Fayez Sara
Suriyeli gazeteci-yazar
TT

İran'ın başarısızlık politikası

Şii Hilali kavramı, İran’ın Doğu Akdeniz’deki bölgesel hegemonyasını pekiştirme emellerinin uygulamada somut bulmuş halidir. Bu kavram, İran’ın özellikle batısındaki yani Irak’tan başlayıp Suriye’den geçerek Lübnan’da sona eren bölgede yayılması için kullanılmaktadır. Şii Hilali kavramı daha sonra teori olmaktan çıkıp İran politikalarındaki pratik bir gerçekliğe dönüştü. Hatta bu kavramın temel olarak; 1979 yılında Şah rejiminin devrilmesinin ardından Humeyni liderliğindeki Mollalar rejiminin iktidara gelmesi ile derin bir değişime tanık olan İran’ın Doğu Akdeniz politikası çerçevesinde geliştiğini söyleyebiliriz.
İran’ın Doğu Akdeniz politikasındaki değişimin en önemli adımı, Filistinlilere açılmaktı. İsrail ile ilişkilerini geliştirmiş olan eski yönetimin aksine yeni yönetim Filistinliler ile ilişkilerini geliştirdi. İsrail’in Tahran büyükelçliği Filistin Kurtuluş Örgütü’nün genel merkezine dönüştürüldü. Esed rejimi İran’ın dış ilişkilerinde öncelikli bir konuma yerleşti. Tahran, Şii azınlığın ikinci önemli güç olduğu Lübnan’da aktif bir politika izlemeye başladı. Arap ülkelerindeki Şii azınlıkları harekete geçirdi. Bilhassa nüfusunun çoğunluğunu Şiiler oluşturduğu için Irak, o dönemde devrimini ihraç etme düşüncesini benimseyen İran’ın dış politikasında birinci sıraya yerleşti.
Mollalar rejiminin ilk yılları bugün Doğu Akdeniz’de sonuçlarını takip ettiğimiz politikanın özelliklerini belirledi. İran, Musa el-Sadr’ın kurduğu ve 1978 yılında kaybolmasından sonra Nebih Berri’nin başına geçtiği Emel Hareketi üzerindeki kontrolünü sağlamlaştırarak Lübnan’daki varlığını güçlendirdi. 1982 yılında İsrail’in Lübnan’ı işgal etmesinden sonra silahlı bir siyasi-askeri güç oluşturmaya çalıştı. Böylece 1985 yılında Hizbullah’ın kuruluşu ilan edildi. 1992 yılında ise, İran’ın Dini Lideri’nin vekili olduğunu deklare eden Hasan Nasrallah’ın örgütün başına gelmesini sağladı. Nasrallah ve Berri ittifakı ile İran, Lübnan’ı daha sıkı kontrol etmeye başladı. Korkutma ve ödüllendirme politikaları aracılığıyla ülkenin karar alıcısı oldu.
Tahran, Suriye’ye yönelik politikasında Esed (baba) rejimi ile daha iyi ilişkiler kurmaya yöneldi. Irak’a karşı savaşında kendisini desteklemesine karşılık başta petrol olmak üzere, Esed rejimini siyasi ve maddi yardımlara boğdu. Arap-İsrail çatışması başta olmak üzere bölgesel politikasının güçlü bir destekçisi oldu. Bu da Suriye’de mezhepsel, kültürel ve ekonomik genişlemesinin temellerini atmasına izin verdi. 2000 yılında oğul Esed’in iktidara gelmesinden sonra Suriye ile ilişkilerinde büyük bir gelişme yaşanmasına katkıda bulundu. Bu da Suriye halkının 2011 yılında rejime karşı ayaklanmasının ardından beşeri, mezhepçi, siyasi, ekonomik ve askeri uzantıları aracılığıyla Suriye’nin İran’ın mandasına dönüşmesinin zeminini hazırladı. Böylece Tahran Moskova ile birlikte Suriye’nin kararlarındaki en etkili ikinci güce dönüştü.
Irak politikasına gelince, 1979’taki Mollalar devriminden sonra Irak ile anlaşmazlıklar ve çatışmalar arttı. Bunun sonucunda iki ülke arasında İran’ın yenilgisi ile sona eren yıkıcı bir savaş başladı. Ama Irak’taki Baas rejimi bu savaştan gereken dersleri çıkarmadı. Kuveyt’in işgali ile başlayan başka savaşlara da girişti. Bu da kendisine karşı uluslararası bir koalisyon kurulmasına ve 2003 yılında devrilmesine neden oldu. Rejim devrilince İran’ın işbirlikçileri; Irak’ın birçok bölgesinde, devlet kurumu ve organlarında faaliyet gösteren İran istihbaratının doğrudan desteği ve hükümet, partiler, milis güçleri ve ordu aracılığıyla Irak’ta dizginleri ellerine geçirdiler.
İranlı yetkililerin Tahran’ın bu üç ülke ile birlikte Hamas ve İslami Cihat gibi silahlı Filistinli örgütleri de kontrol ettiğini vurgulayan çeşitli açıklamaları, bu gelişmelerin ışığında daha anlaşılır hale geliyor. Bu da İran’ın bölge ile ilişkilerinde Şii Hilali’nin bir “emrivaki” haline geldiğini gösteriyor. Keza bu ülkelerin hem İran’ın kontrolü altına girdiği, hem de yerel, bölgesel ve küresel düzeyde İran’ın rakipleri ve stratejisinin karşıtları ile mücadele cephesinin bir parçası olduklarına işaret ediyor.
İran politikalarından zarar görenler cephesi; Irak, Suriye, Lübnan ve Filistin halklarını kapsıyor. Tahran, bu ülkeler ile bütün maddi ve beşeri kaynaklarını ele geçirmek için aralarında hükümetlerin de olduğu yerel araçları ile dolaylı ya da doğrudan bu ülkelere sızdı. İran’ın zarar verdiği ülkeler cephesi ayrıca bölge ülkelerinin çoğunu da kapsıyor. Bu ülkeler, Mollalar rejiminin son yıllarda İslam’ın iki kanadı Sünni ve Şiiler arasında mezhepçiliği körükleme, İran’ın Şiilerin dini otoritesini temsil ettiği iddiası ile iç işlerine karışma politikasından çok zarar gördü. 1969 yılından bu yana üç adasını işgal etmiş olduğu BAE gibi Körfez komşularının toprakları üzerindeki emelleri, eksenler politikasını güçlendirme ve bölge ülkeleri arasındaki gerginlikleri arttırma stratejisi ile İran, bölge ülkelerine çok zarar verdi.
İran’ın bölgesel politikalarının boyutları; Arap ülkeleri ile çatışmalarının da ötesine geçerek Türkiye ve İsrail gibi Araplarla doğrudan temas halinde olan diğer ülkeleri de kapsıyor. Bu iki ülke ile doğrudan çatışmaya girmekten kaçınsa da onları taciz etmekten de geri kalmıyor. Bu bağlamda İran, Türkiye’deki işbilikçileri aracılığıyla Türk Hizbullah’ını kurmuş ve PKK’yı desteklemişti. Yine İsrail karşıtlığı örtüsü altında Hamas ve İslami Cihat başta olmak üzere, çeşitli Filistinli İslami eğilimli örgütler ile dış çatışmalarında bir araç haline gelen Lübnanlı Hizbullah örgütünü desteklemişti.
İran’ın küresel politikalarının boyutlarını ise nükleer programı ve balistik füzelerin aralarında olduğu askeri sanayisini geliştirme programları temsil ediyor. P5+1 (BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi 5 ülke ve Almanya) grubu İran ile anlaşma imzalayarak nükleer emellerini sınırlamaya çalıştı. Ancak ABD’nin anlaşmadan çekilmesi İran’ın küresel güçler ile çatışmasının tekrar gündeme yerleşmesine neden oldu. Yaptırımlar, medya savaşları, politik kamplaşmalar ve bilhassa Körfez’deki askeri temaslar bu çatışmanın göstergeleri haline geldi.
İran ve çeşitli düzeydeki çatışmalarından oluşan geniş tabloda Suriye, Irak ve Lübnan halkları, İran ve bölgeye yönelik stratejisi ile bağlantılı diktatör ve yolsuz rejimlere karşı ayaklanmaya ve onlara karşı seslerini yükseltmeye devam ediyor. Bu ayaklanmalar içerik olarak İranlıların, Mollalar rejimine karşı düzenledikleri ve temel talebi rejimin devrilmesi olan son protesto gösterileri ile uyumludur. Bu İran rejimini ve araçları olan hükümet ile devletleri Doğu Akdeniz’deki genel halk hareketlerinin hedefi haline getirdi.
Doğu Akdeniz halklarının; İran ve uzantılarına karşı ayaklanması, artık Tahran rejimi, araçları ve kendisine bağlı rejimlere karşı kararlı tutumlar benimsenmesini gerektiriyor. Bunu sadece özgürlük, demokrasi ve insan haklarının kazanması için yapmamız gerekmiyor. Bilakis İran’a, politikalarına, dünya ve bölge halklarının içişlerine müdahalelerine karşı ayaklanan halkların mücadelesini desteklemek için yapmamız gerekiyor. Geçmişte Irak, Suriye ve Lübnan’a yönelik benimsenen politikaların ötesine geçen önemli bölgesel ve küresel değişiklikler artık bir gerekliliktir.