Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Deprem fabrikası

Ekranlardan depremin yaptıklarını izliyorduk. Sahneler yürek parçalayıcıydı. Sanki hiç var olmamış gibi yıkılan köyler. Sakinleri hakkında ölüm cezasını infaz eden binalar. Zamana karşı kazanmaya çalışan ve çoğunlukla zamanın yendiği enkaz altından gelen imdat çağrıları. Enkaza dışarıdan bakanlar için zaman uzun ve zor. Enkaz altında kalanlar içinse bir katil. Ölüm borsası deli gibi yükseliyor. On binlerce aile kalan gözyaşlarını döküyor. Evlerin evlatlarına ihanet etmesi ne kadar zor. Sığınak iken bir mezara dönüşmesi, koruyucu olan tavanın bir düşmana dönüşmesi ne kadar zor. Binalar dağılmış. Balkonlar artık yok. Pencereler bir zamanlar vardı. Binalar dehşete kapılmış, içi dışına çıkmış, kendilerini koruduklarını düşünen insanların üzerine kapaklanmış yığınlar halindeydi.
Iraklı siyasetçi ile deprem sohbetinin kapıları sonuna kadar açıktı. Yaşananların tüm dünyanın vicdanını sarsacağına inandığını ve yardım eli uzatmaktan geri kalmayacağına inandığını ifade etti. Şimdi çekincelerin veya eski defterlerin açılmasının zamanı değildi. Felaketin dehşeti karşısında azami dayanışmadan başka seçenek yoktu. Bu değerlendirmesinde haklıydı çünkü yakın ve uzak ülkeler insani sorumluluklarını yerine getirmekte gecikmediler.
“Biz deprem hattı üzerinde bulunan bir bölgenin insanlarıyız ve sanki bu bölgenin daha fazla mezarlığa ve mülteciye ihtiyacı varmış gibi (!) doğa zaman zaman böyle korkunç suçlar işler” dedi. Bu korkunç depremin, sismik politikalar nedeniyle bölgeyi vuran depremlerden daha az korkutucu olmayı sürdürdüğüne dikkati çekti. Bana, depremin kurbanlarının sayısı ne kadar yüksek olursa olsun, 1975'ten itibaren Lübnan'ı vuran depremin kurban sayısından daha az olacağını düşünmüyor musun diye sordu. Yaşananların dehşetini hafife almıyorum. Ama Irak-İran savaşının neden olduğu depremi hatırlıyor musun? O deprem 8 yıl sürdü ve bir ölüler ve engelli insan seli üretti, bugün hala o faturaları ödüyoruz. Ardından Iraklı siyasetçi depremleri saymaya başladı; ABD'nin Irak'ı işgalinin 20’inci yıldönümüne yaklaştığımızı unuttun mu? Bu sadece Irak topraklarında değil, işgalin dünyanın bu bölgesinde tarihsel dengelerde yol açtığı dengesizliğin bedelini ödeyen haritaların topraklarında da artçı sarsıntıları henüz dinmemiş bir deprem. İki deprem arasında, bölgenin deprem hattı üzerindeki yerini pekiştiren Irak'ın Kuveyt'i işgali depremi var. İsrail'in 1982'de Beyrut'u işgali, İsrail ordusunun bir Arap başkentini işgal etmesi unutulamaz bir görüntü. Iraklı siyasetçi İsrail askeri makinesine direnen Lübnan başkentinin daha sonra evlatları veya bir kısmı tarafından öldürülmesinden duyduğu acıyı da dile getirdi.
Bu yüzyıl depremler açısından zengindi. Saddam Hüseyin rejiminin yıkılması bir depreme dönüştü. Onun gibi, 10 yıldan kısa bir süre sonra Muammer Kaddafi rejiminin devrilmesi, artçı sarsıntıları devam eden şiddetli bir depreme dönüştü. Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih'in öldürülmesi Yemen'i deprem hattına yerleştirdi. Mısır, kimliğini yok etmek ve kanını dökmekle tehdit eden büyük depremi önlemeyi başardığı için şanslıydı. Batı Şeria ve Gazze'deki Filistin bölgeleri birbirini izleyen kanlı döngülerin ortasında yaşıyor ve İsrail kamuoyu depremin Filistin devletinden değil, onun kurulmamasından kaynaklanacağını kabul etmedikçe de öyle yaşayacak. Bir de bir deprem yolculuğuna çıkmış ve henüz dönmemiş bir Somali var. Türkiye-Suriye depreminin kurbanları ile kapıları sonuna kadar açık Ukrayna depreminin kurbanları arasında bir karşılaştırma yapmak mümkün mü?
Iraklı siyasetçi, doğal depremlerin önlenmesinin imkansız olduğunu ancak dehşetlerinin hafifletilebileceğini söyledi. Örneğin Japonya gibi diğer ülkeler tarafından benimsenen inşaat koşullarına bağlı kalınmalı. Deprem olmasa bile bazı binalarında çatlaklar ve çökmelere tanık olan plansız şehir ve beldeler sorununun bir an önce çözülmesinin önemine dikkat çekilmeli. Yozlaşmışlar genellikle seçimlerde veya benzeri durumlarda etkili oyunculara dönüştüklerinden, hesap vermekten korkmadan, gözünü kırpmadan inşaat sektörüne ayrılan fonları sömüren, insanların hayatıyla oynayan yolsuzluk canavarıyla yüzleşmeli.
Doğanın suç işlemesi engellenemiyorsa, en azından bölge insanının başkalarının haritalarında ya da kendi haritasında neden olduğu depremleri engellemeye çalışalım. Iraklı siyasetçi, art arda teknolojik devrimlere tanık olan ve geleceğini yapay zekaya teslim etmeye hazırlanan bir dünyada, bölge halkının tarihin mutfaklarındaki zehirleri tüketmeye devam etme hakkına sahip olmadığını düşünüyor. İlk adımın, etnik, dini ve mezhepsel grupların bir arada yaşama konusunda kesin bir karar vermesi ve diğerlerinin haritalarına tek tip kıyafet ve baskın bir renk dayatma hayalinden vazgeçmesiyle atılacağını söyledi. Yığınların altında gizlenen emperyal iştahları gizleyen herhangi bir bahane veya kurtarma etiketi altında uluslararası sınırları ihlal etmemeyi taahhüt ederek, eğitim, sağlık, yoksullukla mücadele, iş imkanları sağlamak, insanların yaşam koşullarını iyileştirmek, kuraklık, çölleşme ve çevresel bozulmayla mücadelede çağı yakalamak için kesin bir karar alarak ilk adımın atılacağını belirtti.
Muhatabım, kendisini deprem bağımlısı ve onlardan ders almama sanatında usta bir bölgedeki bir hayalperest olarak gördüğümü fark etti. Yolsuzluk, fanatizm veya dolarlar ile hile karıştırılan seçimler vagonlarıyla, milislerin, patlayıcıların, İHA’ların sırtında geleceğe doğru gitmenin imkansızlığını vurguladı. Geleceğe gitmek ancak devlet lokomotifiyle, dürüstlük, liyakat ve adını hak eden kurumları birleştiren bir hükümetle mümkündür dedi.
Ortadoğu'nun bir deprem fabrikası olarak kalması, halkı için tabiatın adaletsizliğine ek bir ağır ceza. Toprağın acımasızlıkları dönemsel, deprem fabrikasının acımasızlığı ise sürekli. Karanlık, intikam, zafer, baskı, ötekinin özelliklerini silme, hak ve rollerini öldürme kültürü ortadan kaldırılmalı. Öteki tanınmalı ve kendisine farklı olma ve kendi yolunu seçme hakkı tanınmalı. Hain ve mayınlı bir coğrafyada zorlu bir tarihin kurduğu bomba fabrikasının kapatılmasına ancak adalet, ilerleme ve onur değerleri katkı sağlayabilir. Soru şu: Yeni bir Ortadoğu'ya tüm bu pencereleri kim açacak? Bütün bu gözyaşlarını kim silecek?