Vitaly Naumkin
TT

Savaş sonrası dünya düzeninin çökmesi tehlikesiyle mi karşı karşıyayız?

Kısa bir süre önce, 9 Mayıs'ta Rusya Federasyonu, 1991'in sonuna kadar kendisiyle tek ülke Sovyetler Birliği çatısı altında yer alan Bağımsız Devletler Topluluğu cumhuriyetleri başta olmak üzere bir dizi başka ülkeyle birlikte, "Büyük Vatanseverlik Savaşı" dediğimiz savaşta Nazi Almanya'sına karşı kazandıkları büyük zaferin 78’inci yıldönümünü kutladı.

Dünyayı faşist salgından kurtarmadaki öncü rolü, uluslararası toplumun mutlak çoğunluğu tarafından kabul edilen Rusya için bu bayram ana ulusal bayramıdır. Bu savaşta yaklaşık 27 milyon insanını kaybettiği için Rus şarkılarından birinde kendisi hakkında “Bayram ve gözler yaşlarla dolu” denir. Bu savaşın son safhasına Sovyetler Birliği'nin o zamanki müttefikleri olan ABD ve İngiltere'nin de katıldığı ve General Charles de Gaulle liderliğindeki özgür Fransız kuvvetlerinin faşizme karşı mücadelede önemli rol oynadığı biliniyor.

Bu nedenle Devlet Başkanı Vladimir Putin, 9 Mayıs Zafer Bayramı münasebetiyle Moskova'da Kızıl Meydan'da düzenlenen askerî geçit töreni öncesinde yaptığı konuşmada, Sovyetler Birliği'nin tüm halklarının bu zaferdeki katkılarına dikkat çekti. ABD, İngiltere ve Çin dahil Rusya'nın Batı ve Doğu'daki müttefiklerinin de bu zaferdeki katkılarını hatırladığını vurguladı.

Bununla birlikte, Nazi Almanyası'nın da bazı ülkelerin orduları ve Fransa dahil olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerinden gönüllüler tarafından temsil edilen müttefikleri olduğunu hiç kimse hatırlamıyor.

İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası'nın müttefiki olan ve 10 Şubat 1947'de galip güçlerle imzalanan Paris Barış Anlaşması uyarınca onunla birlikte yenilen ülkeler de savaşı başlatmaktaki suçlarını itiraf etmeliler. Tazminat ödeyip topraklarının bir kısmını bırakmayı kabul etmeliler. Bunlar; Bulgaristan, Macaristan, İtalya, Romanya ve Finlandiya’dır. Moskova Üniversitesi Küresel Politika Fakültesi’nde profesör olan meslektaşım Aleksi Vinenko, geçtiğimiz günlerde popüler bir programda Rus izleyicilere bunu hatırlattı ve bunu yaparak iyi bir iş yaptı. Zira sadece Rusya'da değil, aynı zamanda Avrupa'nın kendisinde de hiç kimse bu olayı unutmamalı.

Aslında yakın bir zamana kadar, onları kızdırmamak için bu ülkelere tarihsel suçlarını hatırlatmak bizim için alışılmış bir şey değildi. Zira Macaristan, Bulgaristan ve Romanya dahil olmak üzere bu ülkeler Sovyetler Birliği liderliğindeki "Sosyalist Blok" un bir parçası ve Varşova Paktı üyeleriydi. Finlandiya ile Sovyetler Birliği'nin ise iyi komşuluk ilişkileri vardı. Ama bugün bu ülkelerden bazıları ve bazı komşuları, başkalarını ve öncelikle de faşizmden en çok zarar gören ülke olan Rusya ve hatta halkını suçlamaktan çekinmiyorlar.

Estonya Başbakanı Kaja Kallas, "Rus halkının bir geleceği olması için önce ulusal suçunu kabul etmesi, geçmiş ve şimdiki suçların sorumluluğunu üstlenmesi gerekir" dedi. Ne var ki, Sovyetler Birliği'nde korkunç suçlar işleyen Nazi SS unsurları arasında Estonyalılar da vardı.

Yasal olarak, Paris Barış Anlaşması bugüne kadar yürürlükte ve tabii ki o zaman teslim olan Almanya, yasal olarak mağlup bir ülke olmaya devam ediyor. Ancak Alman liderler dahil olmak üzere Avrupalılar, Paris Anlaşması’nın sorumsuzca gözden geçirilmesini mi istiyor? İnanılmaz boyutlara ulaşan ve Rusya'yı zayıflatma olasılığı hayalinden esinlenen Rusfobianın (Russophobia), Avrupa ve dünyada hâkim olan savaş sonrası düzenin temellerini yıkmanın tüm tehlikelerini maskelemesi mümkün mü? Eski Almanya şansölyesi Gerhard Schröder ve Kore asıllı eşi Soyeon Schröder-Kim'in Rusya’nın duygularını paylaştıkları için maruz kaldıkları kovuşturmanın çok kirli hikayesini burada nasıl hatırlamayız. Bu nedenle köklü “Bundestag”daki (Alman Federal Meclisi) toplantısında bütçe komitesi onu ayrıcalıklarının bir kısmından mahrum bıraktı. Çiftin bu yıl 9 Mayıs Zafer Bayramı münasebetiyle Berlin'deki Rusya Büyükelçiliği'nde düzenlenen bir resepsiyona katılmalarından sonra da bir devlet şirketinde çalışan Bayan Schröder-Kim’in işine son verildi.

Vinenko haklı olarak, mağlup ülkelerin, Paris Anlaşması’nın kendilerine dayattığı kısıtlamalardan kurtulduktan sonra, Rusya üzerinde artan baskıya ve onu izole etme çabalarına güvendiklerini, böylece İkinci Dünya Savaşı'nı başlatma suçlarının sorumluluğunun ortadan kalkacağını düşündüklerini varsayıyor. Buna ek olarak mesela Finlandiya’nın geçmişte yaptığı gibi, bu onların Moskova'ya karşı bölgesel iddialarda bulunmalarını sağlayacak. Bu noktada, 1947'de Finlandiya'nın Pechenga Limanı ile Karelya eyaletinin bazı bölümlerinin Sovyetler Birliği'ne devrini tanımak zorunda kaldığını hatırlıyoruz. Polonya ve hatta Litvanya'nın da 1945'teki Potsdam Konferansı'nın kararıyla faşizmin yenilgisinden sonra Almanya tarafından Sovyetler Birliği'ne devredilen Kaliningrad bölgesine yönelik talepleri var. Ancak, çok uzun zaman önce (1454-1455) "Krulevik" adlı bir Polonya şehri olması dışında eski Königsberg (bugünkü Kaliningrad) şehriyle ne ilişkileri var? Krulevik adlı Polonya şehrinden önce de burada eski bir Prusya kasabası vardı. Bu topraklar sadece 1456-1657 döneminde Polonya'nın mülkiyetinin bir parçasıydı.

Öte yandan Avrupalılar gerçekten de Pandora'nın Kutusu'nu açmaktan korkmuyorlar mı? Zira Rusya’ya karşı toprak iddialarından önce kendi aralarındaki sorunları çözmeleri gerekiyor. Sadece Rusya'ya zarar vermek için Ukrayna'ya yardım eden Polonya, aynı zamanda Kiev'den Volhynia Katliamı için resmi olarak özür dilemesini talep ediyor. Polonyalılara yönelik bu acımasız soykırım, 1943'te kendilerine “Ukrayna İsyancı Ordusu” adını veren militanlar tarafından gerçekleştirilmişti.

Aleksi Vinenko'nun Avrupalıların birbirlerine karşı olası toprak iddialarına ilişkin düşüncelerine geri dönelim. Ama öncelikle Rusya'nın Almanya ile arasında bir barış anlaşması olmadığını, aralarında sadece Almanya’nın birleşmesi şartlarını içeren 1990 Moskova Anlaşması olduğunu hatırlatalım. Vinenko’nun düşünceleri Paris Barış Anlaşması’nın aşınması sonucu Macaristan’ın, Ukrayna'nın (Macarların yoğun olarak yaşadığı bir bölge) olan Zakarpatya Olbastı (Transcarpathia) ile ilgili bölgesel iddialarda bulunabileceğini varsaymak için iyi bir temele sahip olabilir. Zira orada uzun zamandır var olan ayrımcılık Budapeşte'yi çileden çıkarıyor. Keza Sırbistan toprakları içindeki Voyvodina veya Romanya toprakları içinde yer alan Transilvanya'nın bir kısmı üzerinde de bazı bölgesel iddialarda bulunulabilir. Romanya da Ukrayna'nın kuzeyindeki Bukovina ile Odessa bölgesinin bir parçası olan Bessarabian'daki İzmail şehri üzerinde hak iddiasında bulunabilir. Şehir 1790 yılında ünlü komutan Suvorov önderliğindeki Rus ordusunda savaşan Türkler tarafından ele geçirilmişti. Benzer toprak talepleri Moldova'nın çoğu bölgesi için geçerli. Yine Bulgaristan bir kez daha Makedon toprakları üzerinde hak talep etmeye başlayabilir. Aslında, Moldova ile ilgili olarak, bizzat Cumhurbaşkanı Maia Sandu’nun onu Romanya'ya doğru sürüklüyor gibi göründüğü söylenebilir.

Ama belki de kıyamet senaryoları yazmamak ve bu sayı azalıyor gibi görünse de Batı'da hâlâ var olan sorumlu politikacıların bilgeliğine güvenmek daha iyi olacak.