Abdurrahman Şalkam
TT

Gitmeyen Roma zamanı

İtalya'nın Roma kenti insanın, gücünü ve zayıflığını, zamanın tüketmediği sanatını ve yaratıcılığını emanet ettiği taşlarda yaşayan çağlarıdır. Her alan, duyuları olan bir yaşamla dolup taşar ve siz ona baktığınızda her sütun size bakar. İmparatorluğun görkemini yıllar yuttu ancak bugün içinde yaşadığımız dünyamızda var olma gücüne sahip anlamlarla dolup taşıyorlar. Şiddetli savaşlar dünyayı bir uçtan bir uca sarsıyor, doğa sürekli darbeler indiriyor, insanlar vahşice birbirine saldırıyor ve güçlü olan zayıf olana acımıyor.
Bir zamanlar dünyanın yarısına hükmeden Roma İmparatorluğu, hakim olan her güç gibi sonra yok oldu. Romalılar şehirlerini zamanın zayıflatamadığı ve hiç susmayan yaratıcılığa emanet ettiler. Roma şehrinin simge yapıları arasında saatlerce dolaşmak, sanki geçip gitmeyen tüm çağlardan geçiyormuşsunuz gibi, sizi zamanın ve insanın kıvrımlarına, güç ve zayıflık, inşaat ve yıkım, yaşam ve ölüme götürüyor. Bunlar, gördüğünüzde size dokunan ve Kolezyum’da (il colosseo, yani devasa kütlede) var olan yaratıcılığın gücüyle varlıklarını zorla kabul ettiren zamanlara sizi çeken yerler. Kolezyum’un inşaatına İmparator Vespasian döneminde başlandı. On binlerce insan kapasiteli yuvarlak, boyutu 85 metre uzunluğunda ve 55 metre genişliğinde bir alan inşa edildi. MÖ 3’üncü yüzyılda Roma ile Kartaca arasındaki Pön Savaşları sırasında güç, imparatorluğun ruhunu, zihnini ve kaslarını doldurdu, her şey ona amade kılındı. İmparator herkesin üstündeydi, dökülen kan bir mesaj ve öldürmek bir eğlenceydi. Romalıların sevdiği kanlı bir oyun. İmparator yanında imparatoriçe ve senatörlerle birlikte ölüm oyunlarını Kolezyum’un üst bölümlerinde, sıradan insanlar ise daha aşağılarda alkışlar ve bağrışlarla izlerlerdi. İmparatorluğun dört bir yanından getirilen tutsaklar ve köleler Kolezyum'un merkezine sürülür ve daha güçlü olanın zayıfı öldürdüğü düellolar yapılırdı. Güreşçilerin numaralarının yazılı olduğu bahis biletleriyle seyirciler kimin ölüme direnip sonuna kadar savaşacağına dair bahse girerlerdi. Ölüm oyunu, kan döküldüğü ve devasa gücün toprakları üzerinde bedenlerin ufalandığını gördükleri için güçlüleri memnun ederdi.
On yıllar ve yüzyıllar geçti ve kendisi ile birlikte Roma'yı, imparatorlarını ve kölelerini de taşıdı. Ancak bu korkunç öldürme arenası uzunluk, genişlik ve büyüklük olarak hâlâ canlı ve içinde gitmeyen bir zaman yaşıyor. Bugünkü dünyamız, dünyanın her yerinde genişleyen ve yükselen bir Kolezyum. Güçlüler kurbanlarını eğlenerek ve alkışlayarak öldürüyor. Her günün soluklarıyla kendini tekrar eden korkunç bir büyük tiyatro oynanıyor. Öldürme araçları kılıçlar, kalkanlar ve ağlar değil, insanlar artık daha şiddetli ve acı verici olanları yarattılar. Akıllar, ilaç üretmekten çok ölüm makineleri yaratmak için rekabet eder hale geldiler. Doğanın bedenini gazlar ve atıklarla hedef alan katliamlar uzadı ve sonunda doğanın öfkesi, toprak üzerindekilere merhamet etmeyen volkanlar, fırtınalar ve depremlerle patlak verdi. Bütün dünya korkunç bir Kolezyum’a dönüştü.
Alevler Roma’yı sararken onu seyretmenin keyfine varmak dileğiyle Roma'yı yakan İmparator Neron, dünyanın dörtte birine egemen bir başkentin köşelerinde ölümcül bir kaos ateşini tutuşturdu. Ölümünden sonra, halefleri iktidar için birbirleri ile savaştılar. Roma kısa sürede dört imparatora tanık oldu. İmparator Vespasian, şiddet içeren bir zevkin senatörlerin ve pleblerin kafasına vurulacak bir mesaj, düşman Kartaca'ya gönderilecek bir güç ve kan mesajı olduğunu düşünüyordu. Bunun için öldürme arenası Kolezyum’u inşa etti. Ancak mesajı mekan ve zamanı aştı ve insanlar arasında etkisini bugüne kadar sürdürdü.
Roma şehrinin ortasındaki Pantheon binası, büyüklüğü ve ihtişamı ve taşıdığı anlamlarla eşsiz, anıtsal bir mimari eser. 43 metre çapında ve 4 bin 535 ton ağırlığında bir kubbe ile örtülü yapı, tüm imparatorluğun en büyüğüydü ve Roma mimari mükemmelliğinin bir ifadesiydi. İmparatorluğun tüm tanrılarının tapınağı olarak inşa edildi. İnsanlar daha önce hiç böyle bir taş yapı görmemişti. Sütunları Mısır’daki firavun tapınaklarından getirilmişti. Romalı mühendisler, yaratıcılıklarını göstererek dünyanın ilk kez tanıştığı betonu icat edip sütunsuz bir devasa yükseklikte kubbe inşa etmişlerdi.
Pantheon, mimari mükemmellik açısından en az Kolezyum arenası kadar görkemli bir Roma ruhani mimari mesajıydı. Pantheon ruhani bir kale ve imparatorluğun bileşenleri arasındaki yakınlığın tanığıydı. Bu, güçlü beden ve aynı zamanda ruhlar için bir ölüm ve yaşam arenası olan Roma dönemiydi. Bunlar, insanların içinde yaşayan ve insanın onlarla birlikte yaşadığı, Nero'nun yüzünün görüldüğü Roma ölüm arenasının tribünleri arasında hareket eden sırlardır. Pantheon'un kubbesi altında ruhun duyularının huzurunda durmadan Roma dönemi tamamlanmış sayılmaz.
Katolik Hristiyanlığın başkenti Vatikan'da Roma zamanı sizi gülümseyerek yakalar. Sanki siz onu tanıyormuşsunuz ve o da sizi yüzyıllardır tanıyormuş gibi sizi kendisine çeker. Burada zamanın bir soluğu var ve duyular tam bir zindelik halinde. San Pietro şehri yüzölçümü bakımından dünyanın en küçük ülkesinin başkenti olmakla birlikte dünyanın en geniş yeri. Anıtsal sanat yaratımı, size benzersiz türden bir tat verir. Gitmeyen bir zaman yaratan büyük sanatçılar, Raffaello, Michelangelo ve onlarla birlikte bir benzerlerinin gelmeyeceği öncü sanatkarlar, zamanın çağlarını ele geçirdi. Onları durmadan dilini yenileyen konuşan varlıklar haline getirdi. Mimarlar, mekanın üzerinde bir süreci canlandırıp içine sınırsız bir alan yaydılar. Vatikan'da yaratıcılığın, uzun koridorların ve dünyanın en büyük sanat eserlerini barındıran müzelerin söylediği her şeyi görmek ve duymak için haftalar gerekir. Papa 14. Clement ve Papa Pius, Vatikan'ın kapılarını halka açanlardı. 80 metre uzunluğundaki Candelabra Galerisi, kendisinde yaratıcılığın güzelliğini gördüğünüz ve onun da sizi gördüğü MÖ 2’nci ve 3’üncü yüzyıllara ait Roma ve Yunan eserlerini içeriyor. Mobilya Galerisi’nde, Raffaello ve öğrencilerinin yaratıcılığının karşısında duruyorsunuz. Mermer sütunlar ve zaman sessizlik içinde duruyor. Enfes nadide mozaikler, haritalar ve duvar resimleri, eskimeyen Romalıların fısıltılarıdır.
Üç Roma durağında, bugün şiddetle dolu, kanın aktığı ve yaratıcılığın kaybolduğu bir dünyada karşımızda duran bir zaman ile karşı karşıyayız.
Doğaya korkutucu bir zayıflık musallat olmuş ve savaşlar her gün şiddetle alevleniyor. Geçen yüzyılın ilk yarısında, insanlık 60 milyondan fazla kişinin öldüğü ve yaralandığı, şehirlerin yok edildiği ve arkasında kin ve düşmanlık bırakan iki dünya savaşına tanık oldu. Bizi bekleyen ise yerin üstünde 15 binden fazla nükleer savaş başlığının bulunması ve onlardan, kullanımından bahsedilmesinin çay veya kahve hakkında konuşmak kadar basit hale gelmesi.
Bugün, Pantheon'un mimari ihtişamını, Rafaello ve Michelangelo'nun yaratıcılıklarının güzelliğini görmeden, imparatorun gülerek izlediği, seyircilerin bahis oynayarak eğlendikleri ve alkışladıkları, güç, kan ve öldürmenin eğlenceli olduğu bir Roma döneminin bir bölümüyle mi karşı karşıyayız?!