Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar
TT

Casusluk dünyasında yeni bir kriz

ABD hükümetini ilgilendiren sözde ‘gizli’ çok sayıda belgenin sızdırılmasından iki hafta sonra, Biden yönetimi, bırakın böylesine trajik ve gülünç bir olayın tekrarlanmasını önlemenin yollarını önermeyi, halen ne olduğunu açıklayabilmiş değil. Daha yakından bakarsak; yaklaşık 13 yıl önce WikiLeaks’in 700 bin gizli belgeyi sızdırmasına ilişkin halen güvenilir bir açıklama gelmediği göz önüne alındığında bu durum şaşırtıcı gelmeyebilir.
Ancak bu olayların emniyet boyutuna odaklanmak, dikkatleri gizli belgelerin sınıflandırılması ve karar vericiler tarafından kullanılmasına ilişkin diğer ilgili konulardan uzaklaştırabilir.
Her şeyden önce sızdırılan belgeler, ana akım medyada yer almış çok sayıda haberi içeriyor. Örneğin Ukrayna'nın Rus işgali karşısında bahar ayları için gerekli tüm silahlara sahip olmadığını öğrenmek şaşırtmadı. ABD’nin, ABD hakkında casusluk yaptığını varsayabileceğimiz müttefikleri hakkında bile casusluk yaptığını öğrenmek şaşırtıcı değildi.
‘Gizli’ ve hatta ‘çok gizli’ tanımının, aşırı derecede çok sayıda belge için kullanıldığı aşikâr. Belki de bu, bu belgeleri sunanların statülerini yükseltme arzusundan kaynaklanmaktadır. Ancak bu, karar vericilerin bu belgeleri kavramak şöyle dursun, tüm bunları okuyup okuyamayacakları sorusunu gündeme getiriyor. Bu, karar alma organının ihtiyaç duyduğu tüm bilgilere sahip olduğu ancak gerçekte neler olup bittiğini anlayamadığı bir durum yaratabilir.
Yıllar önce İran-ABD ilişkileri ile ilgili bir kitap yazarken, Humeyni'nin ‘öğrencilerinin’ Tahran'da işgal edilen ABD Büyükelçiliği’nden çıkarttıkları 30 ciltten fazla belgeden yararlanmıştım. ‘Öğrenciler’ tarafından yayınlanan ciltler, çok sayıda belgeden seçilmiş örneklerdi. Bunlar, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı’nın (CIA) İran genelinde beş binden fazla ‘kaynağa’ veya ‘muhbire’ sahip olduğunu ve İran'ın siyasi, sosyal ve ekonomik manzarasının neredeyse tüm yönleri hakkında düzenli olarak raporlar aldığını gösteriyordu. Ancak sözde ‘çok gizli’ belgelerin çoğunun Tahran gazetelerinde okunabilecek veya şehrin büyük çarşısına yapılacak sıradan bir ziyarette duyulabilecek şeylerin yankılarını taşıdığını anlamak için çok da derin bir hayal gücüne sahip olmaya gerek yoktu. ‘Gizli’ ve ‘çok gizli’ ibareleri bu belgeleri hazırlayanların statülerini yükseltmek için kullanılmıştı. Daha da kötüsü, bir belgenin kaynaktan karar alma mekanizmasının hiyerarşisi boyunca izlediği yolun görülebildiği durumlarda, raporların sevk edilmesindeki kesintilerin ve zikzakların Washington'daki üst düzey karar vericilerin mevcut bilgileri kullanmasını engellediği açıktı.
Bu belgeler -yeni sızdırılan diğerleri gibi-, başka bir şeyi daha ortaya çıkardı: Sözde gizli raporlar, içerdiği konularda halkın genel havasının yankılarını taşıyordu.
Yani bu gizli raporların genel etkisi, o sırada herkesin zaten doğru olduğunu varsaydığı şeylerin altını çizmekten ibaretti. Bu bakımdan ilgili istihbarat analisti çalışmasına zaten var olan bir hipotezden başlamış ve bunu doğrulamaya çalışmış oluyor.
O zamandan bu yana, bu gibi tuhaf çalışma şekline sahip pek çok örnek gördük. Washington'daki Kremlin gözlemcilerinin son ana kadar Sovyetler Birliği'nin kağıttan bir ev gibi yıkılacağını tahmin edemedikleri söyleniyor. Bunun yerine Mihail Gorbaçov'un ‘perestroyka’ ve ‘glasnost’ politikalarına odaklanıyorlardı. Başka bir deyişle; gazetelerde herkesin okuduğunu tekrarlıyorlardı. Sonuç olarak, göz açıp kapayıncaya kadar değersizleşen insanlar hakkında bir ‘çok gizli’ raporlar seli ürettiler.
İran-Irak Savaşı sırasında, ‘istihbarat topluluğu’ Saddam Hüseyin'in ordusunun hızlı bir zafer kazanacağını düşünüyordu. Mollalar, beklenen imamın İran'ın güvenliğini sağlayacağı umuduyla İran ordusunun kafasını kesmiş, hava kuvvetlerindeki neredeyse tüm pilotları hapse atmış ve askerleri evlerine göndermişti. Gerçekte, Saddam'ın yürüttüğü ‘yıldırım’ savaşı sekiz yıl sürmüş ve kanlı bir beraberlikle sonuçlanmıştı.
2001 Afganistan işgalinde, ‘istihbarat topluluğu’ Taliban'ın savaş gücünü abartmıştı. Peştun savaşçılarının bir ‘savaş makinesi gibi’ olduğu klişesi, Molla Muhammed Ömer’in Japon yapımı motosikletiyle Kabil'den kaçmasından çok sonra da devam etmişti. Yıllar sonra, Afganistan'daki Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) Kuvvetleri Komutanı General Stanley McChrystal, Londra'da düzenlediği bir basın toplantısında Peştunların İskender'den İngilizlere kadar Afganistan'daki tüm yabancı işgalcileri yendiğini söyledi.
Aynı şekilde Kuveyt'in kurtuluşuyla sonuçlanan Körfez Savaşı'nın patlak vermesinden önce, ‘istihbarat topluluğu’nun Irak ordusunun gücünü abartarak zaman zaman onu ‘dünyadaki dördüncü askeri güç’ olarak tanımladığını ve uzun bir savaşa hazırlanmayı tavsiye ettiğini görüyoruz. Gerçekte ise her şey sadece birkaç gün içinde sona ermişti.
Başkan Biden'ın Afganistan'dan trajik bir şekilde geri çekilmesinin nedeni, en azından kısmen, Cumhurbaşkanı Eşref Gani dönemindeki Afganistan ordusunun sadakati şöyle dursun, birliğinin abartılmasıydı.
Bu, komşu ülkeler düzeyinde son model silah sistemlerine boğulmuş ve prestijli ABD akademilerinde eğitilmiş subaylar tarafından yönetilen bir orduydu. İstihbarat uzmanlarının burada ıskaladığı şey, nihai çöküşten bir yıldan fazla bir süre önce, subay ve astsubaylar arasında paralarını ve ailelerini yurt dışına gönderenlerin sayılarının artmış olmasıydı. Cumhurbaşkanı Gani, Afgan vatandaşlarının seyahat başına 10 bin dolara ülkeyi terk etmelerine de izin vermişti. Son ABD birliklerinin Kabil'den ayrılmasıyla birlikte, ABD’li vergi mükelleflerinin ceplerinden çıkan milyarlarca dolarla inşa edilen onlarca lüks kışla ve silah deposunda ışıkları söndürecek kimse kalmamıştı.
Aynı istihbarat topluluğu, Kırım üzerinde Rus kılıçlarının şangırdamasını, sadece Kiev içindeki güç mücadelesinin bir parçası olarak Vladimir Putin'den gelen sinyaller olarak değerlendirmişti. Bu, Başkan Barack Obama’nın Ruslarla savaşa girmeme kararına desteği artırmıştı. Putin 2014'te Kırım’ı işgal edip ilhak ettiğinde, Obama Rusya'nın ‘bölgesel bir güç’ olduğunu ve tek taraflı eylemlerinin ABD’nin ‘ulusal güvenliğini’ ilgilendirmediğini söyleyerek işin içinden sıyrılmaya çalışmıştı.
Diğer yandan istihbarat servisleri ‘çok gizli’ raporlarını Obama'nın saf analizine uyacak şekilde düzenlemişlerdi. Bu da Putin'e bir yıl içinde ikinci Ukrayna toprağını işgal etmesi için bir yeşil ışık niteliğindeydi. Aynı raporlar, Rusya'nın askeri gücünü abartarak silahlarının çoğunun eskimiş, Sovyet döneminden kalma olduğu gerçeğini göz ardı etmişti.
Buna karşılık, istihbarat camiasının Putin'in geçen yılki işgaline ilişkin tahminleri doğru çıktı. Ancak bu tahmin, Washington'daki karar vericilerin krizle başa çıkmak için politikalar oluşturmasıyla neticelenmedi.
Dolayısıyla karar alıcıların kendilerine gelen ve görmezden geldikleri ‘çok gizli’ raporları okumaktansa gazeteleri okumaları daha iyi olabilirdi.