Abdurrahman Raşid
Suudi Arabistan’lı gazeteci. Şarku’l Avsat’ın eski genel yayın yönetmeni
TT

Vahhabilik, sömürgecilik ve eski Suudi Arabistan

Suudi Arabistan Krallığı, yaklaşık 300 yıl önce temelleri atılan Suudi devletinin kuruluş gününü kutluyor. Devletin yükseliş ve düşüş aşamalarına tanıklık eden uzun ve görkemli bir tarih geçti. Tarih okuyucularından olduğum için bunun, bugünü anlamaya ve geleceği öngörmeye yardımcı olacağını düşünüyorum.
Kuruluş gününün yıl dönümü tartışma kapılarını aralıyor. 300 yıl önce Suudi devleti bir gereklilik miydi? Şirkle savaşmak için kurulduğu doğru mu? Gerçekten de büyük güçler tarafından sömürgeye uğramadı mı? Uluslararası çatışmalarla nasıl başa çıktı?
1727 yılında, Arap Yarımadası'nda yeni bir devletin tohumları, o sırada onlarca mikroskobik devletçikle dolu olan Diriye kasabasında atıldı. Pratikte bakıldığında, Dört Halife Dönemi sona erdiğinden bu yana, Muhammed bin Suud gelip bağımsız şehir devletlerine ve köylere son vererek büyük bir devlet kurumu tesis etmeyi başarana kadar merkezi bir devlet yoktu.
Şeyh Muhammed bin Abdulvehhab ise komşu kasaba olan Uyeyne’den kaçarak kendisini koruyabilecek tek kişi olduğu için Muhammed bin Suud’un yanına gelmişti.
Tarihi olarak Şeyh, dini bir reformcu rolü çerçevesinde önemli ve etkili bir şahsiyetti. İmam Muhammed bin Suud'un adamlarından biriydi. Ancak sonraki dönemlerde hayatı ve rolü çarpıtılmıştır. Necd ve yarımada yarı müşrikler diyarı ve Şeyh de kurtarıcı olarak lanse edildi. Tevhid çağrısı, Uyeyne'den dışlanarak Diriye’ye hicret etmesi, insanları İslam'a davet etmesi ve onun için verdiği mücadeleler ile biyografisi Resulullah'ın (sav) hayatına uyacak şekilde abartı ile örülmüştür. Gerçeğe en yakın versiyon, Şeyh’in bir davetçi olduğu, Necd ve Arap Yarımadası halkının çoğunun müşrik olmadığıdır. Abartı, Şeyh’i kutsallaştırmak için değil, ondan sonra gelen din adamlarının rolünü kutsallaştırmak için yapılmıştır. Bazı gruplar, kendilerine iktidarda bir meşruiyet veya yerlerini sağlamlaştırmak için Şeyh’in biyografisini abarttı. Devlet, ancak Muhammed bin Suud’un ölümü ve yerine Abdulaziz bin Suud'un geçmesinden sonra otoritesini Arap Yarımadası'nın çoğuna yayabildi. Abdulaziz bin Suud’un hükümranlığı yaklaşık 40 yıl sürdü. Abdulaziz bin Suud Şeyh’e bir rol vermedi, aksine onu evine gönderdi. Bu, devletin geliştiği ve üçüncü ‘Kral’ Suud bin Abdulaziz’in saltanatı sırasında Irak ve Suriye'ye doğru kuzeye genişlediği dönemdi. Abbasi döneminden beri kurulan en büyük Arap devleti idi.
Son yıllarda radikal dini akımın yükselişiyle birlikte Şeyh’i kutsallaştıran, rolünü abartan ve karşılaştırmalarla ona zarar veren bir anlatı hâkim oldu. Radikaller, herhangi bir muhalif anlatıya izin vermiyordu. Dr. Uveyda bin Metirik El-Cuheyni doktora tezini ‘Vahhabilik Öncesi Necd’ üzerine yazarak, buranın müşrik bir bölge olduğu iddialarının inşa edildiği dönemi ortaya çıkardı. Herhangi bir muhalif fikir baskı gördüğünden, Washington eyaletinin Seattle kentinde mezun olduğu üniversiteden tezini beş yıl boyunca yayınlamamasını istedi. Tezini saklayan Cuheyni daha sonra Beyrut'ta basıldığını ve çevrilip kendi adına kitaplaştırıldığını öğrendi. Bu kitap, söz konusu dönem için hala bir başucu kaynağı sayılıyor. Bu sayede, güç ve kaynak için birbirini boğazlayan onlarca devlete bölünmüş yarımadada merkezi bir devlet kurma projesinin hiçbir zaman İslam'ı tamamı Müslüman olan ülkelere yayma amacı gütmediğini ve asıl amacın işgali, yağmayı ve kıtlığı durdurmak ve dünyanın geri kalanında olduğu gibi merkezi bir devlet kurmak olduğunu anlayabiliriz.
Peki, bundan 300 yıl önce bölge ülkelerinin aksine ülkenin sömürgeye uğramadığının söylenmesi? Levant bölgesinde olduğu gibi Avrupa ordularınca bir sömürge yoktu. Ancak Osmanlılar uzun yıllar burayı işgal ettiler. Onlarca yıl büyük bir kısmını sömürdüler. El-Ahsa, El-Hicaz, kuzey ve güneyde ya doğrudan savaşıyorlardı ya da diğer tarafları silahlarla finanse ediyorlardı. İngilizler, Mekke Şerifi'nin güçlerini yöneterek simgesel olarak mevcutlardı. 30 yıl süren kuruluş savaşları yıllarında bu tarafların hepsi kovuldu. Bu savaşları sadece iç savaşlar olarak adlandırmak doğru olmaz.
Uluslararası ilişkilerde etki ve denge kurmak hassas ve zor bir süreçtir. Hele de 2. Dünya Savaşı'nın patlak vermesinden önce. Suudi Arabistan'ı ittifaklarına çekmek için İngilizler, Almanlar ve nispeten daha az derecede Sovyetler arasında şiddetli bir rekabet vardı. Üçüncü Suudi devletinin kurucusu Kral Abdulaziz, büyük güçlerle dengeli bir ilişki kurmaya çalışıyordu ancak Britanya İmparatorluğu, dünyanın o bölgesinde hala en baskın olan güçtü. Kral, petrol imtiyazını ABD'ye tanıdı (ABD’nin askeri varlığı yoktu). Diğer ülkeler üzerinden Hitler Almanya'sından ve İtalya'dan silah almaya çalıştı. Stalin'in yönetimi altında içerisiyle meşgul olan ve Britanya’yı da kızdırmak istemeyen Moskova ile diplomatik bir ilişki sürdürdü.