İstemi Yılmaz
TT

Çin’in Ortadoğu’ya dönüşü kimleri rahatsız ediyor?

Türkiye cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerine odaklanmışken Ortadoğu’da denklem değişiyor. Suudi Arabistan ile İran, taraflar arasında imzalanan anlaşmayla uzun süredir devam eden anlaşmazlığa nokta koydu. Yedi yıl aradan sonra ilişkilerin yeniden kurulması kararlaştırıldı, böylece diplomatik ambargo sona erdi.
Anlaşma başlı başına bir önem teşkil ediyor. Taraflar iki ay içerisinde diplomatik ilişkileri tesis etmeyi ve büyükelçilikleri yeniden açmayı taahhüt ediyor. Fakat imzaların, müzakerelerin gerçekleştirildiği Çin’de atılması kritik. Başka bir ifadeyle İslam dünyasının iki mezhebinin süper güçleri arasındaki husumetin Pekin’de nihayete ermesi, Çin’in Ortadoğu sahnesine dönüşünü simgeliyor.
Riyad-Tahran hattındaki normalleşmenin iki kaybedeni var. İlki Washington yönetimi. Donald Trump sonrası göreve gelen ABD Başkanı Joe Biden, Cemal Kaşıkçı cinayetinin tüm sorumluluğunu yüklediği Suudi Arabistan’ı bölgede yalnızlaştırarak cezalandırmayı tercih etti. Zaten İran-ABD ilişkilerinin vaziyeti ortada. Trump’ın nükleer anlaşmadan ayrılma kararı sonrası eski diplomatik temasların yerinde yeller esiyor. Hal böyle olunca Washington yönetiminin “Ortadoğu’nun en büyük krizini” çözebilmesi mümkün değildi.
ABD’nin bölgeyi pandemide ve ekonomik daralma eğiliminde kaderine terk etmesi, Ortadoğu’daki her aktörün kendi kaderini ellerine almasına yol açtı. Neticede BAE’den Arabistan’a değin bir dizi ülkeyle normalleşmeyi seçen Türkiye de mezhepsel milliyetçilik üzerinden hakimiyet politikasına son vermeyi tercih eden İran da çareyi savaş baltalarını gömmekte buldu.
Diplomatik zaferde Pekin’in imzasının yer almasıysa sabırlı bir uluslararası ilişkiler stratejisiyle gerçekleşti. Bundan yaklaşık iki sene önce Irak aracılığıyla başlayan ve Umman ile devam eden Riyad-Tahran hattındaki “mesafeli temaslar” zaman zaman kopma noktasına geldi. Ancak Çin, tarafların hassasiyetlerini kavrayarak sürece müdahil oldu ve farklılıklardan çok ortaklıkları ön plana çıkardı.
Uzlaşının ikinci kaybedeniyse Rusya. Kremlin sanılanın aksine ne İran’ın ne de Çin’in daimî müttefiki. Tahran’la kurduğu ilişki dışlanmışların zoraki birlikteliği olarak okunabilir. Pekin’le ise bir ortaklığı söz konusu değil. Nitekim Moskova’nın Türkiye ile Esed rejimini aynı masada buluşturma çabalarının Çin’in Ortadoğu açılımı karşısında atılmış bir adım şeklinde nitelendirebiliriz. Vladimir Putin İran’ı da masaya dahil ederek Esed rejimini meşrulaştırma adımında Tahran’ı Çin kadar önemsediği mesajını veriyor.
Sonuç olarak İran ile Suudi Arabistan arasındaki barış uzun soluklu Ortadoğu barışının habercisi olabilir. Zira uzlaşının yankıları sadece iki başkentte değil Bağdat’ta, Şam’da ve Beyrut’ta da etkisini gösterecektir. Öte yandan küresel manada Çin’in Ortadoğu denklemine dönüşüyle birlikte diplomatik rekabete ABD ve Rusya’dan sonra Pekin’in de dahil olduğu bir tabloyla karşı karşıyayız. Çin’in “barıştırıcı” rolünün sonraki sahnesi Afrika olursa şaşırmayalım.