Bugün bir ramazan bayramını daha idrak etmiş bulunuyoruz. Ramazanda ruhumuzu besleyebildiğimiz oranda bayramı hak etmiş olacağız. Kendi nefsimizi riyadan, hasetten, gıybetten, kusur aramaktan kısacası her türlü kirden ve olumsuzluktan arındırdıysak bayram bize hoş gelecek inşallah. Zira orucun farz kılınmasının temel gayesi; “Şeytânî dürtülere karşı direncimizi arttırarak günahlardan, kötülüklerden korunabilmektir.”[1]
Tuttuğu oruçlarla nefsini arındırmış ve okuduğu Kur’an sayesinde Rabbi ile olan ahdini tazelemiş ve kendisine yüklenen sorumluluğu hatırlamış Müslüman bireyler olarak gittiğimiz her yere bayram sevinci ve bayram huzuru götürmeliyiz. Dahası M. İslamoğlu’nun ifadesi ile “Bayram biz olmalıyız! Gittiğimiz yere adalet, şefkat, ahlak, sevgi, sevinç, huzur, bereket, refah, özgürlük, aydınlık götürmeliyiz! Götürmeliyiz ki, biz gelince “bayram geldi” desinler.” Gittiğimiz yerlere bayramı götürebiliyorsak gerçek manada bayramı yaşıyoruz demektir.
Çünkü bayram bir anlamda; sevindiğimiz kadar değil sevindirdiğimiz kadar bayramdır.
Bayram, sevdikleri olmadan ilk bayramlarını geçireceklerin acısını bir nebze hafifletmektir…
Bayram, Filistin’de kendi topraklarında işgalci muamelesine maruz kalanlara sahip çıkabilmektir…
Bayram, Suriye’de kamplarda yaşayanlara veya yurtlarını evlerini terk etmek zorunda kalanlara bir taraftan canı yürekten kucak açarken bir taraftan da evlerine barklarına dönebilmeleri için çaba göstermektir…
Bayram, Çin’in zulmü altında ezilen Doğu Türkistanlı Müslümanları özgürleştirebilmektir…
Bayram, zulüm altındaki bütün coğrafyaları zalimlerin elinden kurtarabilmektir…
Bayram, imamesi kırılıp taneleri dağılmış tesbih gibi Müslüman ülkeleri vahdet ilkesi gereğince bir araya getirebilmektir…
Bayram, Hz. Resul’ün “Birbirine mirasçı kılınacağını zannettiği” komşuları ziyaret edip ahvalleriyle ilgilenebilmektir…
Bayram, sıla-i rahim yapmaktır…
Bayram, yetimleri, miskinleri, kimsesizleri hatırlayıp onların kimsesiz olmadıklarını hissettirebilmektir…
Eğer insanlar; “Bayram gelmiş neyime / Kan damlar yüreğime / Yaralarım sızlıyor / Gülmek benim neyime…” deyip bayramın sevincini ve mutluluğunu hissedemiyorlarsa ciddi manada problem vardır. Problemlerin, sıkıntıların, dertlerin ve kederlerin olduğu yerde inanmış bireylerin bayram neşesi yaşaması olası değildir. Zira Hz. Resul’ün, “Müslüman kardeşinin derdini dert edinmeyen bizden değildir.”[2] öğretisine aykırıdır. Zira bayram, bedeli ödenmiş bir sevincin adıdır…
Gerçek manada bayram yapmak için öncelikle yukarıda zikrettiğimiz birtakım hususların hayalini kurmak sonra da bu hayallerin gerçeğe dönüşmesi için çalışmak gerekir.
Hz. İsa da Allah yolunda kendisine destek olmuş havarilerini/arkadaşlarını sevindirmek için gökten sofra isterken bayram ve sevinç kaynağı olsun diye istemiş ve şöyle yakarmıştı: “Ey Rabb’imiz, ey yüce Allah’ımız!” diye yalvardı, “Bize gökten öyle bir sofra indir ki, geçmiş ve gelecek bütün nesillerimiz için kutlanacak bir bayram ve senin tarafından bize bahşedilmiş bir mûcize olsun. Ve göndereceğin bu ilâhî sofra ile bizi besleyip rızıklandır; zira sen, rızık verenlerin en hayırlısısın.”[3] Bayram sevinci yaşatmak için indirilen sofra hak yolda çekilen cefanın, yapılan fedakârlığın ödülüydü. Ödenen bir bedel yapılan bir fedakârlık, indirilen bir sofra ve ödül olarak sevinç ve bayram…
Bizler de okuduğumuz Kur’an’la teslimiyetimizi, adalet, şefkat ve merhamet bilincimizi güçlendirip tuttuğumuz oruçlarla, yaptığımız infaklarla ve ikame ettiğimiz namazlarla kulluğumuzu perçinlediysek; muhtaçların, yetimlerin ve afet bölgesindeki kardeşlerimizin yaralarına merhem olabildiysek ve başta Kudüs olmak üzere mazlumların yaşadıkları tüm coğrafyalara sahip çıkmak adına yürekten bir dua ve Filistinli minik eller gibi bütün zalimlere ve şeytani güçlere bir taş atabildiysek; bayramımız mübarek, kutlu ve hayırlı olsun!
Hayallerimizin gerçeğe dönüştüğü nice bayramlara…
[1] el-Bakara 2/183
[2]
[3] el-Mâide 5/114