Emel Musa
Tunuslu şair ve yazar
TT

İnsanın vazifelerine ne oldu peki?

Aydın ve ileri görüşlü herhangi birinin ne insan hakları söyleminin önemini ne de bu hakları kutsayıp insanın faydalandığı bir gerçekliğe dönüştürmek için sarf edilen çabaları hafife alması mümkün değil. Aksine insan hakları söylemi, Fransız Devrimi’nin en önemli başlıklarından biri ve modernlik ile rasyonalizmin temel bileşenidir. Rasyonalizm aklı yüceltir, modernlik de birey ve onun hakları için zafer kazanır ki bu hakların başında insanın özgürlüğü gelir.

Aynı şekilde bugün seçkinleri insan hakları ile temel kamusal ve bireysel özgürlüklerle meşgul olmayan bir toplumun uluslararası camiaya entegre olması da mümkün değildir. Bugün bu, ülkelerin tanınmasının ve desteklenmesinin de şartıdır.

Teorik ve pratik olarak herkes, insan haklarına ilişkin tercihleri ve insan hakları alanındaki başarıyı takdir etmektedir. Bugün bu alan, bir öne çıkma alanı, ülkeleri ve toplumları düzenleme mekanizması haline geldi.

Denebilir ki insan hakları söyleminden sapmak imkânsızdır ve tüm ülkeler ile seçkinler, insan hakları kanununa, anlaşmalarına ve protokollerine ileri bir karşılık vermek için bir yarış ve rekabet halindedir.

Öyleyse insan hakları söylemi, olumlu tepkilere, yüksek mücadeleye ve uluslararası düzeyde büyük ve güçlü desteğe sahip bir söylemdir.

Sorumuz şu: İnsan hakları hakkında konuşmak yeterli mi?

İnsanın yerine getirmesi gereken vazifelere ilişkin paralel bir vizyona ihtiyacımız yok mu?

Haklar, kendine yeten bir sistem midir yoksa onları vazifelerin karşısına yerleştirdiğimizde mi anlam kazanır?

Görülen o ki bugün toplumsal eylemin tüm çevrelerinde “Haklar Söylemi” hâkim: Nerede ve nasıl ortaya konursa konsun, bireyin hakkını savunmaktan başka sözü yok. Gelgelelim vazifelerden bahsedilince dinleyen kulak bulunmuyor ki sorun tam da burada. Çünkü insan hakları söylemi, gücünü bir miktar kaybediyor, zira haklar öznedir, özdür ve önemlidir; aksi takdirde hiçbir ağırlığı yoktur.

Bence biz önemli bir noktayı unuttuk: Haklar, vazifelerimizi layığıyla yerine getirmemiz için güvence altına alınmıştır. Biz hak-vazife diyalektiğini gözden kaçırdık. Bu diyalektik, alma-verme diyalektiğine çok benzer. Nitekim hak bizi, almaya yönlendirirken vazife, vermenin somutlaşmış halidir.

Vazife sistemini ihmal edip yerine haklar sistemini ikame eden bu yeni toplumsal kültürün, düşüncelerini, davranışlarını ve tercihlerini yalnızca haklara odaklayan yeni neslin terbiyesi üzerinde olumsuz sonuçları olduğuna dikkat çekmek önemli olabilir. Çocuğa sunulan terbiye içeriklerini tutum oluşturmada ve şekillendirmede en etkili hale getiren şey, tamamen insan hakları içerikleridir. Ki bu, bir bütün olarak aile içinde ve sosyal çevrede haklarını yüksek sesle talep eden ve insanın hakları olduğu kadar vazifeleri de olduğunun bilincini taşımadan bu haklar için mücadele eden yeni nesilleri bizzat etkiledi.

Haklar söylemine gerekli savunmayı ve geniş mücadeleyi vermek, bugün insanlığın iftihar ettiği şeyler arasındadır. Zira bu söylem; insanın konumunu, tarihi boyunca insanlığın başardıklarını ve cemaat ve topluma dayalı toplumsal zamansallıktan birey için zafer kazanan başka bir zamansallığa geçişi ifade eder.

Ancak dikkat çekici olan şudur ki haklar söyleminin hâkimiyeti, hakların esas, vazifelerinse tali bir mesele olduğu duygusu uyandırdı. Günümüzde çocuk talep ediyor, hak düşüncesine takıntılı oluyor ve vazifelere değer vermiyor. İşçi bir tek tatil hakkını, ikramiyeleri ve ücret artışını düşünüyor, ama bununla vazifesini yerine getirmek arasında denklik kurmuyor. Bazen görevini yapmayan kişinin gerekçesi, haklarını alamamış olması oluyor. Yani biz, verme ve göreve bağlılık aleyhine olarak alma ve hak zihniyetinde hazır bulunur haline geldik.

Esasında vazife kültürü, herhangi bir toplumun çalışmanın değeriyle olan ilişkisine bağlıdır. Bu, vazifenin temsiline ve hakla bağlantılı bağlamına gölgesini düşüren temel bir organik ilişkidir. Bu yüzden çalışmaya önem veren insanlar genellikle vatanı, işi ve ailesi karşısındaki vazifeleriyle barışık oluyor. Çalışmayla ilişkide herhangi bir aksaklık ise haklardan ve almaktan başka bir şey bilmeyen bireyler doğuruyor.

Günümüzde çevre ve iklim değişiklikleri gerçeğini gördüğümüzde büyük ölçüde farkına varırız ki insan temiz hava, oksijen ve yeryüzü nimetleriyle temsil edilen tabiattan hakkını almak istiyor. Gelgelelim sıcaklığın ve kuraklığın artmasına sebep olan da bizzat insanın faaliyetleri.

Günümüzde aile içi ilişkilerin de haklar söyleminin, vazifeleri kabul eden davranışlarla dengelenmeksizin hâkim kılınmasından nasibini aldığı herkesin malumu.   

İyi bir söylemin merkezindeyiz ancak bu söylemin egemenliği ve vazife konusundaki suskunluğu biz aşırı bencilliğe ve ötekini ve vazifeyi yok sayarak bireyin yüceltilmesine götürür.