İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

Ferguson ve Johnson: ABD kutbunun batışı

Bu satırlar, ABD’nin borcu ve Bretton Woods sisteminin sonu hakkındaki bir önceki makaleyi tamamlayıcı niteliktedir. Bu makalede, bir dizi güvenilir Batılı tarihçi ve düşünürün zihinlerinde bir tur atarak Amerikan imparatorluğunun geleceğini keşfedeceğiz.

Kuşağının en parlak İngiliz tarihçisi Niall Ferguson ile başlayalım. Ferguson, ABD'nin İngiliz selefinden daha az etkili ve faal bir imparatorluk olmasının nedenini açıklayan üç temel kusur olduğu sonucuna varıyor. Bunlar; ekonomik kusur, insan gücünde dengesizlik, ilgi ve dikkat eksikliği, ki bu sonuncusu en tehlikelisi.

Cevaplamaya çalıştığımız en önemli sorulardan biri şu: ABD'nin dünyaya karşı taahhüdü nedir; son zamanlarda Ukrayna ve doğu Pasifik’te planladığı gibi, dünyanın her yerinde askeri müdahale yoluyla daha fazla savaş ve krizi ateşlemek mi? Yoksa gözden kaçmayacak bir çabayla kaderin Roma İmparatorluğu'na bahşettiği gibi bir ‘Pax Americana’ dönemi için çalışmak mı?

Cevap, aslında, ülkenin gerçek yöneticisi olan ABD askeri endüstri kompleksini aşıyor ve bir Amerikan toplumsal tepkisi gerektiriyor.

İnkar edilemez ve saklanamaz gerçek şu ki ABD liderleri artık gelecek nesilleri için daha iyi bir yerin nesnel eşdeğeri olarak daha istikrarlı bir dünya fikrine inanmıyorlar.

Ferguson'un söyledikleri, bizi çok önemli ve tehlikeli bir dosyayı birlikte açmaya davet ediyor. Bu dosya bugün ABD'de kararları kimin verdiği, Alman imparatorluğundaki güç merkezlerini hatırlatacak şekilde ‘Amerikan ulusal güvenliği’ ile ilgilenen kurumlar grubu tarafından karar merkezinin fiilen rehin mi alındığıyla ilgili.

Evet, ABD başkanları halen demokratik olarak seçiliyorlar. Ancak bu, en fazla seçim bağışı yapana satma şeklinde eksik bir demokrasi. Yine de yakın zamanda bu makamı işgal etmiş olanlar, bazen işlerini son Alman kayzerleri (imparatorları) gibi yürütüyor görünüyorlar. Politikanın kolektif sorumluluk duygusuyla formüle edilmesi yerine, bakanlıklar, kurumlar ve departmanlar arasındaki rekabet yoluyla kararlaştırılmasına izin verildi.

21’inci yüzyılın ilk on yılının başından bu yana, yurtdışındaki birçok ABD müdahalesi, Kayzer İkinci Wilhelm (1859-1941) tarafından benimsenen ‘uluslararası politikanın’ aynı kasılımlı ve diplomatik olmayan doğasına sahipti.

Amerikan tarihi, ABD’li yazar William Ignatius'un ‘sonuçları sabırsızlıkla beklemeye’ alışmış ‘aceleci imparatorluğun sahipleri’ dediği şeyin hatalarını ve hatta kusurlarını tekrarlıyor gibi görünüyor.

Araştırmacı ve inceleyici bir siyasi analistin aklına özellikle Amerikan meseleleriyle ilgili olarak şunu sormak geliyor; bu günlerde ABD’nin Ukrayna ve Rusya ile yüzleşmeden, Tayvan ve Çin ile mücadele, Afrika ve silahlı güçle gelen müdahalelere kadar hızlanan adımları, ABD kutbunun ölüm ilanını şimdiden yazabilecek bir tür aceleci Amerikan politikaları olabilirler mi?

Cevabı muhtemelen California Üniversitesi'nde Uluslararası İlişkiler Profesörü olan Chalmers Johnson’da bulacağız. Johnson, Japonya ve Güney Kore'de deniz subaylığı, 1967-1972 yılları arasında da CIA’de danışmanlık yaptı.

‘İmparatorluğun Acıları: Militarizm, Gizlilik ve Cumhuriyetin Sonu’ adlı kitabında Johnson, ABD'nin dünyayı büyük ölçekte çevreleyen, savaşçı zihinlerinin en son ürünleriyle onu kontrol eden askeri üslere dayalı bir imparatorluk kurmaya çalıştığı sonucuna varıyor.

Profesör Johnson, Amerikan militarizminin emperyal eğilimle ilişkilendirilmeye başlandığı konusunda tamamen ikna olmuş görünüyor. Hatta onları ayrılamayan yapışık ‘Siyam ikizleri’ olarak tanımlıyor.

Akademisyen ve aynı zamanda asker olan Johnson’a göre ABD’nin bu davranışından ne beklenebilir?

Özetleyecek olursak; Johnson’a göre Amerikan Cumhuriyeti'nin çöküş olasılıkları artıyor. Başta ekonomik iflas yaşayacak, onu manevi, ahlaki ve edebi boşluk ve zafiyet takip edecek. Nitekim 16’ıncı yüzyılın dördüncü on yılında Amerika kıtasına gelen öncü göçmenlerden olan İngiliz düşünür, hukukçu ve ilahiyatçı John Winthrop'un müjdelediği ‘tepedeki Amerikan feneri’ sönüyor.  Bilhassa ABD’ye yönelik nefretin artması, sonu gelmeyen savaşlara girmesi ve sonunda ülke içindeki demokrasisini ve anayasal haklarını kaybetmesinden sonra bu fenerin ışığı zayıfladı.

Son dönemde ABD'de yaşananlar, Johnson'ın ve ondan önce Ferguson'un söylediklerini doğruluyor mu?

Washington son 20 yılda, bedelini çok hızlı bir şekilde sona yaklaşmakta olan tek kutupluluk dönemiyle ödeyeceği, yeri doldurulamaz bir fırsatı kaçırmış görünüyor.

Ferguson, elektronik bir kabuğun içine dev bir salyangoz gibi çekilmek yerine, belki de ABD, geniş kaynaklarının daha büyük bir bölümünü dünyayı özgürlük ve adalet, insan hakları ve başkalarına saygı, hatta kapitalizm ve demokrasi açısından güvenli bir yer haline getirmeye ayırmalıydı diyor.

Francis Fukuyama, kapitalizmi tarihin sonu olarak gördüğünde yanılıyordu. Bu, zaman çarkına ve insanın gizemlerine karşı ilkel, üstten bakan ‘galipçi’ bir anlayıştı.

Kapitalizm ve demokrasi belki doğal bir şekilde oluşmazlar, güçlü kurumsal hukuk ve düzen dayanakları ve bu kurumların, onlara sahip olmayan ülkelerde silahlarla ve toplarla değil, ‘ahlaki mesaj’ modeliyle sağlamlaştırılmasını gerektirirler.

Otuz yıl önce ABD askeri cephaneliğinden tek bir kurşun atılmadan Sovyetler Birliği devrildiğinde, öncelikle kendi güvenliği açısından, aynı zamanda liberal modeli aktarmaya yönelik samimi arzusu ile ABD, ‘liberal imparatorluk’ rolünü oynamak için iyi nedenlere, hazır kapasiteye ve belki de uluslararası desteğe sahipti.

O zamanlar Washington, dünyayı yeniden şekillendirme rolünü oynamak için ekonomik ve demografik olarak, şu ya da bu şekilde, edebi açıdan benzersiz bir şekilde nitelikliydi.

ABD’nin bugünkü durumunu ise söylemeye gerek yok; ekonomik potansiyeli azalıyor ve tek kutupluluğunun fitili sönmek üzere. Dahası Moskova ile Pekin arasında olduğu gibi, yeni kutupsal ortaklıklar ortaya çıkıyor ve ilerliyor. Yakında, çökmekte olan Amerikan iç düzeni üzerindeki tüm yansımaları ve yankılarıyla ‘BRICS+’ zamanı gelecek.

Capitol Hill’in çatısından Amerikan imparatorluğunun sonunu ve 30 yıldır dünyayı yöneten tek kutupluluk güneşinin batışını deklare etmenin zamanı geldi mi?

Kesin olan şu ki Amerikalılar eski imparatorlukların, özellikle de toprakları üzerinde güneşin batmadığı İngiliz imparatorluğunun tarihini yeniden okuduklarında, hakimiyeti siyasi ve askeri kibir ve üstenci bakışın değil, adalet ve hakkın tesis ettiğini öğreneceklerdir.

Büyük İngiliz şair Rudyard Kipling (1865-1936), Viktorya döneminde (1837-1901) hüküm süren büyüklük yanılsamalarının etkisini hafifletmek için, Britanya İmparatorluğu'nun geleceğini canlandırdığı ‘Çekilme’ adlı ünlü şiirinde şöyle der:

“Kumullarda ve koylarda

Filolarımız tarihe karışıp eridi

Ve ateşin alevi söndü”

Amerikan imparatorluğunun sonu eski Roma gibi barbar Cermenler eliyle olmayacak, aksine içeriden ve bizzat Amerikalıların eliyle son bulacak. İnanmayanlar, ünlü İngiliz tarihçisi Edward Gibbon'ın kitaplarını gözden geçirsinler.