Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Ahiret dininden dünya dinine

Geçtiğimiz haftaki yazıyı tartışan kimi okurlarımız, dünya ile ahiret, insan hayatında maddi olan ile manevi olan arasındaki dengeyi vurgulayan dini öğretilerin bolluğuna rağmen İslam’ın dünya hayatı ile ilgilenmediği şeklinde anladıkları şeyi garipsediler.
Doğrusunu söylemek gerekirse yazının odaklandığı asıl konu bu değildi. Bilakis yazının amacı, rasyonel menfaatin, içinde bulunan bütün fıkhi hükümler ya da nasların yorumu veya genel yönlendirmeleri ile dini söylemin sağlamlığını ölçen bir kriter olduğunu vurgulamaktı.
Bu noktada benim için asıl önemli olanın, “din” adını verdiğimiz yani Allah’ın kullarından istediği şey ile “dini bilgi” adını verdiğimiz yani insanların yaratıcının kendilerinden istediklerini anlama şekli arasındaki farkı izah etmek olduğunu belirtmeliyiz. Konumuz yaratıcı olan Allah’ın ne istediği değil insanların Allah’ın istek ve emirlerini nasıl anladığıdır. Sözü geçmişken bunun, bazılarının kendi görüşlerini kanıtlamak için başvurdukları ayet ve rivayetler için de geçerli olduğunun altını çizelim. Çünkü ayet ya da rivayetlerin içerdiği düşünce, itiraz ettikleri anlama hem uygun hem de uygun olmayabilir.
Kelimelerin benzerliği her zaman anlam birliğini ifade etmez. Kelimelerin anlamları, sınırları ve bağları, derin ve uzun bir araştırmanın konusu ve en karmaşık dini konuları ele alan fıkıh usulü ilminde var olan tartışmaların büyük bir bölümünü oluşturmaktadır.
O halde tartışmamızın çerçevesi, bizzat yaratıcının istek ve emirleri değil insanların ilahi emirleri anlama çabaları ve çalışmalarıdır.
Bunun yanında bu tartışmanın bütün taraflarının tutumuna da işaret etmek istiyorum. Öncelikle şu soru ile özetleyebileceğimiz bütünlüklü felsefi tutumu ele alalım: Allah emirlerini, dünyayı mı yoksa ahireti mi ıslah etmek için göndermiştir? Dinin amacının dünyayı ıslah etmek olduğunu düşünenler; ahireti kazanmak tek ve temel amacı olmasa da dünyada iyi işler yapanların doğal olarak ahirette de başarılı olacaklarını düşünmektedirler.
Dinin amacının ahireti kazanmak olduğunu düşünenler ise dünyanın bir geçit olduğunu düşünmektedirler. Ahirete göre dünya; amaca götüren araç, asıl görüntünün gölgesi gibidir. İmam Gazali’nin ifadesi ile ”Kur’an-ı Kerim’in büyük bir bölümü dünyayı kötülemeyi ve yaratılanları ondan yüz çevirme ve ahirete daveti içermektedir. Hatta peygamberlerin amacı da budur ve sadece bunun için gönderilmişlerdir.”
İlk olarak bu yazı, birinci tutumu benimsemektedir. Yani şeriatin amacının dünyayı ıslah etmek olduğu, ahiretteki başarının da yine buna bağlı olduğudur. Görüldüğü gibi bu, İmam Gazali’nin görüşü ile çelişmektedir.
Bir sonraki yazımda, her 2 görüşün yansımalarına dair örneklere yer vereceğim. Burada ise sadece her birinin araştırma ve inceleme metotlarına etkisine işaret etmekle yetineceğim. Bunun için önümde organ bağışı ve nakli tartışması gibi çok uygun bir örnek var. Bu tartışma, üzerinden yaklaşık 20 yıl geçmesine rağman hala devam ediyor.
İlk olarak, organ bağışı ve naklini caiz görenlerin basit rasyonel deliller yani dünyevi menfaatlere dayandıklarını farkettim. Örneğin; yaşarken ya da ölümümüzün ardından bağışlayacağımız organların ölmek üzere olan hastalara yeni bir hayat bağışlayacağı ve insanın bedeninin kendisine ait olduğu dolayısyla bazı organlarını bağışlama hakkına da sahip olduğu gibi görüşler ileri sürmüşlerdir.
İkinci grup ise karşıt görüşlerini ya da tereddütlerini hadis-i şeriflere dayandırmışlardır. Onlara göre bu hadisler “içerik” olarak organ bağışının caiz olmadığına (çünkü insan kendi bedeninin sahibi değildir) ve organların dokunulmazlığına (caiz olmadığının kanıtı olarak verdikleri kesme örneği) işaret etmektedir.
Diğer bir deyişle, fıkıh âlimleri birinci grubun görüşlerini ve kanıtlarını tartışmamakta ve bunun yerine farklı bir kavram ve değer dünyasına (dünyevi olmayan) ait kanıtlar sunmaktadır. Aynı şekilde birinci grupta, Peygamber Efendimiz’e (s.a.v) nispet edilen rivayetler ile desteklenmiş olmasına rağmen fıkıh alimlerinin dellilerinden memnun değildir. Bu da geleneksel dini söylem ile zamanın ihtiyaçları arasındaki boşluğu ortaya koymaktadır. Allah’ın izniyle bir sonraki yazımızda bu konuya daha geniş bir şekilde yer vereceğiz.