Sam Mensa
TT

Nasrallah'ın Frenciye’yi aday göstermesine Lübnan merceğinden bakmak

Lübnanlılar, Sayın Hasan Nasrallah'ın geçen Pazartesi günü eski bakan ve Marada Hareketi'nin lideri Süleyman Frenciye'nin cumhurbaşkanlığı adaylığına "Hizbullah"ın desteğini duyurduğu konuşmasını değerlendirirken aşırıya kaçtılar. Aşırılığa, sanki Hizbullah'ın bu seçim konusundaki tutumu yeniymiş gibi bir de şaşkınlık eşlik ediyordu. Bu aşırılık ve şaşkınlığın sebeplerini iki ana sebeple özetleyebiliriz; birincisi, genel olarak Lübnanlıların ve özellikle Hristiyanların, cumhurbaşkanı seçimini Lübnan'ın eski ve yeni pek çok ve karmaşık olan sorunlarını çözmenin anahtarı saymaktaki o ısrarıdır. Söz konusu ısrar, Lübnanlıların siyasi körlüğünün, Hizbullah ve onun Lübnan ile bölgedeki rolleri, ülkede karar alma süreci üzerindeki güvenlik ve siyasi etkisi sebebiyle kontrolsüzlük sınırlarına varan kriz gerçeğiyle yüzleşmekten kaçınmalarının cisim bulmuş halidir. Kaldı ki Nasrallah, konuşmasında cumhurbaşkanı seçimini çözüm olarak görmenin yanlışlığına istemeden de olsa işaret etti. Nasrallah, eski Lübnan cumhurbaşkanı Mişel Avn ve damadı Cibran Basil'in partisi olan Özgür Yurtsever Hareket'in vaatlerini abarttığını ve bunlar uygulanmak istenseydi bile çoğunun cumhurbaşkanlığının yetkisi dahiline girmediğini söyledi. Nasrallah bu sözleriyle Lübnan Hristiyanlarını iki can alıcı noktadan vurdu; birincisi Hristiyan cumhurbaşkanının yetkilerinin genişletilmesi konusunun abartılmaması, ikincisi, müttefiki Basil'in ana sloganı olan Hristiyanların hakları talebinin sınırlı olması gerektiği.
İkinci ana sebep ise, Lübnanlıların Hizbullah’ın İran siyasetinin ve hedeflerinin uygulayıcısı ve kolaylaştırıcısı olarak bölgedeki rolüne bakmaksızın, konuşmayı sadece kendi merceklerinden okumalarıdır. Hizbullah’ın Lübnanlı, mensuplarının da Lübnanlı, popüler kuluçka makinesinin Lübnanlı Şiilerin çoğunluk olduğu ama azınlık ittifakı kapsamında onunla ittifak halindeki Lübnanlı Hristiyanlar ile onun ve Suriye rejiminin yörüngesinde dönen bazı Lübnanlı Sünni güçlerin bir karışımı olduğu doğru. Ancak bu, politika ve uygulamalarının kaynağının Lübnan olduğu anlamına gelmez, aksine tamamen İran kaynaklı.
Gelişmelere ve değişimlere hızlı bir bakış, birden fazla cephede bir ihtiyatlılık ve beklenti durumunun varlığını gösteriyor. Yeni İsrail hükümeti ve Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun ana gündem maddesi haline gelen nükleer dosya zemininde İsrail ile İran arasında yükselen tansiyon bunların başında geliyor. Netanyahu her fırsatta İran'ın nükleer silah edinmesini engellemek için her türlü yola başvurmaya kararlı olduğunu vurguluyor. Bu bağlamda ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin'in İsrail dahil bölgeye yaptığı ziyaret, ülkesinin bu meseleyi ve Netanyahu hükümetinin karşı karşıya olduğu diğer sorunları, Batı Şeria'da Filistinlilere karşı uzun süredir devam eden ve Washington'u endişelendiren gidişatlara yol açabilecek şiddeti kontrol altına alma isteğinden ayrı tutulamaz. Filistinlilere karşı artan şiddet aynı zamanda ABD’nin bölgedeki çıkarlarına ve İsrail'in çıkarlarına zarar veriyor, onunla ilişkileri normalleştiren Arapları zor durumda bırakıyor. Buna ilaveten Netanyahu, gerek içerideki benzeri görülmemiş gösteriler, gerekse yedek kuvvetlerin yargı düzenlemesine karşı çıktıkları için eğitime katılmayı reddetmeleri olsun, Yahudi devletinin kuruluşundan bu yana tanık olmadığı bir iç muhalefet hareketiyle karşı karşıya. Bunun yanı sıra hükümetleri düşürme kısır döngüsünün bir sonucu olarak çözüm yolunun tıkanması tehlikesiyle yüzleşiyor. Zira seçilmiş bir hükümeti düşürmek, gelecekte sağın da memnun olmadığı başka bir hükümeti baskıyla düşürebileceği anlamına geliyor.
Tüm bu gerçekler, Netanyahu'yu sonuçları meçhul maceralara atılmaya motive edebilecek olası gerçek tehlikelere işaret ediyor. Bu da Hizbullah ve arkasındaki İran'ı hassas ve endişeli hale getiriyor. İsrailli liderler, İran'ın elindeki nükleer bomba yapımında kullanabileceği fisil (bölünebilir)  madde miktarı konusunda endişeliler.
İran-İsrail gerilimi nükleer dosyayla sınırlı kalmayıp Tahran'ın Suriye'deki varlığına kadar uzanıyor. Genel olarak İran’ın silahlandırılması, Suriye’deki kara ve hava savunmasını güçlendirmesi açısından Suriye cephesine yansımaları nedeniyle İran'ın Rusya ile ittifaka tam olarak dahil olması, İsrail’in bu konudaki endişelerini daha da büyüttü. İsrail'in Suriye'deki İran hedeflerine yönelik askeri operasyonlarında artan ivmenin açıklaması da bu olabilir. Batılı diplomatik bilgiler, tıpkı 1978- 2000 yılları arasında Güney Lübnan'da kurduğu güvenlik şeridi gibi bir tampon güvenlik bölgesi oluşturmak için İsrail'in, İranlıları, müttefiklerini ve onlarla bağlantılı milisleri sınırlarından kuzeye itmek amacıyla Suriye sınırında niteliksel ancak sınırlı bir askeri operasyona girişmesi ihtimalini uzak görmüyorlar. Tahran'ı İsrail sınırlarından uzaklaştıracak sınırlı hedefleri olan bir savaş senaryosu, Suriye halkının çıkarlarını gözetmeden, İsrail'in güvenliğini sağlamayı hedefliyor, İran’a sınırlarından uzakta hareket özgürlüğü tanıyor. Netanyahu’yu Washington'un kaçındığı büyük bir bölgesel savaştan kurtarıyor. Bundan sonra büyük olasılıkla İsrail'in Suriye'deki İran hedeflerine yönelik hava saldırıları duracak ve İran Lübnan'da olduğu gibi orada da varlığını, rolünü ve projesini sürdürecek ki Tahran’ın tüm meselesi, İsrail tehdit etmekten ziyade budur.
Lübnanlı mercekler, Lübnan'ı ve dolayısıyla Hizbullah'ı çevreleyen bu tehlikelerin farkında değillerdi. Oysa Hizbullah ve müttefiki Temsilciler Meclisi Başkanı ve Emel Hareketi lideri Nebih Berri’nin, yani Şii İkilisinin, Lübnan'ın yeni cumhurbaşkanının kişiliği ve yönelimleri konusundaki katılıklarının ve tavizsizliklerinin arkasında büyük ihtimalle bu tehlikeler yatıyor. Ama bu katılığın arkasında sadece bu bölgesel riskler yok, Hizbullah’ın Lübnan ile ilgili projesi, cumhurbaşkanı Avn'ın 6 yıllık görev süresi boyunca Cibran Basil ve hareketiyle yaşadığı sıkıntı yaratan deneyime rağmen durmadı veya değişmedi. Nasrallah konuşmasında açıkça buna atıfta bulunuyordu. Bu deneyimin Hizbullah’ı yönetim işlerinden tek başına sorumlu görünmemeye daha kararlı hale getirdiği doğru, nitekim bugün de geriden yönetiyor ve her an “kışkırtıcı” bir aday olduğu gerekçesiyle Süleyman Frenciye’den vazgeçebilir. Ama bu vazgeçiş, özünde yönelim ve pratik, Hizbullah’ın politikalarına bağlılık açısından onun aynısı olan, Hizbullah’ın tabiriyle onu “arkadan bıçaklamayacak” başka bir şahsiyetin lehine olacaktır.
Son olarak, geçtiğimiz Cuma günü iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden başladığını, devletlerin egemenliğine saygı ve iç işlerine karışmamanın yanı sıra aralarındaki güvenlik iş birliği anlaşmasının etkinleştirildiğini vurgulayan bir bildiriyle, Çin sponsorluğunda varılan Suudi Arabistan-İran mutabakatı deklare edildi. İran'ın mutabakatın ikinci maddesi olan içişlerine karışmama taahhüdüne ne kadar bağlı kalacağından bağımsız olarak, bu mutabakat, Şii İkilisinin Frenciye'nin cumhurbaşkanlığı adaylığına desteğini duyurmasının zamanlamasını açıklayabilir. Hizbullah, şimdi yönelimlerinde aşırıya kaçmış görünmemek için daha sonra pazarlık yapmak amacıyla talebinin çıtasını yükseltti. Yakında Meclis Başkanı Berri’nin bu seçeneği (pazarlıkları) netleştirmek için bir "iç" diyalog çağrısında bulunduğunu görebiliriz.
Özellikle Lübnan açısından Suudi Arabistan-İran anlaşmasının sonuçlarını görmek için henüz çok erken. Bazı atılımlara tanık olabiliriz, ancak iç güç dengesi bir gecede değişmeyecek. Sonuç olarak, cumhurbaşkanı seçimi gerçekte en iyi ihtimalle krizi uzatan bir otoyol iken, onu çözüm kapısı olarak görmek her zaman büyük bir yanılgıya ve hatalara yol açıyor.