Kaddafi diktatör bir hükümdardı ve bir ‘tiran’ olarak tanımlanırdı. Kendisi yaşarken olduğu gibi öldükten sonra da halen tartışmalı bir şahsiyet. Bazı insanlar onu genellikle yabancı gibi davranan bir orman sakini olarak tanımlar. Arap yazarlardan biri, Kaddafi’nin zamanını anlatırken ondan “Adını bilmediği yerlerde, halkını tanımadığı ormanlarda savaşıyor” sözleriyle bahsetmişti. Kaddafi döneminde ve onun gazetelerinde çalışmış bu Arap yazar, Kaddafi’nin Uluslararası İslam’a Davet Derneği aracılığıyla Afrika ormanlarında inşa ettirdiği ve halen ‘Allahu Ekber’ nidalarının yükseldiği camileri ve okulları unutmuş olmalı. Kaddafi’nin kurucusu olduğu bu derneğin merkezi Libya’dadır ve kuruluş tarihi de 1970’tir. Dernek halen İslam’a davet ve cami ve okul inşası alanında faaliyet gösteriyor. Kaddafi döneminde Afrika’nın ‘ormanlarında’ inşa edilen bine yakın cami, okul ve su kuyuları bu derneğe atfedilir. Bununla da kalmayarak söz konusu dönemde, dört metre çapında ve toplam uzunluğu dört bin kilometreyi aşan en büyük ve en uzun borusuyla Libya çölünden kuzeye tatlı su getiren Yapay Nehir Projesi yapılmıştır. Jeologlar projeyi dünyadaki su krizini çözmeye yönelik en önemli ve en büyük projelerden biri olarak tanımlamıştır. Bu sayede tatlı sular 30 yılı aşkın bir süredir Libya’daki Sahra Çölü’nden kuzeye gürül gürül akıyor. Bunlar Kaddafi’nin susuzlara su vererek dahi özelde Libya’da, genelde Afrika’da iz bıraktığını gösteriyor. Hadiste geçtiği gibi; susuzluktan dilini çıkarıp soluyan bir köpeğe su veren kötü bir kadın cennete girdiyse, bütün bir millete su veren birinin durumu ne olur Allahualem...
Kaddafi sadece Afrika ormanlarında değildi. Zira her zamanki gibi kendi seçtiği 9.9.1999 tarihiyle Libya’nın Sirte kentinde duyurulan Afrika Birliği’nin ilanına da katkıda bulunanlardan biriydi. ‘Afrika Birleşik Devletleri’ projesinin ve Afrika dinarı fikrinin sahibiydi. Bu yüzden Muammer Kaddafi’nin ölümüyle ilgili birçok soru işaretleri bulunuyor. Bunun, Fransızların sadece ‘ormanlarında’ değil genel olarak Afrika’da uzun sömürge geçmişine rağmen nüfuzlarını kaybederken nüfuzu genişleyen Kaddafi’den kurtulmak için önceden planlanmış ve tasarlanmış bir infaz olduğundan şüphe edilmektedir.
Bazıları Kaddafi’nin bir jinekologdan alıntı yaparak söylediği “Kadın regl olur, ancak erkek olmaz” sözleriyle dalga geçmişti. Kaddafi bir doktorun açıklamasını aktarmasına rağmen dalga geçenlerin anlamadığı şey, kendisinin özgürlük adı altında toplumsal değerlerin çiğnenmesine karşı çıktığıydı. Bu, bir doktor tarafından açıklanan fizyolojik aksiyomlara dayanmakla birlikte aslında Kaddafi’nin kadının biyolojik olarak dişiliğini koruma hakkının çiğnenmesine ve bunun iş hayatında dikkate alınmamasına karşı olduğunu gösteren açık bir delildir. Kaddafi’nin hamile kadınlara en uzun ve emziren kadına da saatlerce emzirme izni verdiği, hatta bu konunun Libya kanununda açıkça ve net bir şekilde belirtildiği bir gerçektir. Ayrıca erkeğe özgürlük kisvesi altında dönüşmeye zorlanmadan erkek olarak kalma hakkına dikkat etti. Kaddafi kendisini desteklesin veya desteklemesin (regl olan) kadına seçme hakkı verdi.
Kaddafi güçlü olduğu sırada din tabakasının seçkinleri ona doğru koşarken, fitne (Arap Baharı) çıkınca kendisini tekfir edip lanetleyerek karşısına dikildiler. Bu münafıklık ve ikiyüzlülük değil mi?
Yazımın amacı Kaddafi’nin hünerlerini övmek değil. Yaşamında destekçisi ya da havarisi olmadım ki ölümünde olayım. Kaddafi diktatör bir yöneticiydi. Bunda hemfikiriz. Ancak Kaddafi’nin tuhaf karakteri ile uyuşulmaması, yaşamında ve ölümünde hakkında yalanlar uyduranlarca Rabb’ine göçmüş adama haksızlık yapılmasını gerektirmez.
Kaddafi farklı kişiliği, tuhaf konuşma ve giyim tarzı, siyasi protokolleri çiğnemesi, hem misafirini hem de ev sahibini utandırmasıyla dünyayı meşgul etti. Ancak adam, yani Kaddafi, o kadar yalanlara maruz kaldı ki bazıları onun Yahudi soyundan geldiğini ortaya attı ve işler kontrolden çıkarak, Kaddafi’nin aslen Yahudi olduğuyla ilgili bir teori noktasına ulaştı. Bu teori İsrail’in dış istihbarat servisi Mossad’ın sözde kaybolan belgelerine dayandırıldı. Bu belgeler, gerçek adını açıklama cesaretine sahip olmayan ABD’li bir yazarın Jack Taylor takma adıyla yayınladığı ‘Taxi Papers’ adlı bir kitapta yayımlandı. Ne var ki bu yalan, Kaddafi’nin ölümünden sonra bizzat ABD istihbaratı tarafından gerçekleştirilen DNA testleriyle çok geçmeden çürütüldü.
Ancak Kaddafi’nin ölümü ve cesedinin nereye gizlendiğiyle ilgili tartışmalar devam edecek. 20 Ekim 2011’de canlı bir şekilde yakalandıktan sonra infaz mı yoksa Sirte cehenneminden Vadi Carif’e doğru kaçan konvoyunun beraberindeki baş muhafızın itiraflarında geçtiği gibi Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) uçakları tarafından vurulmasının ardından yakalandığını gösteren videolarda görüldüğü üzere aldığı darbeler sonucunda mı öldüğü belirsiz. Bu sebeple bu, cevabı olmayan bir mesele ve Libya’daki ulusal uzlaşının önünde engel teşkil ediyor.
Birden fazla rivayete göre Kaddafi’nin öldürülmesinde birçok suç ortağı vardı. Örneğin İtalyan Corriere della Sera gazetesi, Kaddafi’nin, ‘devrimci’ tugaylara sızıp Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin talimatıyla ‘Fransız’ bir casus tarafından öldürüldüğünü öne sürdü. Buna göre seçim kampanyası finansmanı da dahil olmak üzere Sarkozy’i Kaddafi’ye bağlayan karanlık meseleler vardı ve Sarkozy Kaddafi’yi öldürerek bunlardan kurtulmak istiyordu.
Adalet ve insan hakları kisvesine sarılanların son derece çekingen iddiaları gölgesinde Kaddafi ve oğlunun ölümündeki sır perdesi korunuyor. Dolayısıyla bu kişiler, Kaddafi ve oğlunun öldürülme şölenindeki sessiz ortaklar haline geliyor. Bu savaşçılar tarafından düzenlenen şölenin cezasız kalmasıyla daha fazla cinayet işlenmesine kapı aralandı. Bu kişiler yüzünden Libya ceset çöplüğüne dönüştü.