Haçlı seferleri, Afrika, Hint alt kıtası ve Ortadoğu’nun sömürgeleştirilmesi, İsrail’in Arap-İslam coğrafyasının ortasında kurulması, Arap-İsrail savaşlarına Batı’nın İsrail lehine destek vermesi, Soğuk Savaş sonrası “komünist düşman” yenilince yeni düşman ihtiyacı duyulup, Müslümanların “yeşil düşman” denilerek yeni düşman ilan edilmesi, İslam’ın şiddet dini olduğu iddiasıyla sürekli terör ve Müslümanlar arasında bağlantı kurulması, Batı’da yaşayan Müslümanlara ayrımcılık yapılması ve nihayet Afganistan ve Irak işgalleri sonrası, Müslümanların kahir ekseriyeti Batı’nın kendilerinin en önemli düşmanı olduğunu, sürekli kötülükler icat ettiğini düşünmeye ikna oldu. Aslında bir önceki cümlelerime dikkatlice bakılırsa, Müslümanların bu konuda çok da haksız olduğunu düşünmüyorum.
Elbette Batı, daha özel ifadeyle ABD ve Avrupa, yukarıda bahsettiklerimden ibaret değil. Aynı zamanda ülke sınırları dışına reva görmedikleri demokrasiyi, huzuru, refahı kendi sınırları içerisinde ikame etmeyi başarmış olmalarının yanında, ciddi oranda, İslam ve Müslüman düşmanlığı gütmeyen, birlikte yaşamın gerekliliğine inanan, İslamofobi gibi nefret suçlarıyla mücadele eden az sayılmayacak oranda Batılı var. Buna rağmen, biz Müslümanların Batı’ya mesafeli olmak yanında tümden “kötü” kabul etme gibi hatalarımız olabiliyor. Çünkü ilişkilerimiz normal değil, şöyle özetleyeyim; sadece Batı’dan gelen saldırılara muhatap olmadık, saldırılara karşı kendimizi savunacak imkanlardan yoksun olduğumuz için, onlar geliştiği için ve biz geri kaldığımız için, “onlar kazandı biz kaybettik” psikolojisiyle, “onlar dinsiz, kötü, katil oysa bizler, Allah’ın sevgili kullarıyız, hatta onlarda aile bitti buna bağlı toplum, ahlak bitti ama bizler aileyi, toplumu, ahlakı koruyan toplumlarız, Türkçesi; biz cennetliğiz, onlar cehennemlik” savunmasına büründük.
Bi de meseleye karşı taraftan bakalım, haklı olduklarını söylemiyorum, sadece ne nedir onu paylaşıyorum; 11 Eylül’ü yaşamış, eş zamanlı olarak Avrupa’daki terör saldırılarına muhatap olmuş, DEAŞ’ın kafa kesme görüntülerini izlemiş Batılıların gözünde de biz Müslümanların çoğu vahşi, şiddetle arasında mesafe olmayan kişileriz. Aslında öyle değil ancak bu tip propagandalara ve bazen de bu tip gerçeklere muhatap oldukları için öyle düşünebiliyorlar. Örneğin, Batılı medyanın sürekli İsrail’i kayıran haberler yapması sonrası, birçok Batılı, İsrail, Filistinlilere kan kusturduğu halde, İsrail’in sürekli terör saldırılarına maruz kalan, can güvenliği olmayan insanların yaşadığı bir yer olduğunu sanıyor. Hatta Batılıların da bizim gibi komplocuları var; Obama’nın gizli Müslüman olarak tüm ABD’yi içeriden işgal etmek için başkan olduğunu düşünenlerin sayısı sandığımızdan da fazlaydı.
Ama tüm bunlara rağmen yakın zamanda bir şeyler oluyor. İngiltere’de Müslüman bir başbakan göreve geliyor, İskoçya’da Hamza Yusuf isimli göçmen bir Müslüman başbakan oluyor.
İskoçya’da Hamza Yusuf, birinci nesil Pakistanlı göçmen bir ailenin çocuğu, adalet bakanı olarak da görev yaptıktan sonra bugün artık İskoçya başbakanı. Hamza Yusuf’un partisi SNP, ABD ve İngiltere’nin Irak işgaline ciddi şekilde karşı çıkmıştı, bununla bağlantılı olarak iktidara geldiler ve o günden bu yana halen iktidardalar. Yusuf’un da partiye işgale karşı geldiği için katıldığı söyleniyor. Hamza Yusuf, herhangi bir tedirginlik duymadan, göreve geldiği ilk akşam ailesiyle cemaat olarak kıldıkları namazı paylaşabiliyor.
Bu gelişme sonrası bu duruma sevinen Müslümanlar oldu ancak çoğunluk meseleye yine komplo olarak baktı, “yine bi işler çeviriyorlar” şeklinde yorum yaptı. Emin olun, Müslüman bir göçmenin başbakan olabildiği İskoçya’da bu durumdan memnun olmayan İskoçlar da vardır. Ancak bu sonucu değiştirmiyor, İskoçya’da göçmen bir Müslüman başbakan… dahası, oldukça ironik olan da şu; Yusuf, İskoçya’nın İngiltere’den bağımsızlığı için çalışacak bir siyasetçi. Bizim anlayacağımız dilde söyleyecek olursak, dedelerini sömüren İngiltere’ye karşı İskoçların bağımsızlığı için çalışacak. Bu sırada karşısında olacak kişi de İngiltere’deki bir başka göçmen, Müslüman Başbakan Rishi Sunak. “Müslümanları birbirlerine kırdırıcaklar” şeklinde akıllara zarar yorum geldi mi bilmiyorum ama eğer gelirse, iki Müslümanın, Hristiyan mahallesinde (2011 itibariyle ülkenin yarısı Hristiyan, kalan yarısı inançsız olarak raporlanmıştı), meşru siyasi ortamda, bağımsızlık üzerine çözüm arıyor olması da “kırdırma” olarak değil ancak siyaset yapacak yetkinlikte iki Müslüman olması olarak yorumlanır, tekrar ediyorum, fitne olarak değil.
Şimdi de dönüp biraz kendimize bakalım, İslam ülkelerine bir diğer deyişle Müslümanların çoğunluklu olarak yaşadığı, Müslümanların yönetimde olduğu ülkelere bakalım, onların içerisinde bir başka semavi dine mensup, Yahudi ya da Hristiyan ya da inançsız biri, üstelik o ülkenin milletinden olmayan göçmen biri, yönetimin tepesinde olabilir miydi?
Bir sürü bahane ile bu sorunun geçiştirileceğini, gerçek cevap olan “hayır”ın verilmeyeceğini biliyorum ama zaten bazen de sorular sadece sormak için sorulur, cevap almak için değil. Mümkünse İskoçya’da bir Müslümanın başbakan olmasına olumsuz yaklaşırken, Batılıların kötücüllüğünden bahsederken arada kendi mahallemize de bakalım. Zira normalleşmemizin başka yolu yok, çünkü ilişkilerimiz normaller üzerine kurulmadı, çünkü hala düşman olduğumuz fikriden kurtulamıyoruz, çünkü herkes kötü biz iyiyiz savunmasına fazla kaptırdık… nihayetinde biz de herkes kadar kötü, herkes kadar iyiyiyiz, ne eksik, ne fazla, onlar da öyle. Dolayısıyla, yönetim kadrolarında din, ırk birliği gerekliliği gibi gereksiz ayrıntılara değil de ehil olanın yönetimde olması gereğine inanır ve bunu yerine getirirsek, kurtarılması gerekenin İskoçya değil kendimiz olduğunu görebilirsek, İskoçya’yı kurtarmadan önce kendimizi kurtarmanın yollarına bakabiliriz, zaten gerekli olan da bu değil mi?
TT
İskoçya’da göçmen, Müslüman bir başbakan
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة