Tarık Alhomayed
Suudi yazar. Şarku'l Avsat eski genel yayın yönetmeni
TT

Suudi Arabistan ve İran... İki kaynak arasında

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan'ın geçtiğimiz pazartesi günü Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda tanımladığı gibi; Suudi Arabistan-İran anlaşmasından sonra Çin'in ‘himayesi ve arabuluculuğu’ ile ilgili çok şey yazıldı ve söylendi.
Bu reaksiyonlar normaldir. Çünkü Prens Faysal'ın meslektaşım Zaid bin Kami'ye söylediği gibi; Riyad ile Tahran arasındaki müzakerelerin iki yıldan fazla sürdüğünü göz önünde bulundurursak, propaganda karmaşası ya da her zaman Suudi Arabistan'ı şeytanlaştırma girişimi dediğim şey çok gürültülü görülüyor.
Suudi Arabistan gizemli ya da öngörülemez değildi. Aksine Veliaht Prens Muhammed bin Selman liderliğindeki El-Ula Anlaşması’nın yanı sıra Suudi Arabistan-ABD ve Suudi Arabistan-Çin zirvelerinden bu yana oldukça netti.
Riyad, ‘kalkınma ve reform’ olan net bir karar verdi. Daha önce burada üst düzey bir Suudi yetkilinin Suudi Arabistan dış politikasının ‘kalkınma, kalkınma, kalkınma’ üzerine kurulu olduğunu ve “Faydasız savaşlara zaman ve para harcamayacağız” dediğini aktarmıştım.
Bu, ABD'de ve Batı'da birçok kişi tarafından duyulan bir konuşmadır. Bir keresinde Riyad'ı ziyaret eden üst düzey bir Avrupalı ​​yetkiliye Suudi Arabistan'ın kimsenin tarafını tutmadığı söylenmişti. Ancak “Rusların veya diğerlerinin yaptığı gibi, tutumumuzu öğrenmek için iletişim kurma zahmetine girdiniz mi?” Bu nedenle Suudi Arabistan politikasını anlamanın anahtarı, eğer şantajdan uzak durursanız gayet açıktır.
Örneğin birkaç gün önce, Riyad ile Tahran arasında çok şey söyleyen ve kaynaklardan alıntı yapan iki haber vardı. İlki, Veliaht Prens Muhammed bin Selman'ın Riyadh Air (Riyad Havayolları) şirketini kurduğunu açıklamasının ardından Riyad'ın Boeing'den 80 adet 787 Dreamliner satın almayı düşünmesiydi. (Nitekim Riyad dün sözü edilen şirketten 72 adet uçak satın aldığını açıkladı.) İkincisiyse ayrıntılar konusunda halen süren tartışmaların ortasında bulunan ancak İran Dışişleri Bakanı’ndan alıntı yapan ve Tahran'ın, Washington'ın İran mallarını serbest bırakması karşılığında İran'daki ABD’li mahkumları serbest bırakmak için Washington ile bir anlaşmaya vardığını söyleyen haberdi.
Bu iki haber üzerine düşünen herkes gerçeği net bir şekilde görür. Söylendiği gibi; ‘her şey zıddı ile kaimdir.’ Riyad'ın nereden başladığını, kalkınmanın ne zaman başladığını ve Tahran'ın nerede başladığını, birikmiş ve varoluşsal krizlerden ne zaman ve ne şekilde çıkmaya çalıştığını da anlayabilir.
Prens Faysal bin Ferhan, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda açıkça şunları söyledi:
“Bu anlaşma iki ülke arasındaki tüm önemli ihtilafların çözüme kavuşturulduğu anlamına gelmiyor. Daha ziyade, barışçıl yollarla ve diplomatik araçlarla iletişim ve diyalog yoluyla çözme konusundaki ortak arzumuzun kanıtıdır. Suudi Arabistan, bölgesel ve uluslararası güvenlik ve istikrarın geliştirilmesindeki rolü ve sorumluluğunun bilincinde olarak, sükûnet ve gerilimi azaltma yolunda ilerlemeye devam ediyor. Suudi Arabistan olarak, İran ile yeni bir sayfa açmayı, sadece ülkemizde değil, tüm bölgede güvenlik ve istikrarın sağlamlaştırılmasına, kalkınma ve refahın ilerlemesine olumlu yansıyacak iş birliği ufkunu genişletmeyi umuyoruz.”
Özetle, birçok kişinin kafa karışıklığı ve şantaj propagandası nedeniyle anlamadığı şey, Suudi Arabistan'ın kalkınmaya hevesli, bağımsız karar alma ve pragmatizme sahip olmasıdır. En önemli şey ve Suudi Arabistan'da gerçekten değişen şey de bu: Kaprislere değil vizyona dayalı karar verme hızı. Bu, Veliaht Prens Muhammed bin Selman liderliğindeki El-Ula Anlaşması’nda açıkça görülüyordu.