Gassan Şerbil
Şarku'l Avsat Genel Yayın Yönetmeni
TT

Mao’nun anıt mezarı Huawei’nin himayesinde

ABD Başkanı Donald Trump, ülkesinin Bağımsızlık Günü’nde kendisini övüp düşmanlarını yermekten kaçındı.
Kendisini ABD rüyasının sürekliliğini koruyan bir muhafız olarak sundu. Öncülük,refah ve güçten ilham alan derin ABD’ye hitap etmeye çalıştı. Ülkesinin sahip olduğu askeri gücü ve cephaneyi hatırlatmakta ısrar etti. Başkentin semalarında nadiren görülecek bir şekilde B-2 Spirit tipi radara yakalanmayan bombardıman uçağı uçtu.
İyimserlik dolu bir tonda: "Amerikalılar için hiçbir şey imkansız değildir” dedi. Trump’ın bu sözünü binlerce katılımcı coşkuyla alkışladı.
ABD Başkanı Trump vatandaşlarına, öncü icatlar ile büyük savaşlarda elde edilen zaferleri bir araya getiren bir ülkenin çocukları olduklarını hatırlattı.
Yakın bir zamanda ABD’nin Ay’a insanlar göndereceğini vaat etti. Hatta daha da ileri giderek: "Mars’a ABD bayrağını dikeceğiz" dedi. Ayrıca; ”Her zaman bir tiranı yenen, kıtaları aşan, bilimde başarılar elde eden, uzaya giden, gökyüzüne yükselen halk olacağız. Çünkü ABD’li olduğumuz hiç unutmuyoruz. Gelecek bizimdir" diye konuştu.
Önce ABD sloganının sahibi sosyal medya paylaşımlarında ülkesinin ekonomisinin dünyanın birinci ekonomisi olduğunu hatırlatmayı unutmuyor. Aynı şekilde ABD ordusunun bu gezegendeki en güçlü ordu olduğunu söylemekte tereddüt etmiyor.
Beyaz Saray’ın efendisi ; ABD’nin birinciliğini kaybetmesinin sadece bir zaman meselesi olduğu, Çin çağının belki de 20 yıldan az bir süre içerisinde mutlaka  geleceği senaryolarına bu şekilde karşılık veriyor.
ABD’nin söylemlerinde n Rusya’nın kendisi için artık birinci sorun olmaktan çıktığı açık bir şekilde anlaşılıyor. Vladimir Putin’in Rus Federasyonu’nu Sovyetler Birliği’ni parçalayan frtınadan kurtardığı, büyük Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından subaylarının üniformalarını Moskova sokaklarında sattıkları Kızıl Ordu’ya yeniden prestij kazandırdığı doğrudur. Yine Putin’in, Rusya’nın uluslararası sahneye önemli bir oyuncu olarak yeniden dönmesini sağladığı doğrudur. Fakat Putin liderliğinde Rusya’nın siyasi atılıma paralel bir ekonomik atılım yaşamadığı da doğrudur.
Bu da Rusya’yı ABD’nin 1 numaralı düşmanı ya da ortağı olma statüsünden mahrum bırakmaktadır. Moskova iki kutuplu dünyada olduğu gibi Washington için artık bir endişe kaynağı değildir. Washington’un günümüzdeki endişe kaynağı Çin’dir.
Biz Ortadoğulu gazeteciler, dünyanın bu zorlu ve karmaşık bölgesinde yaşanan felaketlereve ardı arkası kesilmeyen sorunlar ve çöküşlere o kadar dalmışız ki  kozmik köyün geleceğinin bizim bölgemizde şekillendirilmediğini neredeyse unutmuşuz. Osaka’da G-20 Zirvesi çalışmalarını takip etmek için gelmiş olan binlerce  gazetecinin arasında bunu hissettim.
Bir Japon gazeteciye zirve ile ilgili fikrini sorduğumda bana şu karşılığı verdi: "Zirvede ele alınan konular çok önemli ve karmaşık. Yakın ve uzak ülkeleri, ekonomik istikrarı, ticareti, yatırım ve kalkınmayı ilgilendiriyor. Ama dünya masasında ele alınan en önemli ve büyük konu Çin’in yükselişidir. 10 ya da biraz daha uzun bir süre içerisinde büyük bir değişim yaşama yolundayız.
Berlin Duvarı’nın yıkılmasına neden olan değişimin sonuçları kadar büyük sonuçları olacak bir değişim yaşayacağız."
Bu sözler beni çok düşündürdü. Ona bir Japon olarak Çin’in ilerlemesi, dünyanın ikinci büyük ekonomisi olması ve ülkesinin üçüncü sıraya gerilemesi karşısında neler hissettiğini sordum.
Bana: “Çin’in yükselişi, dünyanın uyum sağlamaya hazır olması  gereken bir gerçektir. Açık teknolojik devrime daha fazla müdahil olmak için üniversitelerimizi ve araştırma merkezlerimizi teşvik etmeye dönmekten başka seçeneğimiz yoktur. Yakınlarınızda bir dev doğarken onun doğumunu görmezden gelemezsiniz.
Çin bizim için endişe verici bir ejderha. Dünyaya ve geleceğe doğru ilerleyen dev bir güç. Bizi asıl endişelendiren şey ise şu ana kadar hala gizemini koruyan bir güç olmasıdır.
Çin’in gerçek niyetini bilemiyoruz. Çin, bildiğimiz anlamı ile demokratik bir ülke değil. Bazıları Çin’in deneyiminin; demokrasinin ayartmalarına kanmadan da ekonomik ve teknolojik ilerlemenin gerçekleşeceği anlamı taşıyan bir mesaj olmasından korkuyorlar. Bu mesajın Asya’yı aşan bir etkisi vardır.
Bu yüzden Japonya’nın yükselen güçler ile ilişkilerini her zaman gözden geçirmeli ve korumalıdır. Aynı şekilde sürekli bir şekilde başta ABD olmak üzere ittifaklarını derin bir şekilde muhafaza etmelidir” karşılığını verdi.
Osaka’da ABD-Çin görüşmesi öncesinde buna hazırlık olarak birçok gelişme yaşandı.
2017 yılının başlarında Trump, görevini teslim almaya hazırlanırken Davos Forum’unda büyük salonda eşsiz bir konuşmacıyı dinledik. Bu konuşmacı Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’di.
Çin Komünist Partisi Genel Sekreteri küreselleşmeyi ve engelleri kaldırmayı savunuyordu. Beyaz Saray’a yerleşmeye hazırlanan seçilmiş ABD Başkanı’na: "Ticaret savaşından hiç kimse kazançlı çıkamaz" şeklinde açık bir mesaj yollamıştı. Bir yıl sonra ise o kürsüde Trump duruyordu. İki ülkenin pozisyonlardan, ABD ve Çin rüyalarının bir tür çarpışmaya yöneldikleri açıkça anlaşılıyordu. Bu savaş, dünyanın birinci ekonomisi olma savaşıydı. Bunu içinde bulunduğumuz yüzyılın savaşı olarak görenler de vardı.
İki ülke arasındaki ticari ilişkilerdeki dengesizliği ortadan kaldırma sloganı altında Trump aslında Çin ejderhasını evcilleştirmek istediğini hiç gizlemedi. Çin ürünlerine ek gümrük vergileri uygulanmaya başlaması ile ticaret savaşları rüzgarı esmeye başladı.
Uzmanlar hemen bu savaşın, Çin ekonomisine zarar vermesinin kesin olduğunu ama ABD ekonomisinin de bundan uzak olmadığını belirtmeye başladılar. Aynı şey, özellikle de Bir Yol ve Kuşak Girişimi’nin kozmik köyün damarlarına yayılması nedeniyle dünya ekonomisi için de geçerliydi.
Osaka Zirvesi’nde Trump ile Şi arasında gerçekleşen görüşmeyi takip eden gazetecinin 3’üncü bir şahsın varlığına dikkat etmesi gerekiyordu. Bu şahıs aslında zirveye katılmamış hatta uzakta bir yerde olsa da gölgesi görüşmede hazırdı. Bu gölge; akıllı telofanlarda dünyanın 2’inci büyük şirketi ve beşinci nesil iletişim ağları teknolojisinde lider olan Çinli iletişim devi Huawei’inin sahibi Ren Zhengfei’ye aitti.
Üçüncü adamın öyküsü; Japonya’nın üstünlüğünü sona erdirdikten sonra bugün ABD rüyasına saldıran Çin rüyasının bir özeti gibidir. Ren Zhengfei çocuk iken Mao’nun ülkesi çocuklarına sebze ve et bile çok görüyordu. Herkes yamalı kıyafetlerle okula giderdi.
Fakat askerlik görevini yerine getirmesinin ardından bu mühendis, teknolojik gelişmelere ve icatlara güvendi. Bugün ise ABD; başında olduğu  Huawei’nin 5G teknolojisi üzerindeki egemenliğinin, dünyanın sırlarının, Mao ve Deng Şiaoping ile Şi Cinping’in Çin Komünist Partisi’nin elinin altında olmasına yol açmasından  korkmaktadır.
Bu, yüzyılın yarışıdır. Çin değişti ve onunla birlikte dünya da değişmelidir.
Çin, Mao’nun anıt mezarını Huawei’nin hayal gücüne emanet etti.
Birinci sıraya yükselme yolunda bir istikrar mekanizması olarak kullandığı partisi dışında “Büyük Dümenci”nin öğretilerinden hiçbirini korumadı. Huawei ise bugün Mao’nun başaramadıklarını başarmaktadır.