Hoşyar Zebari
Irak eski Dışişleri Bakanı
TT

Irak, Hristiyanlarından ne istiyor?

Bu soru, Cumhurbaşkanlığı ile Irak Hristiyan Keldani Patrikhanesi arasındaki son krizle birlikte ısrarla gündeme geldi. Genel bir tasnif yapılsaydı bu, yeni Irak'taki devlet, otorite ve kurumların tanımlayıcı ve kurucu normlarına uygun olarak, Irak'ın ulusal güvenliği ile ilgili ‘egemenlik sorusu’ olmaya layık bir soru olurdu. Irak anayasasının girişine damga vuran bu normlar, anayasanın istediği demokratik, sivil ve federal olsun ülkedeki her bir yönetim otoritesi ve kurumu için tanımladığı hedefleri, vizyonları ve yolları tanımlıyor. Evrensel değerlere ve insan hakları sistemine bağlılığını ifade ediyor ve bunlara zarar vermeyi, Irak'ın kendi yapısını yıkma olarak görüyor. Zira Hristiyanlar ve varlıkları, modern Irak devletinin, ulusal güvenliğinin, iç ve bölgesel barışının özünün kurucu bir parçası.

Tıpkı bu içerikler gibi Hristiyanlar da Irak, tüm Irak için ek bir siyasi, sosyal, kültürel, gelişimsel ve manevi bir değerdi, hâlâ da öyleler. Dolayısıyla konumu ve etki düzeyi ne olursa olsun, her Iraklı kurum veya otorite bu Hristiyan varlığını korumalı. Bu varlık, öncelikle anayasaya göre Irak vatandaşları olduklarından bu haklara sahip olan Hristiyanların yararı ve onlara hizmet etmek için ikincisi, Irak'ın lehine olan katma değerleri adına korunmalı.

Iraklı Hristiyanlar, sadece demografik bir rakam, üretim, kamusal yaşam, Irak halkının genel hareketi içinde değersiz bir alanı işgal eden nüfus azınlığı değildir. Aksine Irak sahası içinde ve onun yararına değişim ve birikim yaratan, inisiyatif ve karşılıksız bir şeyler sunma konusunda en canlı ve güçlü dinamiktir.

Bu bağlamda, herhangi bir Iraklı otoritenin kısa görüşlü, akılsız ve sağduyusuz bir hesapla Hristiyanları, kurumlarını ve seçkinlerini çatışma girdabına dahil etmeye yönelmesi, şimdi ve özellikle gelecekte kayda değer bir getirisi olmadan sonunda Irak'ın toplumsal zenginliğini ve kalkınma enerjisini daha fazla kaybetmesine yol açacaktır.

Irak, geçtiğimiz yıllarda iç şiddet dalgası, güvenlik ve egemenlik kurumlarımızın vatandaşlarını korumadaki başarısızlığı, onları pervasız terörizmin pençesine bırakması nedeniyle birçok Hristiyan'ını kaybetti. Bu nedenle, geride kalan Hristiyanların, demografik varlıklarını ve toplumsal, kültürel, ekonomik ve siyasi rollerini koruma görevi en yüksek ulusal görev haline geldi. Bu, ülkenin tüm kurumlarının ve yetkililerinin davranışları ve üstün stratejileri için bir ölçüdür.

Modern Irak'ın inşası, yönetimin başını değiştirmekten ibaret değildi. Aksine, yönetimin kimliğinde ve her şeyden önce kendi  toplumuyla olan ilişkisinin biçiminde köklü bir değişiklikti. Nasıl Irak, yöneticilerin otoritesini sürdürmek için din ticareti yapan ve dini kullanan totaliter, askeri, baskıcı bir devletten değiştiyse, yeni Irak, tüm bunların aksine, demokratik, sivil, federal bir ülke olmalı. Geniş ruhlu ve her zaman topluma hizmet etmeyi ve ne pahasına olursa olsun çeşitliliğini korumayı amaçlamalıdır. En hayati bileşenlerini zorlamamalı, onları çok fazla endişe ve sadece devlete, kurumlarına ve yetkili makamlarına yönelik güvensizlik yaratacak yararsız ve sonuçsuz bir siyasi mücadeleye girmeye itmemeli.

Yasama, yürütme ve yargı olsun Irak'taki tüm otoriter kurumlar, iki özel mekanizmaya bağlı kalmadıkça bu koşulu yerine getiremez. Birinci mekanizma, varlıklarını korumaları için daha fazla imkan tanıma, kendilerini diğer bileşenlerle eşit ve değerli hissetmelerini sağlama yoluyla ‘sayıca az olan’ sivil bileşenlere yönelik pozitif ayrımcılıkta bulunmaktır. İkincisi, kendi iç işlerinde, bilhassa kilise ve vakıf işleri gibi kamusal alana dahil olmayan meselelerde tarafsız olmak ve bunları bileşenin evlatlarına ve geleneksel/tarihi kurumlarına bırakmaktır. Zira Iraklı unsurların kendilerine duyduğu güven ve duygusal bağlar nedeniyle bu kurumlar yüzyıllarca ayakta kalıp varlıklarını sürdürdüler.

Irak makamları ile kurumlarının bu iki koşulu yerine getirmeleri, Irak'ta katılımcı bir devlet yaratacaktır. Bu devlette, içinde hiçbir taraf veya unsurun kendi görüşünü ve nüfuzunu herhangi bir tahakküm yoluyla başka bir unsura empoze etmesine izin verilmez. Bu tahakküm, otoriter veya parlamenter çoğunluk dahil olmak üzere, herhangi bir çoğunluktan kaynaklanan bir tür güce dayansa bile, kendisine imkan tanınmaz. Yine bu devlette, ne olursa olsun ülkedeki her makam, kanunla düzenlenmiş  ve ona tabi sınırlı kapsam ve yetkiye sahiptir. Bunlara ek olarak, dahili hiçbir tarafın ulaşamayacağı, sadece ona yetki verenlerin, yani bileşenin evlatlarının ve kilise kurumlarına olan güvenlerinin hakkı olan başka güçler de vardır.

Bu temel koşullar, Irak için bir dayatma ya da genel egemenliğinin zayıflatılması değil, bir katma değerdir. Hristiyanlar, Irak'ın çağdaş tarihi boyunca ardı ardına kaybettiği pek çok sivil bileşen gibi, Irak'ın refahının, kendi iç toplumsal barışını ve sürdürülebilir insani gelişimini inşa etme yeteneğinin aracı ve ifadesidir.

Burada amaç bir Hristiyan kamu kurumunu veya figürünü savunmak veya bir başkasına karşı çıkmak değil, daha çok Iraklı Hristiyanları ve dolayısıyla Irak'ı savunmaktır. Irak makamları ve kurumlarının son yıllarda Hristiyanlara yönelik benimsediği geleneksel bağlam, onların geride kalan varlıklarına ve üretimdeki rollerine de son verecek. Hristiyanlar terörün pençesine bırakıldılar. Diğer Irak vatandaşlarıyla herhangi bir anayasal veya yasal eşitlikten mahrum bırakıldılar. Ardından iade-i itibar ve onları koruyacak kalelerin inşa edilmesi talepleri görmezden gelindi. Bazı dar hesaplara ve kotalara dayanarak parlamento ve hükümet içindeki varlıkları kısıtlandı ve bulandırıldı. Sonra da en mahrem ve hayati işlerine, müesseselerine müdahale edildi.

Bunları anlatırken Irak'ın tüm çağdaş tarihi, özellikle de uygarlığının ve modernliğinin başkentleri olan Bağdat, Basra, Erbil ve Musul'un tarihi gözümüzün önünden geçiyor. Irak devletinin kuruluşundan bu yana bu şehirlerde modernliğin ve medeniyetin tüm tarzlarının ve görüntülerinin inşa edilmesinde Hristiyanların oynadıkları roller akla geliyor ki bunun örnekleri, herhangi bir yazıda bahsedilemeyecek kadar çoktur.

Hayatının uzun yıllarını tüm bu Irak bölgelerinde yaşamış, Hristiyanların deneyimine ve rollerine eşlik etmiş, tanık olmuş  bir insan olarak, Iraklı Hristiyanları çevreleyen her türlü endişeyi hissediyorum. Tüm Iraklı siyasetçilerin ve liderlerin vizyon ve yönelimlerinin, Irak'ın en değerli ve anlamlı kaynaklarından birini kaybetmesine neden olacak kadar dar hesaplardan daha büyük olmasını temenni ediyorum.