Geçtiğimiz pazar günü Şarku'l Avsat’ta yayımlanan Meşal Sudeyri tarafından kaleme alınan ‘Sizin dininiz size, benim dinim bana’ başlıklı makale, zihnimde birçok soruyu gündeme getirdi. Çoğu tek bir nokta etrafında dönüyor, o da küçülen ve parçaları birbirine bağlanan bu evrende hayatı bizimle paylaşan diğerleriyle sıkıntımız. Bizden az ya da çok farklı olanları ‘hep’ bizimkinden farklı bir yere yerleştiren bir sınıflandırma hevesimizin ardındaki sırrı hep anlamaya çalıştım. Ve bu güçlü eğilimin, farklı olanı sorun olarak gören dini düşüncenin ortaya çıkmasına ve bu anlamdan kaynaklanan, onu doğrulayan bir ilişki için kural ve ölçütler koymasına zemin hazırladığını biliyorum.
Aslında şu noktadan tam olarak emin değilim: Başkalarına karşı üstünlük duygumuz mu, bu duyguyu haklı çıkaran ve destekleyen hukuki hükümler üretmemize neden oldu, yoksa tam tersi mi? Yani farklı olanı aşmayı gerektiren ve başkalarına karşı bu tür davranışların teorik ve manevi temelini atan, bir mirasın varlığı mı?
İşin aslı, komşunuz başka bir insan, başka bir köyün çocuğu olduğu gibi, biz din veya mezhep farkını ‘başka’ olarak ele almıyoruz. Farklı olan ‘başka bir âlemdir’ ve bu nedenle en basit temsillerinde bile örneğin, size selam verdiğinde, sizi evine davet ettiğinde, parasını sizinle paylaşmak istediğinde…vb. onunla olan ilişkiyi düzenleyen bir hukuk hükümleri sistemi vardır.
Bu örnekler şaka değil. Birçok kaynağa dayanan rivayetlerde, yolda veya binanın asansöründe, bir kafede ‘diğer âlemden biriyle’ tesadüfen karşılaşırsanız, ola ki bir uçak yolculuğunda yan yana denk gelirseniz onlara surat asmanız salık veriliyor. Başka bir âlemden biri tarafından verilen selama, alışılmışın dışında özel bir şekilde karşılık vermemizi bildiren başka rivayetler de söz konusu.
Ya karşınızdaki anneniz, kocanız, komşunuz…vs. ise gibi bizi acı konulara götürebilecek örnekler üzerinde durmak istemiyorum. Ancak sözün özü bizim mirasımız, insanlar arasındaki farkı, bilgi merakını uyandırmak için bir fırsat ya da birbirini tanımak için bir sebep olarak görmediğini söylemekte fayda var. Daha ziyade, onu izole ederek ve hareketi için belirli bir çevre oluşturarak ve ‘grubun’ geri kalan üyeleriyle temas kurarak çözülen bir sorun olarak gördü.
Geleneksel akımın -sözlü olarak- tarihin Müslümanların başkalarıyla olan iyi ilişkilerine şahitlik etmesiyle övünmesi gariptir. Bu ifade doğru veya yarı doğru olabilir. Ancak soru şu: ‘Diğer âlemi’ daha aşağı bir seviyede sınıflandıran ve onu diğer insanlarla olan ilişkinin hükümleri ve ilkeleri dışında hüküm ve öğretilerin konulduğu bir problem olarak ele alan devasa miras ne olacak?
Bu ilişkiye tarihsel koşulları bağlamında bakarsak, iyi ilişki anlayışımızın doğru olduğunu kabul ediyorum. Peki bu açıklama bugün bize ne anlatıyor? Yukarıda sözü edilen yargıları kullanabilir miyiz, yoksa ataların tarihi hakkında duyduklarımızla gurur duymaya devam mı etmeliyiz, yoksa bunu ve bunu arkamıza alıp doğru soruyu mu sormalıyız: Günümüz dünyasında insan ve İslam için en iyisi nedir... Farklı olan herkese tam bir açıklık mı, yoksa dünyadan korkmaya ve onu geri çekmenin ağırlığına dayanan eski kolay buyruklara bağlı kalmak mı?
Üstad Meşal Sudeyri, onun gerçek durumunu, duygularını anlamak, kendisi ve âlemi hakkındaki fikrini ve vizyonunu kavramak için kendimizi ‘diğer âlemin’ yerine koymamızı öneriyor. Sudeyri, kendilerini bizim yerimize koymaya, hayatımızı yaşamaya çalışan o ‘diğer âlemden’ insanlardan bize bazı örnekler sunuyor. Başka örnekler biliyorum ve bence bu üzerinde düşünmeye değer bir tecrübe. İnançlarımız ve yaşam biçimimiz için güçlü gerekçelerimiz var ve başkalarının da güçlü gerekçeleri var. Biz iyi yaptığımızı sanıyoruz, onlar da... Bir deneyim olarak da olsa dünyaya onların gözünden bakmamız gerekmez mi?
TT
‘Başka bir âlem’ ama bizimle aynı
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة