Şili’nin başkenti Santiago’da ordu sokağa inmiş vaziyette, İspanya’nın Katalonya Özerk Bölgesi’nde Barcelonalılar meydanları ateşe veriyor, Beyrut’ta ise 2 milyonu aşkın Lübnanlı neşeli devrim şarkıları söylüyor… Türkiye Barış Pınarı Harekatı ile birlikte Suriye gündemine odaklanmışken, dünyanın dört bir yanında insanlar yönetenlere bayrak açmış durumda. Elbette söz konusu ülkelerdeki ayaklanmaları “mahalli isyanlar” şeklinde yorumlamak mümkün. Haiti’de kronikleşmiş yoksulluğa, Şili’de sağcı kesintisiz iktidara, Ekvador’da mali yardım programlarının gaspına, Lübnan’da ekonomik kriz sarmalına, İspanya’da Katalan sorununun varlığını inkâr eden Madrid’in ulusçuluğuna, Hong Kong’da Çin’in tek devlet iki sistem modeline karşı ayaklanmalardan bahsedebiliriz. Bu tip bir neden-sonuç ilişkisine dayalı her analiz doğruluk payı taşıyor. Ancak bu gerekçeler, küresel başkaldırı dalgasını anlamak için yeterli mi?
Yerelde her zaman sosyoekonomik temelli isyanlarla karşılaşıyorduk fakat beş farklı kıtada sisteme karşı kitlesel tepkilerin aynı zaman dilimine denk gelmesi tesadüf olamaz. Dünyanın farklı noktalarındaki isyanları birbirine bağlayan kilit terim; neoliberalizmin krizi. Zira 2008’de finansal sistemin çöküşü yönetenlerin oldukça ilkel bir politikaya başvurmasını beraberinde getirdi. Sürekli büyümeye dayalı finansal düzeni devam ettirmek isteyen yönetenler, sistemin motoru olarak gördükleri çok uluslu şirketleri kurtarmak adına faturayı yoksul halk kitlelerine kesti. Kemer sıkma politikaları yaygınlaşırken, devletlerin yükselttiği vergilerden elde ettiği tasarruf gelirleri şirketlere sağlanan yardım paketleri ya da düşük faizli kredilere kaynak oluşturdu. Öyle ya, General Motors’u batmaktan kurtaracak 25 milyar dolarlık destek fonu, kanser hastası bir vergi mükellefine yapılan ilaç yardımından daha önemliydi.
Tüm bu “önlemler” sistemin yeniden ayağa kalkmasına imkân tanısa da kolay kar güdüsü büyük şirketleri üretimden uzaklaştırmaya yetti. Sonuçta yeni on yılın eşiğinde önce üretim sonra da büyüme verileri düşmeye başladı. Bu durum kapitalizm içinde örnek büyüme modeline sahip ülkeler için de geçerli. Çelik üretiminde Britanya’dan, çimentoda da ABD’den liderliği alan Çin bile büyümedeki düşüşe engel olamadı. Büyüme hızındaki düşüş Pekin’in hammadde sağlayıcısı Haiti, Irak, Brezilya, Arjantin gibi çevre ülkelerdeki bütçe açıklarını beraberinde getirdi. Çevre ülkelerde gemiyi yürütmek adına kemerler daha çok sıkıldı. Ekvador’da akaryakıt yardımının kaldırılması, Şili’de metro zammının ya da Lübnan’da WhatsApp’a vergi getirilmesinin yol açtığı ekonomik isyan, kitlelerin nefes alacak dermanının kalmadığında neler yapabileceğini bizlere gösteriyor.
Çevre ülkelerde toplumun en üstüyle en altı arasındaki uçurumun giderek açılması neoliberalizmin küresel iki buhrana daha neden olmasıyla sonuçlanıyor. Bunlardan biri, “çevre”de tasarruftan elde ettiği karı devam ettiremeyen devletlerin sermayeye alan açmak için doğal kaynaklara yönelmesiyle oluşan iklim krizi. Latin Amerika ve Afrika’da küresel şirketlerin doğaya yönelik saldırganlığının önündeki engeller “istihdam” ve “büyüme” gibi sihirli sözcüklerle teker teker kaldırılıyor. Brezilya’da ormanları imara açmayı vadeden Başkan Jair Bolsonaro’nun Amazonlar’ın dörtte üçü yanarken takındığı kayıtsız tavır hala zihinlerde. Sermayenin kar açlığının neden olduğu iklim kriziyse kentli orta sınıf bilincinin yerleştiği Batı’da 16 yaşındaki Greta’nın başını çektiği çevre grevleri ve Yeşil hareketin sandıkta oy patlaması yaşamasıyla sonuçlanıyor.
Neoliberalizmin krizinin neden olduğu diğer çıkmaz ise demokrasiye içkin. Sermayenin sistemi ele geçirdiğinin farkında olan kitleler, yönetenlerin kendilerine vaaz ettiği şekilde düzeni değiştirme tahayyüllerini sandığa sıkıştırmış durumda. Fakat kızıl, kahverengi, mavi pusulalardan hangisi seçimlerden zaferle çıkarsa çıksın halkın talepleri kendi kazancını önceleyen sektörel lobilerin duvarlarına çarpıyor. Örneğin üretilen ulusal artı değerin eşit paylaşımını arzulayan Katalan’ın bağımsızlık için verdiği oy, İspanyol sermayesinin ulus devlet barajını aşamıyor. “Post-demokrasi” olarak adlandırılan bu sendrom, yerel çaresizliğin küresel isyana dönüşme serüvenine katkı sağlıyor. Kısacası neoliberalizmin krizinin farklı coğrafyalarda yol açtığı bir küresel isyan dalgasıyla karşı karşıyayız. Ancak bunun şimdiden düzenin sonunu hazırlayan kasırganın ayak sesi olduğunu söylemek fazlaca iddialı olur. Zira kapitalizm, hala alamet-i farikası kendisini yenilemek olan, özünde evrimi barındıran yegâne sistem olarak tüm heybetiyle karşımızda duruyor.
TT
Küresel isyan dalgası
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة