Ekim 2013'ün sonlarında, ABD Ulusal Güvenlik Kurumu’nun (NSA) BM’nin uluslararası iletişim trafiğini izlediğini ve müdahale ettiğini belirten bir raporun ardından BM yetkilileri, ABD'nin BM iletişim trafiğini izlememe sözü verdiğini bildirmişti. Alman Der Spiegel dergisi aynı yılın ağustos ayında, NSA’nın eski çalışanı Edward Snowden'ın sızdırdığı belgelere dayanarak ABD’nin BM’yi dinleme ve izleme faaliyetlerinde bulunduğunu belirten bir haber yayınlamıştı. BM’ye karşı ABD casusluğunun çıkardığı gürültü ortasında, BM Sözcüsü Martin Nesirky bir basın toplantısı düzenleyerek dünyaya “ABD’li yetkililer BM’yi dinlememe ve izlememe sözü verdiklerini bildirdiler” dedi. Nesirky, o sırada ABD’nin bu taahhüde uyacağına inanıyor muydu? Yoksa işinin gereği bunu söylemesini mi gerektiriyordu? Zaman, huylunun huyundan vazgeçmediğini ve Washington'ın BM’ye karşı hâlâ bir ikilem içinde olduğunu, bunun da onu ‘O’reily’ kavramı gereğince kendisini BM’nin ‘ağabeyi’ olarak görmeye, onu dikkatle ve yakından izlemesi gerektiğini düşünmeye ittiğini kanıtladı.
Washington’ın patlak veren yeni skandalı bir kez daha BM’nin özel dokunulmazlığına değer vermediğini, aksine, onu ve içindekileri, ABD'nin herkesin üstünde kalmaya devam etmesi için gerekli bilgileri elde etme fırsatı olarak gördüğünü gösterdi.
Daha detaylı olarak; geçtiğimiz günlerde sızdırılan ve bir kısmı Washington Post tarafından yayınlanan Pentagon'a ait belgeler, ABD'nin Genel Sekreter Guterres'in diğer BM yetkilileriyle başta Ukrayna ile ilgili olmak üzere yaptığı görüşmelere kulak misafiri olduğunu doğruluyor. ABD'nin bu satırların yazıldığı ve yayınlandığı sıralarda ve sonrasında yaptığı ve yapmakta oldukları, BM Genel Merkezi’ne ev sahipliği yapan ülke olarak üzerine düşen yükümlülüklerle, uluslararası kurumun BM Antlaşması’nda yer alan imtiyaz ve dokunulmazlıklarına uygun düşmediğini söylemeye gerek yok. BM’nin iletişim trafiğini rutin olarak dinlemeye ve izlemeye çalışan birçok ülke olduğu bir sır değil ancak bu casusluk girişimlerinin bazı sırları ortaya çıkınca ülkeler için çok utanç verici oluyor. Bu ülkenin, dünyanın bir numaralı diplomatik oyuncusu olan ABD olduğunda ise bunun ona ne kadar zarar vereceğini varın siz düşünün.
Peki, ABD'nin BM’yi dinleme haberlerine şaşırdık mı?
Konuya hakim olanlar, bu casusluğun ve dinlemenin uzun tarihini bilirler. Ayrıca Londra Üniversitesi’nden akademisyen Dr. Susan Williams'ın ‘White Malice’ adlı kitabını okuyanlar, BM Genel Sekreteri Dag Hammarskjöld'ün ‘CX-52’ cihazı aracılığıyla gerçekleştirdiği şifreli iletişimin CIA tarafından CryptoAG teknolojileri aracılığıyla nasıl hacklendiğini de biliyorlardır.
Bu satırların yazarı, eski BM Genel Sekreteri Boutros Boutros-Ghali'nin, ‘telekulaklardan’ kurtulmak ve söylemek istediği şeyleri gizlice kalemle yazmak için haftada birkaç kez nasıl Central Park'a kaçtığını hatırlıyor. Ghali daha sonra o kağıtları yakar ve bu ilkel yolla iletişimini gizli tutardı.
ABD’nin BM’yi dinlemesi yeni değil, oldukça eski bir durum. Ancak sızdırılan son Pentagon belgeleri bizi şu soruları sormaya sevk ediyor:
Washington BM’den ne istiyor? Onun yaşaması yoksa yok olması için mi uğraşıyor? BM ABD’nin stratejik çıkarlarına küresel olarak hizmet mi ediyor yoksa onlarla çakışıyor mu?
Kesin olan, ABD ve BM arasındaki ilişkinin tarihinin uzun ve karmaşık olduğu, bazı kitapların bu karmaşıklığı ayrıntılı olarak detaylandırdığıdır.
Bu konuda yayınlanan en iyi kitaplardan biri, ABD’li uluslararası ilişkiler uzmanı Profesör Edward Luck'un ‘Mixed Messages’ (Karma Mesajlar) başlığını taşıyan ve önsözü Dr. Boutros-Ghali tarafından yazılmış kitabıdır.
Bu çalışmada bulacağımız en yararlı şey ve Washington'ın BM'nin iletişimine kulak misafiri olmasının nedenlerini anlamamızı sağlayan ipucu, son 20 yılda hiçbir gücün BM’de ABD’nin yol açtığı yıkım kadar bir yıkıma yol açmadığını söylemesidir. Yazara göre bu yıkımın büyük bir bölümü, ABD’nin 1970'lerde ve 1980'lerin başında üçüncü dünya ülkelerinin Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ve diğer çok üyeli kuruluşların gündemine egemen olmalarına verdiği mantıksız, öfkeli tepkiden kaynaklandı.
ABD, 1995'ten BM’nin onayı olmadan Afganistan'ı işgal etmeye karar verdiği 2001'e kadar BM yönetiminde reform yapmak, genişleyen demokrasisi, iç içe geçmiş programları ve denetlenmeyen maliyesiyle başa çıkmakla meşgul gibi göründü. Ardından, Mart 2003'te, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin onayı olmadan Irak'ı işgal etme yolunda ilerleme kararının yol açtığı büyük felaket yaşandı. O günlerde, BM’ye karşı neo-muhafazakar grubun sesi çok yüksek çıkıyordu. Bazı şeyleri unutsak da bu grubun en şahinlerinden biri olan aşırı sağcı John Bolton'un şu sözü unutulmaz:
"Hudson Nehri üzerindeki 10 katlı bina ortadan kaldırılırsa hiçbir şey değişmez.”
Bolton bu sözle BM’nin faydasız, işe yaramaz bir kurum olduğunu kastediyordu. Bilhassa ABD’nin BM Daimi Temsilcisinden neredeyse benzer bir üslup duyduğumuz bugün düne benzemiyor mu?
Amerikan öfkesi, ABD’nin dünyayı ve ülkelerini yönetmesine başkaldıran Rusya’nın bünyesine Aşil topuğu olan Ukrayna ile nüfuz etmeye çalışan Amerikan mücadelesi önünde Genel Sekreter Guterres'i bir engel olarak görmesinin bir sonucu gibi görünüyor.
Buradan ABD'nin BM Daimi Temsilcisi Linda Thomas-Greenfield'ın neden Rusya'nın Güvenlik Konseyi üyeliğinin iptal edilmesi çağrısında bulunduğu anlaşılıyor.
Greenfield'ın bunun için öne sürdüğü argüman, Rusya'nın Ukrayna'yı işgali ve BM Antlaşması Rusya'nın daimi üye pozisyonunun değiştirilmesine izin verseydi, Washington onu sadece Güvenlik Konseyi’nden değil BM’nin tamamından kovmakta tereddüt etmezdi.
Yakın zamana kadar, BM’nin yetersizliklerine rağmen ve ABD'nin kendi çıkarlarını koruyan bir tarzda da olsa uluslararası hukukun üstünlüğünü savunan bir kurum olarak bekasında Washington’ın temel çıkarı olduğunu söylemek mümkündü. Keza BM’nin dünya genelinde güvenlik ve istikrarı egemen kılma görevini eksik bir şekilde de olsa yerine getirmesinin onun lehine olduğu söylenebilirdi.
Washington bugün, dünya jeopolitiğinin değiştiğinin ve beş ülkeyi temsil eden ‘BRICS’ ile günden güne öne çıkan onlarca ülkeyi merkeze alan çok kutuplu bir dünyanın büyüdüğünün ve yükseldiğinin farkında.
Avrupa'ya gelince; Sam Amca'nın de Gaulle'ün bugün Fransa'daki torunu Emmanuel Macron'un açıklamalarına kulak vermesi, Avrupa'nın ABD'ye bağımlılığının sona ermekte olduğunu anlaması için yeterli.
BM, Amerikan yüzyılı projesinin bir enstrümanı olma rolünü yitirdi mi? Bu nedenle mi ABD’yi sırtından vuracak bir bıçağa dönüşmemesi için onu dinlemek ve gözetlemek gerekiyordu?
TT
Washington, BM’yi neden dinliyor?
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة