Sam Mensa
TT

Müttefik ordular ve Sudan'daki kardeşlerin savaşı

Suudi Arabistan-İran anlaşmasının ardından iki ülke ilişkilerinin yeniden tesis edilmesi ve komşu ülkelerin iç işlerine karışılmamasıyla Ortadoğu'nun farklılıkların yoğunluğunu ve silahlı çatışmaları yatıştırma vaadinde bulunan bir aşamaya gireceği yönünde iyimser bir izlenim hâkim oldu. Ancak öyle görünüyor ki, bölge iklimi halen Sudan yöneticileri tarafından istikrar karşıtı titreşimler üretiyor ve ordu ile Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasındaki şiddetli silahlı çatışmaya son verilmediği takdirde ülke sonucu kestirilmesi güç bir yola girecek. Öyle ki bu, halihazırda kaynaklarını tüketen ve askeri harcamalar lehine kalkınma projelerini sekteye uğratan çatışmalardan, Darfur ikilemine ek olarak güney eyaletinin ayrılmasından ve Mavi Nil ile Güney Kordofan bölgelerindeki çatışmalardan mustarip olan bir ülkede yıkıcı bir savaşa dönüşebilir.
Mevcut çatışma, 2019 yılında Devlet Başkanı Ömer el-Beşir'in devrilmesinin ardından yaşanan bir dizi sorunun ve sivillerin demokratik yönetime geçiş projesinde rol alma taleplerinin sonrasında vuku bulmaya başladı. Daha sonra Ekim 2021'de başka bir askeri darbe sonucunda siviller ve askeri personelden oluşan ortak bir hükümet kuruldu. Geçtiğimiz Aralık ayında, yetkilerin sivillere devredilmesine ilişkin bir ‘çerçeve anlaşma’ hazırlandı, ancak ayrıntıların uygulanmasına yönelik görüşmeler başarısızlıkla sonuçlandı.
Muhammed Hamdan Daklu (Hamideti) liderliğinde 2013 yılında kurulan HDK’nin kökenleri, eski rejime karşı Darfur'daki isyancılarla kıyasıya savaşan Cancavid milislerine kadar uzanıyor. Korgeneral Daklu Yemen ve Libya'daki çatışmalara müdahalede bulunan, Sudan'daki bazı altın madenlerini kontrol eden ve ihlaller yapmakla suçlanan saldırı kuvvetleri kurmaya çalıştı. HDK Komutanı Daklu ile ülkenin fiili Cumhurbaşkanı Abdulfettah el-Burhan arasındaki en önemli anlaşmazlık noktaları, HDK’nin orduya dahil edilmesi planı, bunun ardından yeni kuvvetin başına kimin geçeceği ve bunlardan hangisinin iktidarda bir numara olacağı başlıklarıydı. Sudan'daki çatışmaları motive eden sebepler her ne olursa olsun, yardımcı silahlı kuvvetler veya ana meşru askeri güçlere paralel olgu, tüm bölgede olduğu gibi Sudan’da da istikrarsızlığın ve demokratik sivil yönetime geçişin başarısızlığının kaynağı olmaya devam ediyor.
Aslında Ortadoğu'da ‘ikili ordu’ kavramı, Osmanlı saltanatı döneminde Yeniçeri Ocağı, Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye ve Başıbozuklar’dan başlayan uzun bir geçmişe sahiptir. Yardımcı askeri yapılar, modern haliyle dünyanın bu bölgesinde askeri darbelere karşı savaşan düzenli ordulara karşı bir güç oluşturuyor. Bu bağlamda, görevi kardeşi Hafız Esed rejimi hükümetini ve başkent Şam'ı dış ve iç saldırılara karşı savunmak olan Rıfat Esed liderliğindeki Suriye Savunma Tugayları’ndan söz edebiliriz. Tugay, 1984 yılında Dördüncü Tümen adı altında Suriye ordusuna dahil edilmişti. Ayrıca Saddam Hüseyin döneminde kendisini, cumhurbaşkanlığı karargahını ve başkent Bağdat'ı korumakla görevlendirilen Cumhuriyet Muhafızları’ndan, kendisine daha yakın bir koruma gücüyle ordudan daha güçlü olan özel birliğinden de bahsedebiliriz. İkili orduların belki de en büyük örneği, İran Devrimi’nin ardından Humeyni tarafından kurulan ve birincil işlevi rejimi ülke içindeki ve dışındaki düşmanlardan korumak olan İran Devrim Muhafızları Ordusu’dur (DMO).
Son yıllarda, askeri düalizm yani ikili ordu fikri yeni bir çekicilik kazandı. Buna başvurmak artık bölge rejimlerinin kendilerini korumakla sınırlı kalmamış, kullanımı konvansiyonel savaş kavramını değiştirecek şekilde bölgesel ve uluslararası güçlere de ulaşmıştır. Söz konusu kavram, ‘vekalet savaşı’, ‘hibrit güvenlik’ ve ‘devlet dışı gruplar’ gibi yeni kavramlar getirdi. Washington'ın o dönemde Hafızullah Emin'in komünist hükümetine karşı İslamcı savaşçıları desteklemeye başvurduğu Afganistan'daki ABD deneyimini hatırlıyoruz. İran, mezhepsel silahları ve bölgesel rolleriyle Lübnan'da devletin etrafını saran Hizbullah'tan, Irak'taki Halk Seferberlik Güçleri’ne (Haşdi Şabi) ve Yemen'deki Husilere kadar çıkarlarına ulaşmak için vekalet savaşları yürüterek dış silahları kullanan tek ülke olmaya devam ediyor.
Suriye'de ise bölgesel ve uluslararası güçlerle bağlantılı milisler ortaya çıktı. Bu milisler rejimle birlikte veya rejime karşı savaşıyor. Hamas Hareketi’ne gelince, o kendisini Filistin Yönetimi'ne dayattı ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile İsrail arasındaki Oslo Anlaşması’nı reddetti. Filistin bedeninde ölümcül bir bölünmeye ve çatışan iki başı olan bir otoritenin ortaya çıkmasına neden oldu. Bugün aşırılık yanlısı hükümetin iktidarda olduğu İsrail bile, orduya paralel olarak aşırılık yanlıları tarafından kontrol edilen bir ulusal muhafız birliği kurma eğiliminde. Bölgenin sıcak iklimi, uzaktan yönetilen milislerin ve silahlı örgütlerin büyümesi için uygun görünse de Rusya'nın Ukrayna'ya karşı savaşında yardımcı askeri oluşumları kullanmayı tercih etmesi, (Suriye ve Afrika'daki deneyimlerini yansıtmasıyla) Avrupa’yı da bu beladan kurtaramadı. Ukrayna Devlet Başkanı, Ukrayna ordusunu desteklemek için bir ‘uluslararası birlik’ oluşturulması ve hükümetinin ‘ulusal direniş’ olarak adlandırdığı girişimi örgütleyen bir yasa çıkarma çağrısında bulundu.
Günümüzde sadece bölgemizde değil, dünyada meydana gelen değişimler arasında şüphesiz en çok askeri düalizm olgusu öne çıkıyor. Hiç şüphe yok ki söz konusu kavramın ulus devlet ve ulusal ordu kavramına ve bunun uluslararası ilişkilere etkilerine de yansımaları vardır.
Öncelikle bölgede düzenli ordulara paralel olarak askeri yapıların çoğalması, devletin aygıt ve kurumlarının zayıflığı ve otoritesini empoze edememesi nedeniyle ulus devlette derin bir yapısal krizi yansıtmaktadır. Ayrıca askeri yapıların çoğalması tam vatandaşlığa dayalı, hak ve özgürlükleri güvence altına alan, ekonomik ve sosyal zorluklarla yüzleşen ve meşruiyetini sağlamlaştıran bir kurumlar devleti inşa etmekte bocalamıştır. Gücün devri ve uygulanması için yerleşik kuralların yokluğuna ek olarak, toplumsal çoğulculuğu barındıramama ve anavatana sadakati çeken kapsamlı bir ulusal kimliğin kristalleşmesine sebep olmuştur. Modern ulus devlet inşa etme krizi, Yemen ve Libya'da olduğu gibi, ‘Arap Baharı’ devrimleri ve ardından gelen kimlik çatışmaları ile devrimci güçlerin heterojen bileşiminin modası geçmiş rejimlere alternatif sunamamasından sonra giderek daha fazla ortaya çıktı. Ordulara gelince, Arap devletinin kurulmasını takip eden on yıllar boyunca, ordu saflarında erken siyasallaşma belirtileri vardı. Askeri darbeler, neredeyse kırk yıldır Arap siyasi yaşamının ana özelliği olmuştur. Bugün, ilk atalarına devrimci ve milliyetçi gelgit yıllarını sağlayan ideolojik ve siyasi örtünün yokluğuyla, ordunun inançsız olduğu ve bunların ulusal değil alt aidiyetlere sadık bir toplumun aynası olduğu ortaya çıktı.
Uluslararası ilişkiler açısından, uluslararası sistemde mevcut otoritelerin yerini alacak silahlı grupların rollerini güçlendirmeye yönelik derin bir eğilim var. 2014 yılında dönemin ABD Başkanı Barack Obama'nın, Iraklı Sünnilerin DEAŞ’dan ‘kendi kurtuluşlarını’ elde etmelerine izin vermenin bir yolu olarak Irak Ulusal Muhafızları’nın kurulması için destek çağrısında bulunduğunu hatırlıyoruz. Bu, 2006 ve 2007 yıllarında El Kaide'ye karşı Sünni Uyanış Konseyi’ne verilen ABD desteğini temelden yeniden formüle eden bir fikirdir.
Libya'da Birleşmiş Milletler (BM) 2012 yılında düzenli ordunun eğitiminden geçerek istikrarı sağlamak ve emniyet görevlerini yerine getirmek için ‘Ulusal Muhafız’ benzeri bir yapının ‘Libya Sivil Ordusu’ adıyla kurulmasını önerdi. ABD’nin Taliban ile uzlaşmasına gelince, bu, ABD’lilerin temellerini sağlamlaştırmasına büyük katkı sağladığı Afgan devletinin artık geçiş sürecinde bir ortak olarak geçerli olmadığının göstergesidir. Fransa'yı bugün Lübnan'da en güçlü taraf olarak Hizbullah ile müzakere halinde buluyoruz. Olanlar ve olmakta olanlar, uluslararası sistemde olduğu gibi siyasi eylemde de yeni bir sayfa gibi görünüyor ve bu silahlı gruplar 1979 yılında İran Devrimi’nden bu yana üstlendikleri rollerin ve faaliyetlerin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Aynı şekilde ABD aynı yıl Sovyetlerin Afganistan'ı işgaline direnen silahlı cihatçı örgütlere de destek verdi.
Sudan'da çatışmalar, ordunun demokratik bir geçiş talep eden sivil hareketi atlatmaya çalıştığını gözler önüne seriyor. Çatışmalar devam ederse, otoriter yönetime dönüş veya kaosa ve iç savaşa doğru kayma senaryoları olası ve oldukça muhtemel olmaya devam edecek.