Fayez Sara
Suriyeli gazeteci-yazar
TT

Son ve her seferin kurbanları!

Savaş hiçbir zaman ve hiçbir yerde bir piknik olmadı. Bazılarının bir piknik olacağını düşündüğü durumlarda bile savaşın sonucunun kurbanlar ve kayıplar, savaş alanında bulunanları, yakın çevredekileri ve savaş alanından uzaktakileri etkileyen acılar olacağı daha sonra kanıtlandı.
2011 yılında başlayan Suriye savaşı, fasılları ve yansımaları halen devam eden savaşlardan biri. Hayal gücünün sınırlarını aşacak şekilde kurban ve kayıpların kaydedildiği siyah bir sicilde iz bırakmış bir savaş. Savaş istatistiklerini takip eden pek çok kişinin neden yıllar önce Suriye savaşının rakamlarını ve sonuçlarını izlemeyi bıraktığının açıklaması da bu. Aynı durum, mülteci meselesini, insan haklarını ve göçleri takip eden ve bunlarla ilgilenen Birleşmiş Milletler ile diğer uluslararası ve bölgesel kuruluşlar dahil olmak üzere devletlerin ve kuruluşların davranışlarında da görülüyor. Dahası Suriye savaşının gerçeklerini ve sonuçlarını izlemeyi takip eden diğer taraflar, sayıların ve sonuçların kesin olmadığını, aksine değişebileceğini vurguluyorlar. Bunun nedeni sadece savaşın gizli kalan ve bilinmeyen ve bir gün ifşa olabilecek gerçekleri ve olayları değil, aynı zamanda savaşın henüz durmamış olması. Bu, kurbanların ve kayıpların sayısının, acıların artabileceği anlamına geliyor.
Savaşın fasılları ve gelişmeleri, Suriyelilerin tamamını değilse de çoğunu doğrudan veya dolaylı olarak mağdur etti. Birçok insan hayatını kaybetti, yaralandı veya ölümü tercih edebileceği kalıcı sakatlıklara maruz kaldı. Yine cezaevi ile gözaltı merkezlerindeki pek çok kişinin akıbeti meçhul. Bazıları da zorla kaçırılıp izleri kaybettirildi.
Suriyelilerin sonra yaşadıkları acılar, yukarıdakilerden daha az şiddetli ve acılı değildi. Yukarıda sayılanlardan kurtulanların çoğu, mülklerinin, geçim kaynaklarının, kişisel, ailevi ve sosyal kapasitelerinin yok edilmesinin bir sonucu olarak başka acılar içeren bir sürece girdiler. Bu sürecin onlara etkisi, savaşın fasıllarının ve fiili güçlerin silahlarının, zihinlerinin, ideolojilerinin ve uygulamalarının ağırlığı altında sık sık tekrarlanan ülke içi yer değiştirmeler oldu. Yerinden edilme geçim kaynaklarını yok etti, yoksulluk ve işsizliği çoğalttı. Suriyelilerin geçtiğimiz yüzyılda şahit oldukları, ülkelerinin tanık olduğu felaketleri, savaşları ve darbeleri aşan insan hakları ihlallerine yol açtı.
Yukarıda saydığımız Suriyelilerin acıları ortasında, Suriye’deki savaşın kurbanları olan sakinlerin bazıları ülkelerinde kaybolan güvenlik ve artık mevcut olmayan geçim kaynakları arayışıyla komşu ülkelere gitmek zorunda kaldılar. Göç eden ve yerinden edilen bazıları da komşu ülkelerden daha uzağa gittiler. Bazılarını zor yolların ve denizlerin yuttuğu bazılarını da sınır muhafızları, suç çeteleri ve insan kaçakçılarının öldürdüğü göç ve iltica yollarında ilk kayıplarından daha fazlasını verdiler. Burada da kurbanların sayısı yüz binlere ulaştı.
Bazı göçmen ve mülteciler Avrupa'da yerleştikleri bölgelerde daha iyi yaşam koşulları buldular ve daha az sıkıntılar çektiler, bu nedenle entegre olabildiler ve çoğu eğitim ve çalışma yollarına yöneldiler. Bazı bölgelerde ise mültecilerin koşulları, ırkçı eğilimlerin artması, ekonomik krizler ve bunlarla birlikte sağcı güçlerin iktidara gelmesinin gölgesinde kötüleşti. Bütün bunlar mültecilere karşı popülist bir söylemi güçlendirdi. Suriye'nin bazı bölgelerinde güvenlik durumunun iyileştiği iddialarıyla, bazı yerlerde ülkelerine geri gönderilmeleri icraatlarına başvurulması yönündeki talepler arttı.
Avrupa kabul merkezlerindeki göçmenlerin durumuna dair en kötü örnek Yunanistan. Bu merkezlerde göçmenler Avrupa ülkelerinin haklarında ne karar vereceğini beklerken, bir kısmında insanlık dışı koşullar altında yıllarca bekliyorlar. Bunlardan daha kötü durumda olanlarsa, pratik olarak tahminlere göre yurtdışındaki Suriyelilerin en çok bulunduğu Türkiye ve Lübnan'daki Suriyeliler. Bunların yaklaşık 4 milyonu Türkiye, 1 milyonu da Lübnan’da yaşıyor. Ama bazı kaynaklar ‘Lübnanlıların çektikleri sıkıntıları abartmak için’ ülkedeki Suriyelilerin sayısının 2 buçuk milyonu geçtiğini söylüyorlar.
Suriye ve Suriyeliler ile ilişkileri dikkat çeken bu iki ülkede, Suriyelilerin içinde bulundukları kötü koşulların ortak sebepleri üç tanedir; birincisi Suriyeliler dosyasının iç siyasete ve çekişmelere dahil edilmesi. İkincisi, iki ülkede büyüyen ve başta ekonomi ve geçim kaynaklı krizlerden Suriyeli mültecilerin sorumlu tutulması. Üçüncüsü iki ülkede Suriyelilere yönelik ırkçı eğilimlerin artması. Mültecilere yönelik ırkçı ve baskıcı söylemlerin üzerine inşa edildiği temel bu ve Lübnan'da Hizbullah’ın varlığı, Suriye'ye silahlı müdahalesi ve Suriye’deki savaşa katılması nedeniyle daha şiddetli ve yaygın.
İki ülkedeki ırkçılık ve kötü koşullar, özellikle son yıllarda Suriyelilere yönelik ırkçı kampanyalar, saldırılar ve suçlarla birlikte mültecileri birer kurban haline getirdi. Suriyelilerin ülkelerine iade edilmesi çağrıları arttı. Bu çağrılar Türkiye'nin 1 buçuk milyon insanı ‘gönüllü olarak’ kuzey Suriye'ye geri gönderme planıyla ifade bulurken, Lübnan'da tüm Suriyelilerin Suriye'ye geri gönderilmesine yönelik çeşitli çağrılar devam etti ve tırmandı. Bu nokta, mülteciler ve ülkelerine dönüşlerinin içeriği konusunda iki ülkenin politikaları arasındaki farklardan biri.
İki ülkenin politikasındaki en önemli fark, Lübnan'ın düşmanlık politikasının Suriyeli mültecilerin varlığını hedef alacak kadar genişlemesidir. Hükümetin ve resmi kurumlarının, özellikle ordu ve güvenlik güçlerinin resmi pozisyonuna dönüşmesidir. Başta Hizbullah olmak üzere Lübnan'daki siyasi parti ve grupların, belediyelerin çoğunluğunun görüşü olmasıdır. Son zamanlarda bu Suriyeli mülteciler karşıtı dalgaya, artan suçlamalar ve gerekçeler arasında, Suriyelilerin ülkelerine geri gönderilmesi girişiminde bulunan Lübnan Sendikalar Birliği de katıldı. Bu kampanyalar sonucunda ve Suriye sorununa mültecilerin ülkelerine geri dönmelerini sağlayacak bir çözüm bulunamaması ışığında, Lübnanlı çevrelerin Suriyeli mültecilere destek ve yardımları azaldı. Mültecilerin sıkıntılarının ve ıstıraplarının artmasının kaynağında sadece çalışmalarına, taşınmalarına, barınmalarına, sağlık hizmeti almalarına ve çocuklarının eğitim görmelerine engel olan bu düşmanlık dalgası değil, uluslararası kuruluşların bağışların azlığı gerekçesiyle geçtiğimiz yıllarda sundukları yardımın hacim ve türündeki düşüş de yatıyor. Türkiye’nin mülteci dosyasıyla ilgili politikasına gelince, bu dosyayı daha sakin bir şekilde ele alıyor ve Suriyelilere yönelik olumlu bir politikanın altını çiziyor. Irkçı eğilimleri durdurmaya ve sınırlamaya çabalıyor. Ama yine de bunlar 1 buçuk milyon mültecinin ‘gönüllü’ olarak Suriye’ye geri gönderilmesini öngören bir plan açıklamasını ve gönülsüz bir şekilde geri gönderilenlerin yalnızca Türk yasalarını ihlal edenler olduklarını vurgulamasını engellemedi.
Suriyeli kurbanların durumuna ilişkin varılan sonuç şu şekilde özetlenebilir; başlarına çok ve şiddetli şeyler geldi. Bunlar savaşın başından beri devam ediyor ve savaş sürdüğü, yansımaları olduğu sürece de devam edecek. Ülkelerinde ve nereye giderlerse gitsinler veya yerleşirlerse yerleşsinler onlara eşlik edecek. Irkçı politikalar ve zorbalık, baskı ve düşmanlık vakaları devam edecek. Bütün bunlar, azaltılması ve sınırlandırılması için uluslararası çaba gerektiren konulardır. Ancak uluslararası çaba gerektiren daha önemli konu, Suriyeli mültecilere ve diğerlerine karşı düşmanca politika ve eylemleri sona erdirecek gerçek bir kapı olan Suriye sorununu çözmeye çalışmaktır.