Bekir Uveyda
TT

Adil olmayan bir barışı garanti etmek imkansızdır

Beyaz Saray’ın efendisi Başkan Joe Biden dün, güvenlik geriliminin en az olduğu bir atmosferde Kutsal Cuma Anlaşması’nın 25. yılı kutlamalarına katılma umuduyla Atlas Okyanusu’nu geçerek İrlandalı atalarının topraklarına geldi. Kuzey İrlanda’da iç savaşın tarafları arasında yapılan anlaşma adını imzalandığı günden alıyor. Peki, anlaşmanın imzalandığı 10 Nisan 1998 yılından beri varsayıldığı gibi barış olmasına rağmen tedbir almaya gerek var mı? Evet. Gerçek her zaman şunu gösterir ki, varsayımlar ile sahadaki gerçeklikler birbirinden tamamen farklı şeylerdir. Bu bağlamda, ABD eski Başkanı Bill Clinton döneminde Senatör George Mitchell liderliğinde ABD arabuluculuğunda imzalanan anlaşmaya tanık olan eski İngiltere Başbakanı Tony Blair, geçtiğimiz cuma akşamı özetle, Kuzey İrlanda barışına her zaman ‘for granted’ yani garanti gözüyle bakılmaması için bir uyarı çığlığı attığında son derece haklıydı.
Sadece bir asır bir yıl önce, yani 1922'de ‘Özgür İrlanda’nın -şimdiki İrlanda Cumhuriyeti'nin- doğuşuyla, dini-milliyetçi boyutu olan bir çatışmanın doğduğu kırılgan barışın durumu buysa, Filistin-İsrail ortak yaşamının şartlarının garanti edilmesinin imkânsız olmasına şaşırılır mı? Bir kez daha hayır. Olayları takip eden herkesin bildiği gibi Filistin toprağı, binlerce yıla yayılan yüzyıllardır çatışma üstüne çatışmaya tanık oluyor. Nitekim son bir haftadır yaşanan şiddet olayları sonucunda yaşanan ölümler, verilen kurbanlar, dökülen kanlar ve geri dönen hüzün her iki taraftaki evlerin ocaklarına ateş düşürüyor. Şiddet olaylarının çıkış noktasını, İsrail Savunma Kuvvetleri’ne bağlı güçlerin Mescid-i Aksa avlusuna baskın düzenlemesi ve burada itikafa çekilenlerle çatışması oluşturuyor. Bu, o zamandan beri ara ara ancak gün boyunca gerilimin tırmanmasına yol açtı. Her iki tarafta da yeniden akmaya başlayan kan, çatışmanın her iki tarafının kanlarının oluşturduğu nehirlere ekleniyor. Bu çatışma tünelinde, gerçek ve gelecek yüzyıllar boyunca yaşamasının garanti olacağı söylenebilecek herhangi bir son gözükmüyor.
Aslında, dini nitelikteki herhangi bir çatışma, ortaya çıkışının temeli ile doğrudan ilgili olan tarafları, aralarında ciddi bir anlaşmaya varmak için bir araya getirmek her zaman zor olacaktır, hatta imkânsız olabilir. Böyle bir çatışmayı yönetmekle yükümlü olanların çıkarları er ya da geç onları, sönmeye başladığı anlaşılan her aşamada yangının alevlerini körüklemeye iter. Tarih, öğrenmeye istekli herkes için hazır bir öğretmendir. Öğrenmek isteyen herkes, birçok halk arasında patlak veren savaşların belgelerine başvurabilir; süregelen, yaşadığı ve yaşayacağı sürecin, etkili bir uyum ve dolayısıyla olumlu bir barışa imkân verecek şekilde sürekliliğini uzun süre garanti edilebilecek temellere dayalı olduğunu görmek için. Böylece, yüzyıllarca süren karşılıklı kan ve zaman kaybından sonra, çatışmanın her iki tarafındaki liderlerin değil, nesiller boyunca enerjilerini, zihinlerini ve potansiyellerini yaratıcılık için kullanmak yerine siperlerde, sığınaklarda ve kamplarda can almak için harcayan sıradan insanların genç nesillerinin, barışın gerçek anlamına dokunmasının ve dünyanın yeniden inşasında, insanların mutluluğunda rol almasının yolu açılacaktır.
Filistin-İsrail çatışması örneğinde, her geçici sakinliği takip eden dönemde halka, silahların susmasının meyvelerini yukarıda belirttiğim gibi kendilerinin toplamasına ve böylece bir insan olarak onların gözlerinde ve gelecek nesillerin çıkarları düşünüldüğünde, barışın savunulmayı ve üzerinde ısrar edilmeyi hak eden bir kazanıma dönüşmesine fırsat verildiği nadir görülmüştür. Örneğin, Batı Şeria'daki acıların hiç de basit olmadığını unutmayarak, Gazze Şeridi'ndeki sıradan insanların durumunu ele alalım. İlk intifadanın (1987) patlak verdiği andan, Fetih Hareketi’nin Tunus’tan Gazze’ye gelmesine (1994) ve oradan Hamas Hareketi’nin 2007 yazında yönetimi ele geçirmesine kadar işler her geçen dönem daha da kötüleşti. Bu kötüleşmenin sorumluluğunu sadece Hamas’ın omuzlarına yıkmak doğru olmadığı gibi objektif de olmaz. Bundan başta İsrail olmak üzere birçok taraf sorumludur. Oslo Anlaşmaları’nın sağladığı barış vaadine gelince, aslında bu garanti değil. Çünkü adil bir temelden yoksun. Bu durumun değişmesi beklenirken, daha fazla şiddet ve kan akması kimseyi şaşırtmasın.