Sam Mensa
TT

Ukrayna savaşının devam etmesinin bölgeye yönelik riskleri

Ukrayna savaşının üzerinden bir yıl geçti. Buna rağmen boyutları ve alametleri ile Rusya’nın savlarından daha büyük ve daha uzak olduğu anlaşılan, beklenmedik her türlü ihtimale açık tehlikelerinin önüne geçebilecek gerçekçi bir çözümün hatları halen belli değil. Çin girişimi var diyecek olursanız; Çin her ne kadar önemli bir ülke olup küresel bir ağırlığı olsa da savaşın bitirilmesi için Batılı ve ABD’lilerin, özellikle ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken'ın geçtiğimiz günlerde açıkladığı ve Çinli mevkidaşına ilettiği kadarıyla Moskova’ya ‘öldürücü olmayan’ yardımlar yapmak ve ‘Rusya’ya öldürücü yardım sağlamayı ciddi ciddi düşünmekle’ suçladıkları Pekin’in politikasından daha tarafsız bir tutum gerekiyor.
Bu savaşın sonucunu çevreleyen büyük belirsizlikler var. En büyük belirsizlik hala her iki taraf için de ‘zaferin’ ne anlama geldiği. Bir yıl önceki bölünme hatlarına dönülmesi, gerilimi bin 600 kilometreden fazla sürdürebilir. Rusların 2014'ten beri işgal ettikleri ve tartışmasız Rus toprağı olarak gördükleri Kırım'daki iddialarından vazgeçmeleri de pek mümkün görünmüyor.
Aynı zamanda, Ukrayna meselesine verilen desteğin ABD ve Avrupa dışında çok daha az güçlü olduğu dikkat çekiyor. Bu durum, Rusya'yı cezalandırma çabalarını daha az etkili hale getiriyor. Savaş giderek şiddetleniyor ve kötüleşiyor. Herkes, Kiev'in Rusya'nın derinliklerine ulaşabilecek ve Ukrayna'yı savunmadan hücum pozisyonuna geçirebilecek yeni silahlar tedarik etmesiyle, askeri gelişmeler ve yeni cephelerin açılması açısından önümüzdeki baharın neler getireceğini bekliyor. ABD ve Batı'nın bir nükleer güce karşı bu kadar çok para harcayarak ve bu kadar büyük risk alarak Kiev'i desteklemesinin nedenlerine hızlıca değinelim:
Batı ülkelerinden hemen tepki gelmesine neden olan temel sebep, totaliter rejimler karşısında demokrasilerin yanında yer almalarının yanı sıra özgürlüğü ve egemenliği başka bir ülke tarafından tehdit edilen bir ülkeye yardım etme taahhütleridir. Tabii burada ABD’nin hatalarını es geçmiyoruz. Nitekim Soğuk Savaş sırasında ve sonrasında dış politikasında kesinlikle eleştirilecek ve tartışılacak pek çok şey var.
Moskova ve diğerlerine göre ABD, uluslararası ilişkilerinde sahte iddialarla Irak'ı işgal etmek veya diğer ülkelerin yanı sıra Şili ve Nikaragua'daki hükümetleri perde arkasından devirmeye çalışmak gibi olaylarda aklanmış değil. Ancak 1990'da Saddam Hüseyin'in Kuveyt'i acımasız ve haksız bir şekilde işgal etmesine karşılık vermek için müttefikleriyle birlik olup ordularını seferber etmesi ve Kuveyt'i kurtarmayı başarması gibi diğer tutumlarını da görmezden gelmemek gerek. O dönem İngiltere Başbakanı Margaret Thatcher, ABD Başkanı George Bush'a “Tereddüt etme zamanı değil” demişti.
Başta Körfez’dekiler olmak üzere bölgedeki ülkelerin çoğunun, savaşın ilk yılında birçok mayın tarlası arasında ortayol bulma yönünde bir politika izlemeyi başardığı ve Kiev'e insani yardım sağlamakla yetindikleri görüldü. Suudi Arabistan Krallığı, Rusya ile savaş esirlerinin serbest bırakılması için arabuluculuk çabalarını sürdürmeye istekli olduğunu ifade ederek 400 milyon dolar yardımda bulundu. Washington'ın müttefiki İsrail bile aylarca tarafsız kaldı ancak geçen ay Başbakan Binyamin Netanyahu, Kiev'e askeri yardım göndermeyi ‘düşündüklerini’ duyurdu. İsrail’in pozisyonu henüz netleşmese de Moskova endişelenerek bu silahların ‘Rus güçleri için meşru hedefler’ olacağına dair uyarı yaptı.
Bölgede dizginlenmesi güç olan istisna, müdahaleci ve Moskova'yı özellikle insansız hava araçları (İHA) ve füzelerle desteklemekte epey ısrarcı olan İran'ın tutumu. İran’ın verdiği desteğin karşılığında elde edeceği askeri deneyim ve teknolojiyi, bölgedeki nüfuz alanlarında amaçları doğrultusunda kullanması kaçınılmaz. Bu yüzden, ABD'nin Ortadoğu İşlerinden Sorumlu Savunma Bakan Yardımcısı Dana Stroul’un doğruladığı gibi Washington, Rusya ve İran'ın iş birliğini engellemek için küresel bir koalisyon oluşturma düşüncesine yöneldi.
Bu bağlamda öne çıkan üç şey var. Birincisi; Rusya, bedeli ve sonuçları ne olursa olsun savaşı sürdürmeye kararlı. İkincisi; ABD ile siyasi, ekonomik ve güvenlik gibi birden fazla düzeyde şiddetli bir rekabetin ortasında olan Çin, içinde Washington'a karşı hiçbir iyi niyet beslemiyor, aksine Moskova'ya daha da yaklaşmaya devam ediyor. Üçüncüsü; İran, gerek Ukrayna'ya müdahale etme kararlılığı olsun, gerekse nükleer bir devletin eşiğine gelene kadar nükleer faaliyetlerini artırmak olsun, birden fazla cephede gerilimi tırmandırmaktan geri durmuyor. Üç ülke, stratejilerini benzeri görülmemiş sınırlara kadar eşgüdümlüyor.
Tüm bu gerçekler, Ukrayna savaşının ikinci yılının Ortadoğu ve ülkelerine getireceği yeni tehlikeler ve değişimler konusunda dikkatli olmayı gerektiriyor. Hele de İsrail, Netanyahu'nun açıkladığı gibi Kiev'e askeri yardım gönderirse... Zira bu, İsrail operasyonları karşısında İran’ın üzerindeki Rus baskısının tamamen kaldırılması, hatta İsrail uçaklarına ve füzelerine karşı hava savunma silahları tedarik edilmesiyle Suriye’de yansımaları görülecek Moskova’ya yönelik bir kışkırtma olur.
Ayrıca bununla paralel olarak, bir yandan Tahran'ın uranyum zenginleştirme oranlarını artırma ısrarı diğer yandan Netanyahu ve hükümetinin İran'ın nükleer silah geliştirmesini engelleme konusundaki kararlılığıyla beslenen bir İran-İsrail savaşı riski yükseliyor. Washington ise bu savaşı engelleme veya ertelemekte ısrarcı.
Ortadoğu'daki her askeri çatışmanın Moskova’ya faydası var. Zira savaş petrol fiyatlarını yükseltir ve bu onun lehine olur. Genelde Batı'da, özelde ABD’de enflasyon oranlarını yükseltir ve kafaları karıştırır. Dünya bölgede oldukça hassas ek bir savaşla meşgul olur. İran, Rusya ile ortaklığını derinleştirip Ukrayna savaşına daha fazla müdahil olurken, İsrail Ukrayna savaşındaki tarafsızlığından vazgeçiyor. Böylece Washington’ın kaçınmaya çalıştığı bu savaştan uzaklaşması güçleşiyor.
Bu riskler nasıl azaltılır ve bölge ülkeleri bu bölgesel ve uluslararası gerilimlerin yatışmasında rol oynayabilir mi? Tek çıkış yolu, yani İran'a karşı askeri harekâta girişmesini engellemek için İsrail'e baskı yapmak aslında iki ucu keskin bir kılıçtır. Çünkü şu anki gidişata göre bu, İran'ın nükleer bir devlete dönüşmesine izin vermek anlamına gelir, ki bu bölge ülkelerinin çoğu ve Batı’nın istemediği hatta engellemeye çalıştığı bir şey.
Geriye az ve bazıları zor olan seçenekler kalıyor. Birincisi; bir yandan Netanyahu'yu dizginleyebilecek, diğer yandan da Tahran'ın nükleer güç elde etmesini engellemek için her şekilde baskıyı artıracak güce sahip ABD diplomasisi. İkincisi; bölgedeki müttefikleri ve ortakları Tahran'ın saldırılarından korumak için gerekli araçları harekete geçirmek -ki, Washington bu konuda sınıfta kaldı ve dolayısıyla müttefiklerin kendisine ve başarabileceği şeylere güvenleri sarsıldı- ve Ortadoğu’daki ortaklarının kendisini savunacak güçte olduğundan emin olmak.
Üçüncüsü; geçerli bir barış anlaşmasıyla Ukrayna'daki savaşı durdurmaya yönelik diplomatik bir çözüm benimsenmesi. Zira Putin'in Ukrayna'ya karşı zafer kazanması, özellikle kitle imha tehdidi aracılığıyla zayıfları bastırmak için başvurulan askeri güç prensibinin yükselmesi anlamına gelir ve bu tam anlamıyla bir intihar olur.
Risklerin gerçek olması kaçınılmaz oldukları ve gerçekleşecekleri anlamına gelmese de nedenleri hazırdır ve siyaset dünyasında pervasızlar ve hatta deliler yok değildir.