Irkçı, milliyetçi, güvenlikçi ve din temalı siyaset yapmak, bu siyaseti benimseyen yönetici elit için tarihin her döneminde kazandıran politikalar olsa da aynı zamanda gerilim, kaos ve çatışmanın en önemli motivasyon kaynağıdır. Ve bu tip politikalar, etkin olduğu toplumlar için pimi çekilmiş her daim patlamaya hazır bomba görevi görür.
Bu tip politikalar, ideolojiler genellikle aşırı sağ olarak tanımlanır, aslında bir merkezi de yoktur; İtalya, ABD, Rusya, Fransa, Türkiye, İsrail… her ülkede alıcısı mutlaka vardır. Buradaki fark belki şudur, yönetici elitin bu tip kaos politikaları hukuk ile sınırlandırıldığı müddetçe bir şekilde gerilimin önüne geçilebilir ancak hukuk da bu kaosu besleyecek kadar siyasi elitin eline düşmüşse o zaman toplumun hedef alan kesimleri de, hedef alınan kesimleri de sürekli güvenlik temalı tedirginlik içerisinde, öfkeli ve saldırgan ruh hali içinde bir türlü ideal olana yönelemez. Bunun en net örneği de İsrail’dir.
İsrail, din ve ırk arasında ayrımın olmadığı, büyük ölçüde Siyonizm etkisinde, işgalciliği kendisinde hak gören, Yahudilerin üstünlüğüne ve Tanrı tarafından seçilmiş özel kişiler olduklarına inandırılan, Filistin’i işgal ettikleri halde işgalciler Filistinlilermiş gibi davranan, eğitimden politikaya kadar aşırı sağcı politikaların benimsendiği, İsrail toplumunu güvenlikçi politikalar ile yöneten bir anlayışa sahip. Bu anlayışın çok uzun yıllar sürdüğü düşünülürse, İsrail, Yahudiler için değil İsrail siyaseti için söyleyecek olursak, gerçekten aşırı milliyetçi, kendisinden olmayan karşı sürekli güvensizlik hisseden, huzuru ve hatta normali olmayan, anomaliler içerisine yaşayan bir toplum oluşturdu. Tüm İsraillilerin olmasa da, İsraillilerin çoğunluğunun aşırı sağcı politikalar ile yarattığı fundamentalist Yahudiler, her ne kadar Filistin için birer tehlike oluştursa da, uzun yıllar sonunda İsrail için bile tehlike oluşturacak hale geldi. Zira kendisinden olmayanın “insan, insan olmaktan kaynaklı hakları” olduğuna bile inanmadıkları Filistinlilere yönelik her tür saldırıları o kadar artan bir boyuta geldi ki, İsrail’i her durum ve şartta savunma, koruma, kollama gereği duyan Batı bile artık İsrail’i savunacak bahaneler bulamıyor ve kınamak zorunda kalıyor.
İsrail’in Filistin işgali, 1948’den bu yana devam ediyor ve son yıllarda bu işgal ve işgale bağlı saldırılar artmış durumda. Çünkü artık İsrail güvenlik güçleri yalnız değil, İsrailli siviller de kendilerine öğretildiği gibi en az güvenlik güçleri kadar saldırgan olabiliyor, buna Filistinli sivillerin üzerine araç sürmek de dahil. Yakın dönemdeki artan saldırıların birinci nedeni ise bilmem kaçıncı kez İsrail yönetimine gelen Netanyahu’nun koalisyon ortaklarının aşırı sağcı kişilerden oluşmasıyla alakalı.
18-19 Mayıs tarihleri İsrailliler tarafından Kudüs günü olarak kutlanıyor. Yahudiler, 1967'deki Altı Gün Savaşı sırasında İsrail'in Doğu Kudüs'ü ve Mescid-i Aksa'nın da içinde yer aldığı Eski Şehir bölgesini işgal etmesini her yıl "Kudüs günü" olarak kutluyor. Bu yıl, Netanyahu hükümeti eskisine göre daha saldırgan politikalar izlediği, İsrailli siviller Filistinlilere daha saldırgan davrandığı için 2023 Mayıs ayı başında İsrail güçleri, bölgede gerginlik artmaması için bir ihtimal kutlamaların kısıtlanabileceğini belirtti. Ama sonuç öyle olmadı.
İsrail’in fanatik Yahudileri denilerek yumuşatılmaya çalışılan aşırı ırkçı ve saldırgan kesimleri, Filistinli, İsrailli ayırt etmeksizin gazeteciler dahil birçok insana taşlarla saldırdı. “Araplara ölüm” sloganları atıldı. Saldırgan gurubun içerisinde aşırı sağcı siyasetçilerden İsrail Güvenlik Bakanı Ben-Gvir de vardı ve “Kudüs sonsuza kadar bizim olacak” sloganları atıyordu. Ancak bu kadar saldırgan oluşlarına bakarsak bırakın sonsuzu, o an içinde bile Kudüs kendilerinin değilmiş gibi duruyor.
Velhasıl kelam, İsrail saldırganlık konusunda kendi vatandaşlarına Filistinlileri hedef almayı öyle normal bir şey haline getirdi, onları öyle keskinleştirdi ki, önünde sonunda kendi yarattığı canavarın bir şekilde zararını görecek. “Ey İsrail, kendi yok oluşun kendi elinden olacak” gibi gerçekle çok ilgisi olmayan bir kehanette bulunmayacağım ancak şunu da gayet iyi biliyorum ki, bu kadar sivriltilen kitleler nihayetinde bir zaman sonra sadece saldırıya odaklı hale gelir ve sonunda kime saldırdıklarının bir önemi de kalmaz. Şimdi soru şu; İsrail, Filistin’in olmadığı bir tabloda, bu yıkıcı kitleler ile, onların öfkesini bir yere yöneltmeden, içi mayın tarlasına dönmüşken nasıl “birlikte ve güvenlik içinde” var olabilecek? Cevap vereyim, hiçbir zaman! Zira İsrail’in nefret politikalarının İsrail’i bir şekilde ayakta tuttuğu ne kadar gerçekse, onu yıkıma en yakın hale getirdiği de bir o kadar gerçek.