geldi ve sayısız yaralı, kayıp ve evsiz insan geride kaldı. Milyarlarca dolara mal olacak binalara ve altyapıya verilen büyük ölçekli hasardan bahsetmiyorum bile.
Jeoloji ve stratigrafi (katman bilim) uzmanları büyük bir şiddeti olan bu depremin sebebini açıklıyor. Depremleri ölçmek için kullanılan ünlü Richter ölçeğine göre Suriye sınırına yakın Gaziantep şehrinde bulunan bir coğrafi bölgede 10 kilometre derinlikte yer katmanlarında şiddetli bir harekettir. Bu da onu tarihin bilinen en şiddetli depremlerinden biri yapıyor.
Ancak depremin ortaya koyduğu tahribat, mevcut katmanların toprak altındakilerle sınırlı olmadığıdır. Ortaya çıkan ilk olgu  Türkiye ile Suriye arasındaki sınıf farkının varlığıdır. Zira Türkiye modern bir ülkedir. Suriye ise saatlerin akrepleri geçtiğimiz yüzyılın ellili yıllarında durmuş gibi zamanın sisleri içinde donup kalmıştır. Türkiye uluslararası sisteme bağlı bir ülkeyken Suriye bundan tamamen izole edilmiş bir ülkedir.
Son yıkıcı deprem nedeniyle çok fazla hasar ve zarar gören Halep şehrinden sıradan bir Suriyeli vatandaştan duyduğum psikososyal bir analiz var. Varil bombalarının sistematik imhası ve göçün bir sonucu olarak başına gelenler ve bu tarihi kentin tarihsel toplumsal derinliğinin dışında nüfusun toplumsal yapısını yeniden tasarlıyor. Analizinde, dünyanın kendisini yeniden dengelemeye acilen ihtiyaç duyduğunu söylüyor. Dedim ki: Sizi anlamıyorum, lütfen açıklayın. Bana dedi ki: Yıkık çadırlarda yaşayanların saraylarda uyuyanlarla yan yana yaşaması normal bir şey olamaz. Aynı şey çöp konteynırlarını karıştırarak yenilebilir bir şeyler arayıp bulanlar için de geçerli. Lüks otel ve restoranlardan yemek yiyenlerin yanında bu durum normal bir şey olamaz. Her türlü yardımı kendi adlarına alan insanların yanında, yardım alıp satan ve ticaretini yapanların olması normal bir şey olamaz. Ateş ve bombardıman altında yaşayan insanların yanında, silahlarını sergileyen ve havaya ateş eden insanların olması normal bir şey olamaz. Savurgan bir hayat yaşayan vaizlerin insanlara sabırlı olmaları ve bağışta bulunmaları gerektiğini söylemesi normal bir şey olamaz.
Dünyanın katmanları inliyor ve acı çekiyor. Çünkü artık haksızlığa, zulme ve aşağılanmaya tahammül edemiyor.
Büyük depremler gibi doğal afetler, doğru bir şekilde ölçülmesi veya tanımlanması zor olabilecek çok büyük insani, maddi ve psikolojik hasara neden olur. Ama aynı zamanda, ekonomik dengesizliğin ve adaletin yokluğunun kasıtlı veya kasıtsız yol açtığı büyük toplumsal çalkantıları ortaya çıkarır ve teşhir eder. Sonuç her durumda felaket olmaya devam ediyor.
Bu deprem aynı zamanda bilim ve cehalet, inanç ve yanılgı, aydınlık ve karanlık arasında süregelen büyük çatışmayı ve insanların yaşananların bilimsel ve jeolojik nedenlerini tam olarak unutarak veya yok sayarak hatalar ve günahlar sonucunda olanları nasıl yorumladıklarını da ortaya koydu. Mesele sadece bu noktada durmadı ve kurbanları şu kavramla bölmeye başladı: “Bizim ölülerimiz cennette, sizin ölüleriniz ise cehennemdedir.”
Türkiye ve Suriye'deki depremi ölçmenin yolları olduğu gibi bu yıkıcı depremin ekonomik, siyasi ve sosyal açılardan çeşitli ‘sonuçlarıyla’ baş etmenin başka yolları da var. En tehlikelisi olan bu artçı sarsıntılar, katmanlar arasındaki devasa boşluk devam ettiği sürece devam edecek ve daha da kötüleşecektir. Tüm biçimleriyle depremlere ve sonuçlarına neden olan bu boşluktur ve deprem sonrası Türkiye – Suriye manzarası bunun en büyük ve en bilgilendirici göstergesidir.
Yıkım, ölüler ve evsizler sahneleri çok acı verici ve yürek burkuyor. İnsanlar onlar için ancak rahmet duasında bulunabilirler. Necib Mahfuz’un ünlü romanı Başlangıç ​​ve Son’un kahramanının söylediği gibi: “Bana gelince, ben siyah bir kravat takacağım.”