Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Ortadoğu ve Çin randevusu

Bir Arap şehrinde otel çalışanı bana “İsveç'e göç etmeyi bekliyorum, tek çözüm bu. Burada evlenmeyecek ve çocuk yapmayacağım. Ailemin hatasını tekrar etmeyeceğim” dedi. Umutsuzlukla ağırlaşmış bu sözleri beni sarstı. Lübnan topraklarında doğan bir çocuğa bugün ne gibi fırsatlar sağlayabilir? Nasıl bir gıda? Nasıl bir sağlık hizmeti? Herhangi bir eğitim fırsatı var mı? Herhangi bir iş fırsatı var mı? Suriye bugün kendi topraklarında doğanlara ne gibi fırsatlar sağlayabilir? Aynı soru Yemen, Libya ve diğer ülkeler için de sorulabilir mi? Aynı soruyu büyük zenginlikler üzerinde uyuyan bir ülke olan Irak için soranlar da var. Ortadoğu, önümüzdeki on yılları geçtiğimiz on yıllarda birçok ülkesinde benimsenen sözlükle geçiremez. Çatışmanın, başarısızlığın, yozlaşmanın, abartılı bölgesel maceraların ve haritalar içindeki küçük savaşların diline güvenerek fazla yaşayamaz. Irak'ın eski başbakanı Mustafa el-Kazimi bana, yolsuzluğun 20 yıldan kısa bir süre içinde Irak'ın 600 milyar dolardan fazla parasını tükettiğini söylediğinde çok şaşırmıştım. Bu büyük miktar partizan ve askeri oluşumları güçlendirmek, belirli kişileri zenginleştirmek veya bölgesel roller için harcandı.
Ortadoğu gerçeği acı verici ve ciddi tehlikeler konusunda uyarıda bulunuyor. Yozlaşmış, başarısız veya yarı başarısız hükümetler büyük bir bölümünü kaplıyor. Denetim, düzeltme ve hesap sorma mekanizmaları rahatsız edici bir şekilde yok. Adalet terazisinin hükümlerine bağlı bir yargı yok. Parlamentolar, kotalar için çekişmekle ve uygulanamaz olması için kalkınma planlarının içini boşaltmakla meşgul. Liyakat kriterini bir yana bırakıp sadakati garanti olanları etrafına toplama temelinde, devleti ve imkanlarını kötüye kullanmaya yönelik yaygın bir eğilim var.
Zor ve daha kötü olmayı vaat eden bir gerçeklik. Durgun ekonomiler, tehdit altındaki para birimleri ve gerekli asgari hizmetlerin yokluğu. İşsizlerin sokaklarını doldurduğu şehirler. İşsizliğin şiddetini göç hayalleriyle aşan, umutsuzluğun aralarında bazılarını “ölüm botlarına” sürüklediği gençler. Böyle bir atmosferde hayalleri, beklentileri ve yetenekleri olan her genç, alternatif bir vatan arayışıyla büyükelçiliklerin kapılarında bekliyor ve gittiğinde asıl ülkesi, en iyi genç erkek ve kadınlarını kaybediyor.
Ortadoğu, önümüzdeki on yıllarla eski diliyle yüzleşemez. İlerleme takıntısını zafer takıntısından üstün tutacak başka bir sözlüğe ihtiyacı var. İnsanların yaşam standartlarını yükseltmekten, genç kuşağı çağın araçlarıyla donatmaktan, üretmeye ve yenilik yapmaya motive etmekten daha yüksek bir hedef yoktur. Zenginlikler kaybedildi ve bütçeler, haritalar arasındaki karşılıklı korkular veya içlerindeki bölücü savaşlar için tüketildi.
Zaman ile olan ilişki bireylerin geleceği için çok önemlidir. Aynı biçimde devletler için de çok önemlidir. Başarısız politikalar nedeniyle boşa harcanan hayatlar ve eski fikirlere teslimiyet, yalnızca yoksulluğun, çaresizliğin, şiddetin çoğalmasına ve patlayıcı faktörlerin birikmesine yol açar.
Ortadoğu'daki pek çok insan gibi Çin-Suudi Arabistan-İran açıklamasının boyutlarını takip ederken beni bu sorular ziyaret ediyordu. Sihirli bir söz dikkatimi çekti: "Devletlerin egemenliğine saygı ve iç işlerine karışmama.” Haritalara sızmaya ve buralarda siyasi, güvenlik ve demografik darbeler gerçekleştirmeye çalışılmasından kaynaklanan feci sonuçları kanıtlamak için rakamlara gerek yok. İhlaller haritaları parçaladı, onları kimlik korkusuyla gelecek korkusunun karıştığı açık iç çatışmaların pençesine düşürdü. Devletlerin egemenliğine ciddi bir saygı duyma, halklarına bir nefeslenme, öncelikleri yeniden okuma ve gelecek nesillere karşı sorumluluklarını ciddi bir şekilde düşünme fırsatı verecektir. Ciddi hükümetlere; yoksulluk ve işsizlik oranları, yerinden edilme sorunları, gerileyen eğitim, gerekli sağlık hizmetlerinin yokluğu ve ülkelerin planlayan, uygulayan ve izleyen kurumların eksikliğini ele alma fırsatı verecektir.
Suudi Arabistan-İran ilişkilerinin Çin desteğiyle yeniden kurulması kararı, bölgenin köklü iki ülkesi arasındaki ikili ilişkiler ve tüm Ortadoğu için önemli bir olay. Daha önceki bazı tecrübeler, bizi Çin istasyonundan hareket eden trenin izleyeceği yolu bekleyip görmeye yöneltiyor. Gerçekleşmesi arzu edilen niyetler ve alınması gereken kararların uygulanmasıyla ortaya çıkacaklar, anlaşmaların mürekkebinden daha önemli.
Çin'in, ekonomisinin ihtiyaçları için hayati önem taşıyan bir bölgede çözümlerin destekçisi olarak sahneye çıkması dikkat çekici. Çin'in son 40 yılda yaptıklarından dolayı bu rolü hak ettiğini hatırlamakta fayda var. Çin, bu süreçte ideolojik atılımlarla dünyayı değiştirme projesinden vazgeçip içine döndü. Okul ve fabrika inşa etti, yoksullukla mücadele etti, bilimsel ve teknolojik gelişmeyi yakalamaya çalıştı. Sözlüğünü ateşe atarak istikrarını sarsmadı. İstikrarını korudu, ancak sözlük dağarcığını gerçekler ve ihtiyaçlar ışığında gözden geçirdi. Pencereler açtı, sayılara saygı duydu, çabaları ikiye katladı, yenilik yaptı ve başarılar biriktirdi. Böylece Çin, 700 milyon vatandaşını yoksulluktan kurtardığından bahsedebildi ve dünyanın ikinci ekonomisi konumunu hak etti. Son 40 yılında Mao Zedong'un varislerinin zihniyetini benimsemiş olsaydı, İran'ın bugün nasıl bir yer olacağını hayal edebiliyoruz. Bunun için birkaç yıl içinde vatandaşlarının yaşam standardını iyileştiren ve ülkesinin uluslararası düzeydeki ağırlığını destekleyen bir kalkınma başlatmayı başaran Suudi Arabistan deneyimine dönüp bakılabilir. Suudi Arabistan pencereleri açtı. İddialı bir vizyon ve stratejik ortaklıklar benimsedi, genç neslin enerjisini harekete geçirdi, teknolojik ilerlemeden yararlanma ve ona katılma konusundaki çabasını hızlandırdı. Suudi Arabistan önceliklerini seçti; ilerleme ve vatandaşlarının yaşam standardını iyileştirme, cazip bir model oluşturarak bölgede istikrar ve ilerlemeyi yaymaya çalışma. İnşa etme deneyimleri uygun bir ortam ve çevreye ihtiyaç duyduğundan Suudi Arabistan, diyaloğu sorunları çözmenin tek yolu kabul etme, devletlerin egemenliğine saygı ve içişlerine karışmama temelinde bölge ülkelerine elini uzattı.
Ortadoğu halkları onun çatısı altında yaşamaya mahkûm. Farklı olma hakkına saygı gösterilmesi uluslararası hukuk ve sözleşmeler çatısı altında zorunlu. Hiç kimsenin zorla, ihlallerle veya İHA’larla tek tipliliği empoze etme hakkı yok. Tek seçenek bir arada yaşamak, bütçeleri üniversiteler ve köprüler inşa etmek için harcamak, bilim ve teknoloji yarışına katılmak. Ortadoğu onlarca yıllık parçalanmalar, şiddet ve başarısızlıktan bıktı. Nefeslenmesinin zamanı geldi. Çin randevusu, bir istikrar penceresi açabilir ama bunun için önce parçalanmış ülkelerin kendi içlerinde yeni düşüncelerle istikrar perçinlenmeli.
Çin son 40 yılı donukluk, izolasyon ve eski formüllerin sınırlamaları içinde geçirmiş olsaydı, bugün dünyaya bir yük olurdu. Ama işte Şi Cinping Çini bunun yerine, özellikle büyükler kulübü içinde rollerin boyutlarının değiştiği bir dünyada çözümleri himaye etmek isteyen bir ilerleme lokomotifine dönüşüyor.