Mevcut İngiliz hükümetinin aşırı sayılacak kadar muhafazakâr sağcı Enerji ve Ticaret Bakanı Jacbo Rees-Mogg attığı bir tweette, Türk halkının "uygulamada demokratik değil, totaliter ve baskıcı birini seçmiş olsa bile demokratik haklarını kullanma" isteğine hayran olduğunu söyledi. Bu sözleriyle elbette, seçmenlerin yüzde 89'unun demokratik hakkını kullandığı seçimlerde Türklerin yüzde 49,52'sinin oyunu alan ve büyük olasılıkla ikinci turda yeniden seçilecek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı kastediyordu.
Rees-Mogg, demokrasinin halkların temel hakkı olarak uygulanmasını talep eden ve bunu uygulamayan rejimleri ortadan kaldırmak için şiddetli savaşlar yürüten, sonra da seçim sonuçlarını çıkarlarına göre değerlendiren Batı'nın gerçek ikilemini temsil ediyor. Tarih, temsilcilerini demokratik bir şekilde seçen ve bu nedenle bizzat demokrasinin uygulanmasını talep eden Batı tarafından ekonomik abluka, sindirme ve suikast yoluyla dışlanan halkların birçok seçimine tanıklık ediyor. Şili’de Salvador Allende'nin öldürülmesi ve Venezüella’nın açlığa mahkûm edilmesi örnekleri, Allende ile Hugo Chavez arasındaki büyük farka rağmen, yukarıda belirtilenlere dair iki örnek. Batı’nın, halkını ezen ve aşağılayan diktatör rejimlere göz yummasından ve onlarla bir arada yaşamasından ise bahsetmiyoruz bile.
Türk halkının demokratik tercihine dönecek olursak, Avrupa Birliği, İngiltere ve ağabeyleri ABD, Erdoğan'ın üçüncü kez seçilmesinden birkaç nedenden dolayı memnun kalacaklardır. Erdoğan, NATO'ya karşı yükümlülüklerini yerine getirdi ve aynı zamanda Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile de ilişkiyi kesmedi. Bu politikası ile Erdoğan, Ukrayna sorununda her türlü çözüm için mutlaka bir köprü olacak ama Kemal Kılıçdaroğlu’nun böyle olacağının garantisi yok. Suriye meselesinde Erdoğan, Suriye topraklarında bulunan Batılı güçleri destekleyen bir unsurdu. Yerinden edilmiş çok sayıda insanı ülkesinde barındırdı ve bunun için yüksek bedeller talep etse bile, onların Avrupa'ya iltica etmelerini engelledi. Erdoğan, ABD'nin bölgedeki ileri üssü İsrail ile zaman zaman konferanslarda sergilediği teatral gösteriler dışında normal bir ilişki sürdürdü. Ancak Erdoğan'ın diğerlerine tercih edilmesini sağlayan en büyük meziyeti, Türkiye'de ve yurtdışında radikal İslam'ı kapsamış olması. O, köktendincilerin hiçbirinin kendisini geçemeyeceği bir İslamcı ve aynı zamanda Batı’ya açık ve iş birliği içinde. Bu durum, Batılı diplomatik raporların, seçilmesi durumunda dini aşırılığın yeniden ortaya çıkacağını söylediği Kılıçdaroğlu için geçerli değil.
Ancak AB yetkilileri, geçtiğimiz pazar günü yapılan Türkiye genel seçimlerinin ilk turunun şaşırtıcı sonucunu hâlâ sindirmeye çalışıyorlar. Bu arada Erdoğan'ın AB ve NATO düşmanlığı ona Brüksel'de sadece birkaç dost kazandırdı. Türkiye’de bir hükümet değişikliğinin AB'yi yanıtlamaya pek hazır olmadığı zor sorularla karşı karşıya bırakabileceği göz önüne alındığında, birçokları ünlü "en iyi şeytan tanıdığın şeytandır" atasözünün geçerliliğini de sorguluyor.
Avrupa ile yakın ilişkilerden yana olan pek çok liberal Türk, 28 Mayıs'ta yapılması planlanan ikinci turda bir mucize olmasını umuyor. Ancak ilk turda beklenenden daha iyi sonuç alması ve aşırı sağcı aday Sinan Oğan'ın da desteğini aldığı göz önüne alındığında, Erdoğan, zafer yolunda gibi görünüyor.
Bu seçim, birçok yönden Türkiye'nin rotasını tersine çevirmesi ve AB'ye yaklaşması ya da en azından onunla güçlü bir ortaklık geliştirmesi için son şansıydı. Erdoğan, son 20 yılda Ankara'yı Avrupa'dan giderek daha fazla uzaklaştırdı ve ülkesini İslamcı popülizm yoluna soktu.
Türk seçmenlerin belki de yüzde 45'i Kılıçdaroğlu'nun Avrupalı bir gelecek vizyonunu destekledi. Ancak kazananın her şeyi aldığı demokraside, cumhurbaşkanlığı seçimleri sonucu Türkiye'nin Rusya ve Çin gibi rejimlere “doğuya bakma" seçimini temsil edecek.
Ankara'nın Avrupa ve ABD'deki NATO müttefikleri için pazar günkü sonucun hayal kırıklığı yaratan bir başarısızlık olduğu oldukça açık. Zira bu başarısızlık, yeniden seçilmesiyle Erdoğan'ın ittifak içinde bir engel olmaya devam edeceği anlamına geliyor. Erdoğan hâlâ İsveç'in ittifaka katılım hedefini engelliyor, Rusya'ya karşı Batı yaptırımlarını desteklemeye ve Ukrayna'nın silahlanmasına yardım etmeye yönelik Avrupa baskısına direnmeyi sürdürüyor. Aynı zamanda, tanıdıkları "şeytan"ın bilinmeyen bir "varlık" olan Kılıçdaroğlu'ndan daha iyi olabileceği şeklindeki pragmatik görüşü benimseyen bazı üst düzey AB yetkilileri arasında bu hafta bir miktar rahatlama hissedilebilir.
Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'e pazartesi günü düzenlenen basın toplantısında seçim sonucu sorulduğunda, geniş çaplı konuşarak, seçimdeki yüksek katılımın (yüzde 90'a yakın) "iyi bir haber" olduğunu söyledi. Bunun "Türk halkının demokratik haklarını kullanmakta kararlı olduğunun bir işareti" olduğunu da sözlerine ekledi.
Ancak bir Türk gazeteci ona Kılıçdaroğlu'nun Türkiye'yi AB üyesi yapma isteğini sorduğunda von der Leyen, "Türkiye bizim için önemli bir ortaktır" demekle yetinerek, soruyu yanıtlamaktan kaçındı.
Von der Leyen'in yanıtı, AB yetkililerinin Türkiye'nin Avrupalı geleceği söz konusu olduğunda her zaman üzerinde yürümek zorunda kaldıkları gergin ipi yansıtıyor. Nitekim Brüksel, Türkiye'nin 1999'da başlayan katılım sürecinin bugün üye ülkeleri arasında çok az destek gördüğünü ve başarı şansının çok düşük olduğunu biliyor. Türkiye’nin AB üyeliğinin en ateşli destekçileri birlikten ayrılan İngiltere ile bugün Avrupa yörüngesi içinde bir Türkiye geleceğinden büyük ölçüde vazgeçen ABD idi. Ancak Türkiye'nin üyelik teklifi teknik olarak halen sürüyor ve Erdoğan'dan intikam alma riskine girmeden gerçekçi bir şekilde iptal edilemez.
Basitçe söylemek gerekirse, Türkiye Avrupa Birliği'ne girmek için çok büyük, çok yoksul ve "psikolojik" olarak Avrupa'dan çok uzak. Türkiye bugün Birliğe katılırsa, nüfus bakımından en büyük üye olarak, AB Konseyi'nde ve Avrupa Parlamentosu'nda en fazla oya sahip olacak.
Türkiye'nin AB üyelik hedefi gerçekten sallantıda ise başvuruda bulunan Ukrayna'nın Rus işgali sebebiyle aday ülke statüsü elde etmesi, Türkiye'nin katılım sürecinin sürüncemede kalmaya devam edeceğinin teyidiydi.
AB liderlerinin Aralık 2023'te büyük bir adım olan Kiev ile Brüksel arasındaki müzakereleri başlatmaları bekleniyor. Perde arkasında, AB'nin Türkiye'yi de kapsayacak şekilde genişlemesiyle ilgili benzer endişeler büyüklüğü, coğrafyası, yoksulluğu nedeniyle Ukrayna için de geçerli. Ama Ukrayna’nın adaylık süreci ile birlikte Türkiye ancak öncelikler sıralamasında alt sıralara inecek.
Üst düzey bir Avrupalı yetkili bu hafta yaptığı açıklamada, "Bir noktada, Ukrayna ve Batı Balkanlar'ın AB’nin son genişleme sınırı olduğunu açıkça belirtmemiz gerekecek. AB’nin hem Türkiye'yi hem de Ukrayna'yı içine alması düşünülemez " dedi.
Türkiye'nin AB'ye katılma umutları her zaman uzaktı, ancak Erdoğan bunu kesinlikle düşünülemez hale getirdi. Kılıçdaroğlu'nun ikinci turdaki galibiyeti, Türkiye'nin Avrupa'ya dönmesi için son umudu olacak. Türkler 28 Mayıs'ta Erdoğan'ın iktidarda kalması yönünde oy kullanırlarsa ki öyle görünüyor, Türkiye'nin Avrupa hikayesi temelden bitmiş olacak.
Erdoğan ise Türkiye'nin NATO'daki çok ayrıcalıklı koltuğundan faydalanmakla yetinecek.