Fayez Sara
Suriyeli gazeteci-yazar
TT

Bölgenin sorunlarını çözmeye doğru!

Doğu Akdeniz'de son altı ayda bir dizi heyecan verici olay ön plana çıktı. Bunlardan belki de en önemlisi, Çin arabuluculuğunda yapılan İran-Suudi Arabistan açılımıydı. Bundan önce Rusya'nın teşviki ve ısrarı ile Türkiye, Suriye'deki Esed rejimi ile ilgili açılıma gitti. Bu çerçevede Türkiye-Mısır ilişkileri ve Türkiye-İsrail ilişkilerinde görüldüğü gibi Suudi Arabistan-Türkiye ilişkilerinde de bir yumuşama yaşandı. Bazı bölge ülkeleri arasındaki sınırlı veya kriz halindeki ilişkilerde gelişmelere zemin hazırlayan başka açılımlardan da bahsetmek mümkün. Irak'ın Arap çevresi ile ilişkilerinde yaşanan gelişme buna bir örnek. Mustafa el-Kazımi liderliğinde bir açılım yaşandı ve halefi Muhammed Şiya es-Sudani, 2022'nin sonlarında Irak hükümetinin başkanlığını üstlendikten sonra aynı adımları takip etti.
Doğu Akdeniz’deki açılımlar silsilesi ve bunun Arap Körfezi bölgesindeki uzantıları iki şeyi açığa vuruyor. Bunlardan birincisi, Suudi Arabistan’ın Vizyon 2030 projesi çerçevesindeki değişimlerindeki gibi yeni programlar ile iç sıkıntılara karşı mücadelede ya da bölgesel politikalarının etkilerini yaşayan İran örneğindeki hükümetlerin politikaları ve kararları sonucunda önceki dönemde şiddetlenen sorunlar ile mücadelede hükümetlerinin çabalarında artış görülen Suudi Arabistan Krallığı, Türkiye, İran ve Mısır’da olduğu gibi özellikle bölge ülkelerinde yaşanan iç gelişmelerdir. Son açılımların açığa vurduğu ikinci şey ise, bölge ülkeleri arasındaki ilişkilerin çatışma niteliğinden çözüme, uzlaşmaya ve yakınlaşmaya doğru kaydırılmasıdır. Bazıları bunun, bölgenin hepsinde olmasa da çoğunda hakim olacak bölgesel bir düzen getirecek uzlaşmaların habercisi olduğunu savunuyor.
Herhalde gerçekleşen açılımların, büyük güçlerin bölgeye yönelik politikalarından ayrı olmadığının belirtilmesine gerek yok. Bölgede son 10 yılda önemli gelişmelerin yaşandığı ve ABD, Rusya ve Çin'in her birinin politikalarında üç olgunun öne çıktığı söylenebilir. ABD’nin bölgeye yönelik ilgisi, uzun ABD tarihinin aksine en düşük seviyelerine geriledi. Eskiden bölge Washington’ın siyasi, ekonomik ve güvenlik düzeylerindeki uluslararası gündeminin tepe noktasında yer alıyordu. ABD’nin bölgeye ilgisini azaltması, eleştiri ve prestij kaybı ile sonuçlandı. Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'nde (NATO) Washington'ın en önemli ortağı olan Türkiye gibi müttefik ülkelerin politikalarına karşı muhalefete yol açtı. Bu, şu an üstesinden gelmek ve ABD-Türkiye ilişkilerinin yanı sıra ABD'nin Suudi Arabistan ile geçtiğimiz yıllardaki seçkin ilişkilerindeki etkileriyle başa çıkmak için büyük çaba sarf edilmesi gereken ihtilaflara yol açtı.
ABD'nin bölgeye olan ilgisinin azalmasına karşın, Rusya son 10 yılda bölge ülkelerine daha fazla yakınlık gösterdi.
Moskova'nın bölge politikasındaki belki de en önemli şey Türkiye ile ilişkileriydi. İlişkileri 2015'te Rusya'nın Suriye'ye müdahalesinin ardından geleneksel ilişkilerden ittifak ilişkilerine dönüştü. Rusya’nın müdahalesi iki taraf arasında adeta savaşın kapılarını aralamıştı. Ancak Moskova bunu, 2016'daki üçlü Moskova Deklarasyonu ve ardından Astana sürecinin başlatılmasıyla Suriye konusundaki pozisyonunda Türkiye ve İran'la yakınlaşmasını sağlayan siyasi ve pratik bir ortaklık için başlangıç noktası haline getirdi. Böylece Moskova, müttefiklerinin Suriye meselesindeki pozisyonunda çelişkili görünen politikaları uzlaştırdı. Bunu Moskova ile Ankara arasındaki gittikçe gelişen bir yakınlaşma izledi. Bu, Türkiye'nin Rusya'nın talepleri ve baskısı gibi nedenleriyle Esed rejimi ile ilişkilerini yeniden normalleştirme eğiliminden açıkça görülüyor.
Çin’in bölgedeki varlığıyla ilgili yaşanan gelişmeler, buradaki büyük ülkelerin varlığındaki en önemli değişikliklerden birini temsil ediyor. Çin, son yıllarda bölgedeki çoğu ülkeyle açılıma ve ekonomik ilişkilere odaklanarak sessiz politikalar yürüttü. Çin Devlet Başkanı’nın 2022'nin sonlarında Suudi Arabistan'a yaptığı ziyaret, Pekin-Arap ilişkilerinde adeta bir dönüm noktası oldu. Ziyaret, Çin'in Arap ülkeleriyle daha derin ilişkilerinin habercisi olan Çin-Suudi Arabistan, Çin-Körfez ve Çin-Arap olmak üzere üç zirveye tanık oldu. Pekin'in arabuluculuğunda yapılan Suudi Arabistan-İran anlaşması bu gelişmelerin bir parçasıdır.
İç ve bölgesel çevreler arasında ve uluslararası güç ilişkilerindeki değişikliklerle bağlantılı olarak Doğu Akdeniz ve Arap Körfezi ülkelerinin ilişkilerinde açılım yolları görülebilmektedir. Bunların içeriği ağırlıklı olarak stratejik nitelikte olsa da geçtiğimiz onlarca yılda bölgeye ve halklarına tebelleş olan iç çatışmaların ve anlaşmazlıkların mirası ve yaşanan acı deneyimler nedeniyle genelde geçici ve deneysel düzeyde kalıyor.
Suudi Arabistan-İran anlaşması bölgedeki açılım yollarından biri ve bölge ilişkilerindeki stratejik gerekliliklerin bir örneğiyken, bunu geçici ve deneysel kılan şey, İran'ın özelde Körfez'deki ve genelde Doğu Akdeniz’deki politikalarına ilişkin gerçeklerdir. Tahran’ın mezhepsel yayılma çabası bu politikalara damgasını vurmuştur. Tahran silahlı milisler kurarak ve füze ve nükleer projelerle desteklenen silahlı kuvvetleri güçlendirmeye ve çeşitlendirmeye yönelerek bu çabalarını artırmıştır. Bu bağlamda Lübnan, Irak, Yemen ve Suriye olmak üzere dört Arap ülkesine doğrudan ve dolaylı yönden varlığını dayatmıştır. Bu ülkeler İran siyasetinin esiri olmuştur. Bu bakımdan, Suudi Arabistan’ın İran’a açılımının İran’ın farklı politikalarına kapı aralayacak pratik adımlarla karşılanması gerekiyor. Bunların, komşu ülkelere müdahaleye son veren, komşu ülkelere statülerini ve normal ilişkilerini tekrar tesis etmesine yardımcı olan ve iyi komşuluk yaklaşımına ve ortak çıkarlara dayalı ilişkiler kuran politikalar olması gerekiyor. Bunun Türkiye'nin Ankara'nın Beşşar Esed rejimiyle ilişkilerindeki açılımının sonucuna benzemesi kuvvetle muhtemel. Esed’in politikası, Esed'in Suriyelilere karşı yürüttüğü savaşta izlediği stratejiler sonucunda iki ülke arasındaki açılım ve iş birliği ilişkilerinin bozulmasına neden olmuştu. Nitekim bu politikalar Türkleri siyasi, ekonomik ve güvenlik düzeyindeki yansımaları açısından zora sokmuştu. Özellikle de göçmenler ve Kürtler konusunda. Bu iki mesele şimdi Türkiye’nin Suriye ile ilgili girişiminin temel taşlarını oluşturuyor. Girişimin dolaylı da olsa Suriye ve çevresindeki çatışmaya çözüm bulma noktasında olumlu bir etkisi olacaktır. Tüm bunlar, Türkiye'ye Şam ve onun aracılığıyla Arap komşularıyla ilişkileri için daha iyi bir fırsat sağlayacaktır. Bu, stratejik çıkarlar çerçevesinde Türkiye açılımının yolunu açacaktır. Ancak iki tarafın ilişkilerinde on yıllık bir çatışma yaşandığı ve tarihi mirastan geçmişin tüm olumsuzluklarının alındığı göz önüne alınırsa, açılım yolunun kolay olacağını ve hızlı sonuç alınacağını söylemek güç. Tam tersi bu yol zorluklar ve tehlikelerle dolu olacak ve gerekli sonuçları elde etmek için çok fazla çaba ve zaman gerekecek.
Özetle bölge, politikaların, ilişkilerin ve aktif güçlerin değiştiği açılım yollarında yeni bir aşamaya tanık oluyor. Bu yolların genel yapısı, tüm bölgenin ve ülkelerinin stratejik çıkarlarınayken, alınan mirasın ışığında kâh başarı ile sonuçlanabilecek kâh başarısızlıkla noktalanacak geçici ve deneysel görünüyorlar. Bu da onları, bölgenin şu anki durumunu aşacağı, sorunlarını çözeceği ve daha sonra yeni bir bölgesel düzen kurmaya zemin hazırlayacağı umudunun yeşerdiği bir geleceğe doğru alıştırma yolları kılıyor.