Çin, sürdürülebilir enerjiler üretiminde hem yatırım hem de teknolojide dünyanın geri kalanına öncülük ediyor. ABD de sürdürülebilir enerjiler endüstrisini inşa ederek karbon dioksit emisyonlarının azaltılmasını desteklemek için önümüzdeki 20 yıl boyunca 300 milyar dolar değerinde devlet yardımı sunan ‘Enflasyon Azaltma Yasasını’ yürürlüğe koydu.
Bu yasa, kendisine tahsis edilen yüz milyarlarca dolara rağmen, özellikle ABD'nin sürdürülebilir enerji endüstrisinde öncü bir rol oynama olasılığı konusunda Amerikan araştırma enstitülerinde çok fazla tartışmaya yol açtı.
Washington'daki Brookings Enstitüsü, tutanakları yakın zamanda yayınlanan bir sempozyumda bu konuyu tartıştı. İki ülke arasında gelecekte karbon dioksit emisyonlarının azaltılması konusunda iş birliği olasılığı sempozyumun önemli bir odak noktasıydı.
Çin'in sürdürülebilir enerji üretme potansiyelindeki yüksek büyüme gerçeği, Batılı sermayeleri kızdırıyor. Çünkü Çin'in enerji üretim potansiyeli, dünya petrol enerjisinin yaklaşık yüzde 40'ına sahip olan OPEC örgütündeki 13 ülkenin potansiyelini aşıyor. Batılı ülkelerin endişelerini artıran bir diğer husus ise, Çin'in sürdürülebilir enerji üretimi için gerekli olan lityum ve nikel elementlerinden her birinin yaklaşık yüzde 50'sini ve kobaltın yaklaşık yüzde 70'ini üretecek kapasiteye sahip olması.
Bu, Çin'in geleceğin birçok enerji alanında ve aynı zamanda hem sürdürülebilir enerjilerde kullanılan makinelerin imalatı için gerekli nadir elementlerin üretiminde hem de bu endüstri için gerekli makine ve malların imalatı ve pazarlanmasında, Batılı sanayileşmiş ülkelerden üstün olduğu anlamına geliyor. Çin mallarının fiyat ve pazarlama konusundaki rekabetçiliğinden bahsetmiyoruz bile.
Stratejik olarak Çin, erken bir dönemden itibaren hem hammadde üretimine hem de teknolojilere hakim oldu ve sürdürülebilir enerji endüstrilerinde fiyat rekabetinde öne geçti. Buna karşılık hidrokarbon enerjiler çağında OPEC ülkeleri, petrol üretimine hakim olmuş ama petrol endüstrisi için gerekli ekipman ve makine imalatına hakim olamamışlardı.
Ne var ki petrol endüstrisi ile sürdürülebilir enerji endüstrisi arasında açık farklar var. Petrol endüstrisi, büyük ölçüde bir ülke veya bölgedeki petrol rezervlerinin mevcudiyetine bağlı iken, sürdürülebilir enerji endüstrisi üretimde teknolojiye güveniyor. Bu teknoloji ise küresel olarak yaygın. Aynı şekilde sürdürülebilir enerjiler, dünyanın hemen her yerinde (değişen derecelerde) kullanılıyor. Sürdürülebilir enerjiler, büyük ölçüde dünyanın belirli bir ülkesinde veya bölgesinde yoğunlaşan bir madeni zenginliğe bağlı değiller. Bu nedenle, bazı Batılı ülkeler bunun enerji güvenliğine yönelik mevcut tehditleri azaltacağını düşünüyorlar.
Bununla birlikte, herhangi bir küresel endüstri gibi, sürdürülebilir enerjiler de ülkeler arasındaki ekonomik rekabet ve ulusal endüstriyi korumaya çalışan yerel mevzuat nedeniyle zorluklar ve tehditlerle karşı karşıya bulunuyor. Örneğin Ford ile Çinli Contemporary Amperex Technology (CATL) arasında Michigan'da elektrik araçlar için pil üretimine yönelik 3,5 milyar dolarlık bir ortaklık anlaşması ABD Kongresi'nin dikkatini çekti. Her iki partinin bazı üyelerinin ortak muhalefetiyle noktalanan uzun bir tartışmadan sonra Kongre, Amerikan sürdürülebilir enerji endüstrilerini desteklemek ve hızlandırmak için, hem iki şirket arasındaki (birkaç fabrikayı içeren) anlaşmayı desteklemeyi hem de yaklaşık 9 milyar dolarlık destek vermeyi kabul etti.
Kongre başlangıçta, anlaşmanın ABD ile Çin arasında sürdürülebilir enerji sektöründe bir dizi ticari-teknolojik anlaşmanın yalnızca başlangıcı olmasından korkuyordu. Öte yandan Çin de, özellikle iki büyük ülke arasındaki çalkantılı atmosferde, teknolojisinin Amerikan sürdürülebilir enerji endüstrisini desteklemek için kullanılması konusundaki endişelerini dile getirdi.
ABD’de karbon dioksit emisyonlarını azaltma sektöründen sorumlu olanlar arasında, bu endüstriyel-bilimsel alanda ABD ve Çin arasında yakın iş birliği olmaksızın, bu Amerikan endüstrisinin büyümede geride kalacağına ve maliyetlerinin diğerlerinden daha yüksek olacağına dair genel bir kanı var.
Bununla birlikte, büyük ülkeler arasındaki stratejik ihtilaflara rağmen, sürdürülebilir enerji endüstrisi, 2022 yılına kadar 1 trilyon doları aşan yatırımlarla küresel olarak büyüdü.
Enerji, tarihsel olarak devletler arasındaki ilişkilerde çok önemli bir rol oynadı. Bu yeni bir şey değil, daha önce demiryolu taşımacılığının iyileştirilmesi, genişletilmesi ve hızlandırılmasındaki rolü nedeniyle kömür üzerinden bir çatışma ve rekabet yaşanmıştı. Daha sonra 20. yüzyılda yaygın olarak elektrik üretimini ve fabrikaları besleyen, tüm modern ulaşım araçlarının yanı sıra çeşitli savaş makinelerinin tercih edilen yakıtı olan petrol için çatışmalar ve rekabetler yaşandı. Şimdi de emisyonları azaltacak olan sürdürülebilir enerjiler, dünyayı çevre kirliliğinden ve iklim değişikliğinden kurtarmak isteyen çağdaş dünyanın en önemli önceliklerinden biri haline geldi.
Her dönemin farklı sübjektif faktörlerine rağmen, ülkeler arasında ve özellikle de büyük ülkeler ile enerji üreticisi ve tüketicisi ülkeler, Güney Kore, Hindistan ve Brezilya gibi modern sanayileşmiş ülkeler arasında, ekonomik ve stratejik çıkarlar konusundaki görüş ayrılıkları sürüyor. Mevcut tartışmanın özü de budur.
Bugünkü tartışmalar sürdürülebilir enerjilerle sınırlanmıyor. Petrol ve doğal gaz üreticisi ülkeler ve şirketler, petrol ve gaz endüstrisini genişletme ve yatırım yapma gereği konusunda ısrarcı olmaya devam ediyor. Brezilyalı Petrobras şirketinin başkanı, ‘geçiş döneminin’ istikrarlı olması için yeterli petrol rezervlerinin güvence altına alınmasına dikkat edilmesi gerektiğini talep etti.
Shell CEO'su Wael Sawan ise gaz ve özellikle sıvılaştırılmış gaz endüstrisinde devam eden yatırımların önemini belirtti. İki şirketin, üretici ülkelerle birlikte ortak hedefi, ‘enerjide geçiş’ aşamasının ve gelecekteki on yılların istikrarını sağlamak. Zira gelecek on yıllarda bilhassa karbon dioksit emisyonlarının azaltılması ile birlikte petrol ve gazın geleceğin enerji sepetindeki rolünün önemini korumaya devam etmesi bekleniyor.