Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Bir eşitlik hikâyesi, maç izleyen çocuklar

Düşünün ki eşitlikten bahsediyorsunuz ve dinleyicilerden biri söze karışarak, “Ben eşitliği kabul etmiyorum. Adalet istiyorum” diyor. Bu tartışma Twitter’da yaşansaydı kuşkusuz bu görüşünü desteklemek için kişi, eşit yüksekliğe sahip koltuklarda oturan ve bir engelin arkasından maç izleyen kısa, orta ve uzun boylu 3 çocuğun yer aldığı bir fotoğraf paylaşırdı. Hepsi eşit yükselikte koltuklara oturuyor olsalar da kısa ve orta boylu çocuklar, önlerindeki engel boylarından daha yüksek olduğu için maçı izleyemiyorlardır.
Düşüncesini daha iyi açıklamak için bir görüntü daha paylaşır. Bu görüntüde ise kısa ve orta boylu çocuklar, daha yüksek bir tahta sandık üzerinde durdukları için maçı izleyebilmektedirler. Bu görüntülerden birincisinin altında eşitlik diğerinin altında adalet yazmaktadır.
Bu 2 görüntünün eşitlik ile adalet arasında bir karşılaştırma yaptığı akla gelebilir. Fakat bu doğru değil. Aslında bu 2 görüntü, çağdaş filozof John Rawls’ın geliştirmiş olduğu “fark ilkesi”ni açıklamaktadır. Rawls, eşitlik “Egalitarian” akımının lideridir. Bu akım ise adından da anlaşılacağı üzere insanlar arasında tam bir eşitlik çağrısında bulunmaktadır. Aynı zamanda bu çağrısını adil bir sosyal sisteme de yerleştirmektedir.
Fark ilkesi ise; kendi sahip olduğu bir kusur ya da sistemdeki bir kusur nedeniyle eşitliğin bir insana zarar vermesi halinde toplum ve devletin mağdurların diğerleri ile eşit şartlarda rekabet edebilmeleri için onları destekleyip ayrıcalık tanıması demektir. Fark ilkesi; akademiler, devlet kurumları ve büyük şirketlerde kadınlar ile ten rengi farklı olanların maruz kaldığı kurumsal ayrımcılıkla mücadele kapsamında ABD ve İngiltere’de uygulanmıştır.
Bundan önce bu kurumlar, 20. yüzyılın başında yaygınlaşan ve “arıtılmış bir ulusal ırk” çağrısında bulunan geleneklere dayanarak siyahileri, Sicilya, Latin ve Asya kökenlileri kabul etmiyorlardı. Ancak 60’lı yıllardan itibaren bu kurumlar, yasalar nedeniyle rakiplerinden daha az yetenekli olsalar da söz konusu gruplardan belirli oranlarda kişileri kabul etmek zorunda kaldı. Bu yasalar nispeten kısa bir süre içerisinde “ayrımcılık geleneğinin” tasfiye edilmesi ve etkili bir kurumsal eşitliğin sağlanması ile sonuçlandı.
Eşitlik adalete paralel değil onun özüdür. Nobel ödüllü (1998) Hint ekonomist ve filozof Amartya Sen bunu şöyle açıklar: “Eşitlik, son zamanlarda adalet ile ilgili bütün teorilerde ilk hipotezdir. Bu teoriler yaklaşımlarında, önceliklerinde ve sonuçlarında birbirlerinden farklı olabilirler. Fakat temel bir özelliği paylaşırlar o da bir şeyde eşitlik talep etmek.”
Eşitlik ilkesinin tekrar tekrar vurgulanmasının nedeni, birbirinden uzak ve alakasız anlamlar arasında var olan karışıklıktır. Nitekim biz, insanların iş, maaş, yaşam şekli, kıyafet ve konut vb. konularda eşit olması çağrısında bulunmuyoruz. Bilakis değer, onur ve haklar konusunda bütün insanlar arasında mutlak eşitliğin sağlanması gerektiğini vurguluyoruz. Bütün insanlar eşit olarak doğar. Arap ile Arap olmayan, beyaz ile siyah, Müslüman ile diğerleri arasında hiçbir fark yoktur. İnsanlar ancak bu hayattaki çabaları, kazanımları ve şansları ile birbirlerinden üstün olabilirler ki bu durumda bile haklar, görevler ve yasalar önünde eşit olmayı sürdürürler.
Eşler soy olarak birbilerine eşit olmadıkları için aileleri yıkan yargıçlar, Arap ırkının daha aşağı ırklarla karışıp saflığını kaybetmemesi için Arapların başka ırklarla evlenmesinin yasaklanmasını açıkça talep eden din adamları ve kadınları hayvanlar olarak niteleyenleri gördüğümüz ve okuduğumuz zamanlar yaşadık.
Bu ve benzeri görüşler, insanların daha doğdukları anda eşit olmadıkları ve bu nedenle haklar ve saygınlık açısından aralarında farklar olduğunu bizlere göstermektedir. İşte eşitsizliği geçersiz kılan bu inançtır ve Arap-Müslüman mirasının yaşadığı en büyük fitnelerden biridir. Kendimizi bundan ve etkilerinden kurtarmanın zamanı gelmiştir.