Hasan Ebu Talib
TT

1948 Nekbe’sinden 2023 Gazze Savaşı’na

Tarihî bir emsal teşkil edecek şekilde Birleşmiş Milletler (BM), Filistin’in işgalinden 75 yıl sonra dün resmî olarak ve Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın katılımıyla Filistin halkının ‘Nekbe’sinin (Felaket Günü) yıldönümünü andı. BM Genel Kurulu buna ilişkin kararı, geçtiğimiz kasım ayı sonunda almıştı. Bu hadise siyasi, hukuki ve kavramsal manalarla doludur. En basiti de 1948 yılı ve öncesinde yaşananlara dair Filistin-Arap anlatısının pekişmesine katkıda bulunan bir kavram olarak “Nekbe” teriminin benimsenmesidir. Bu terim, haklarına yönelik benzeri görülmemiş apaçık bir saldırıyla yerli bir halkın yerinden edilmesi, topraklarının işgale uğraması ve ulusal kimliğinin inkâr edilmesini ifade eder. Ve bağımsızlık hakkı ile devlet kurma meşruiyeti ilkesine ve Filistinlilere yönelik şiddet, öldürme ve yerinden etme eylemlerinin tüm sorumluluğunun inkârına dayalı Batı destekli İsrail anlatısının tersidir. Bu İsrail anlatısı, bağımsızlık ilanından önce dillendirildi. Bu anlatının ardından gelen keyfî ve ayrımcı uygulamalar da sınır tanımadı.

Hukuki yönüyle “Nekbe” kavramı, özellikle uluslararası insani hukuka ve işgal gücünün sorumluluklarını düzenleyen tüm sözleşmelere organik olarak bağlıdır. Bununla birlikte zulme uğrayan halkın, saldırılan ve maddi manevi olarak asıl sahiplerinden gasp edilen her şeyin iadesinin yanı sıra bu saldırının ve son yetmiş yıldaki maddi manevi sonuçlarının derinleşmesine ortak olan herkesin cezalandırılmasını da talep etme hakkının tesis edilmesine kadar uzanır.

En önemli boyutlarından biri de Filistinli mültecilerle onların çocukları ve torunlarının asıl topraklarına dönüş hakkının pekiştirilmesi ve şu an UNRWA’ya kayıtlı altı buçuk milyon mülteciden geri dönmeyenlere tazminat verilmesidir. Dolayısıyla Nekbe’nin BM belgelerinde bir kavram olarak benimsenmesi, Filistin’in ve onun özgürlüğüne ve halkının başkenti Kudüs olan yaşayabilir, egemen ve bağımsız bir devlet kurma hakkına inanan herkesin lehine büyük bir değişimdir.  

“Filistin Arap halkının Nekbesi” kavramı ile bu kavramın hukuki anlamlarını yerleştirmek; tüm hak ve mücadele anlamlarını pekiştirmek ve gelecekte herhangi bir siyaset ve mücadele hareketinde bunları temel almak için aslında benzersiz bir ameli, hukuki ve siyasi çaba gerektirir. Filistinli ve Arap akademisyenlerle Filistin hakkının tüm destekçilerinin BM’de “nekbe” anma törenini ihdas etme, gerçekte olanla ayrımcılığın derinleştirilmesine dayalı mevcut işgal uygulamaları arasında bağlantı kurma ve tüm bu uygulamalara yönelik küresel itiraz ve nefret derecesini yükseltme konusundaki büyük sorumluluğu buradan geliyor. Filistin haklarını destekleyen birçok Filistinli, Arap ve uluslararası siyasi ve akademik kampanya, işgalci davranışları ve Filistin haklarına yönelik her türlü saldırıyı ifşa etmek ve bunlara karşı çıkmak için gerçekten dikkate değer bir çaba harcıyor. Bununla birlikte Nekbe’nin sonuçlarıyla yüzleşme kültürünü yaygınlaştırıp kökleştirmek için daha fazla yoğunlaşma ve daha fazla etkinlik, atölye, derinlikli çalışma ve birçok Arap ve uluslararası araştırma merkezi ve çeşitli medya kuruluşlarıyla iş birliği gerekiyor.

Aynı şekilde atılması kaçınılmaz büyük siyasi adımlara da acil ihtiyaç var. Bunlardan en önemlisi, şu anda hâkim olandan büyük ölçüde farklı bir Filistin vizyonunun belirginleşmesidir. Bunun ilk adımı da ayrışmaya ve bu ayrışmanın ardından gelip herkese zarar veren kültür ve uygulamalara son vermektir. Ayrıca Filistinlilerin Haziran 1967’den sonra işgal edilmiş tüm toprakları içeren gerçek bir devlet kurma hakkı aleyhine olarak işgal edilen Filistin toprağının bir kısmı için devlet, emirlik veya başka herhangi bir isim altında bir Filistin varlığının olacağı fikrini, daha doğrusu vehmini tamamen dışlamak, Filistin ulusal birliğini yeniden tesis etmek, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün rolünü güçlendirip performansını geliştirmek ve diaspora ve işgal edilen topraklardaki tüm Filistinlilerin gerçek bir kurumsal ve tarihî ifadesi olarak bu örgütün rolünü derinleştirip bu örgüte üyeliği, çatısı altına girmek isteyen tüm Filistinli güçleri içine alacak şekilde genişletmek lazım.

İsrail işgal ordusuyla güvenlik güçlerinin işgal altında olan Batı Şeria’daki birçok kasaba, kamp ve şehre saldırmaya, Filistinlileri öldürmeye ve işgale direnenlerin evlerini yıkmaya devam ettiği bir zamanda Mısır’ın, Katar’ın desteğiyle Gazze’de ateşkes için gösterdiği büyük çabaların ve beş gün süren hava saldırılarının ardından Gazze’ye yönelik İsrail düşmanlığı sona erdi. Bu gelişme ile Nekbe yıldönümünün aynı zamana denk gelmesi, çatışmanın ve açık ya da sınırlı karşılaşmaların ne ölçüde defalarca tekrarlanabileceğini ortaya koyuyor. Aynı şekilde Gazze Şeridi’nden karşılıklı roket atışını ve İsrail’in sivil ve sivil olmayan hedeflere yönelik hava saldırılarını da ortaya koydu. Hem işgal altındaki Filistin hem de siyasi kriz yaşayan İsrail’deki gerçeklik, gittikçe derinleşen büyük bir siyasi boşluğu gözler önüne seriyor. Bunun en belirgin işareti de bu çatışmanın kökenini ele almaya çalışan herhangi bir uluslararası çaba veya sorumlu hareketin tamamen yok olmasıdır.  

Bu noktada, İsrail Başbakanı’nın Gazze Şeridi ve Batı Şeria’ya hükmeden örgütlerle ilişkisinin temeli olarak gördüğü “sakinliğe karşı sakinlik” formülü, Filistinli örgütlerin liderleri de dahil olmak üzere Gazze Şeridi’ndeki çeşitli hedeflere saldırılmamasının temel belirleyicisi olarak öne çıkıyor. Ayrıca zamanın askerî güç, Amerikan ve Batı desteği ve ciddi ihlaller için hesap sorulmaması gibi olgularla desteklendiği ve işgalin büyük engeller olmaksızın sürdürülmesinden yana olduğu kanaatine dayalı İsrail stratejik düşüncesinin boşluğuna da ışık tutuyor. Sadece sakinlik ve ateşkes, işgalin devamlılığına ve Filistin topraklarını kemirme ve yerleşimi genişletme uygulamalarının istikrarına hem taktiksel hem de stratejik bir katkı sayılır. İsrailli analistler, son beş günde olduğu gibi Gazze Şeridi’nden yapılan roket atışlarının neden olduğu ekonomik yüklerin, İsrail hava saldırılarının ve Filistin mermilerini önleme füzelerinin maliyeti de dahil olmak üzere milyonlarca dolar olduğunu düşünüyor. Bu, en ufak bir şikayet olmaksızın tahammül edilebilir bir şey. Çünkü bu, bir yanda İsrail caydırıcılığı ve diğer yanda İsrailli vatandaşların güvenliğini savunma ilkesiyle bağlantılı bir bedeldir.

İsrail’in ateş gücünün mutlak üstünlüğüne dayalı böyle bir düşünce, Filistinlilerin sahip olduklarıyla karşılaştırılamaz. Filistinli sivillere yönelik saldırganlığın uluslararası sorumluluğunun olmaması da orta vadede birçok başarısızlık unsurunu beraberinde getiriyor. Zira askerî mücadeleye inanan birçok Filistinli tarafın tüm kısıtlamalara ve kuşatmaya rağmen askerî imkânlarını ve savaşma yeteneklerini geliştirme kabiliyetini görmezden geliyor. Üstelik bu örgütlerin askerî ve siyasi olarak desteklenmesi gerektiğini düşünen ve pratikte çok şey sunan dış güçler de mevcut. Gazze Şeridi’ne yönelik son saldırıda Gazze Şeridi’nden İslami Cihat Hareketi ile diğer gruplara atfedilen füzeler ve mermiler, uzak mesafelere erişerek Tel Aviv ile Kudüs semalarının yanı sıra Gazze Şeridi sınırlarını çevreleyen yerleşimlere de ulaştı. Bunun üzerine İsrail ordusu, İsraillilerden seferber olmalarını ve Gazze sınırına 80 kilometre uzaklığa kadar olan sığınaklara sığınmak için her zaman hazır bulunmalarını talep etti. Söz konusu Filistinli mermilerin imha etme ve belirli hedeflere isabet etme bakımından yeteneklerinin çok sınırlı olduğu doğru, ancak bu, söz konusu örgütlerin çalışmalarında beş ya da on yıl öncesinde sahip olduklarına kıyasla bir değişimi temsil ediyor.

Burada önemli olan İsrail stratejik aklının tasavvur ettiği gibi zamanın mutlak olarak işgalden yana olmamasıdır. Zaman, sorunları ve giderek ağırlaşan tehlikeleri beraberinde getirdiği gibi, yönelim ve hareketlerindeki tüm çeşitlilikle birlikte Filistinliler arasında yavaş yavaş büyüyen siyasi ve askerî bir denge ve eklemeleri de getiriyor. “Nekbe” kavramının uluslararası düzeyde benimsenmesi de bunun bariz bir kanıtı.