Nebil Amr
Filistinli siyasetçi ve yazar
TT

​Mahmud Abbas'ı 2020'de ne bekliyor?

Fetih Hareketi erken davranarak tarihi sonradan belirlenecek başkanlık seçimlerinde Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın tek adayı olacağını açıkladı.
Bu erken açıklama, sessiz ancak dikkat çekici bir çabayla yürütülen Abbas’ın halefini belirleme savaşını peşinen bitirmek için yapılmış olsa da bu savaşı geçici olarak durduğunu söyleyebiliriz. Zira Abbas’ın yokluğunda Fetih Hareketi’nin adayının kim olacağı sorusu şu ana kadar yanıt bulmuş değil.
Fetih Hareketi, objektif ve güçlü bir faktörden ötürü adeta arabayı atın önüne koymakta yani daha seçimlerin özellikle de devlet başkanlığı seçimlerinin tarihi belirlenmemişken adayını açıklamakta acele etmiştir. Bu faktör, Fetih liderleri arasında otomatik olarak Abbas’ın halefi olacak bir adayın olmamasıdır.
Yaser Arafat’ın uzun süren siyasi hayatı boyunca ve daha Filistin Yönetimi kurulmadan ve seçimler yapılmadan önce kendisinden sonra otomatikman seçilebilecek halefleri vardı. O dönemde Fetih Hareketi içerisinde Salah Halef, Halil el-Vezir, Halid el-Hasan, Faruk el-Kaddumi gibi aday gösterildiklerinde Fetih liderleri ve üyeleri üzerinde uzlaşabileceği isimler vardı. Ancak kader tarihten daha güçlüdür. Fetih Hareketi’nin bu tarihi liderlerinden 3’ü daha Arafat hayatta iken vefat etti ve geriye sadece Abbas ve Kaddumi kaldı. Allah onlara uzun ömür versin.
Faruk el-Kaddumi, Oslo Anlaşması’nı kökten reddettiğinde bu halkanın dışına çıktı.
Bu da bir başka tarihi lider olan Abbas’ın önünü açtı.
O dönemde kendisine Oslo’nun mimarı denilen Abbas, Fetih ailesi içerisinde yükselerek rakipsiz olarak ikinci adam oldu.
Bu faktör ve Filistin, bölgesel ve küresel düzeylerde olgunlaşan diğer olumlu faktörlerin de etkisi ile dikkat çekici bir uyumla başkanlık Arafat’tan Abbas’a intikal etti. Abbas, Filistin liderlik tarihinde benzeri az görülür bir oybirliği ile yeni başkan seçildi.
Abbas, ilk olarak Fetih ardından Filistin Yönetimi Başkanı ve Filistinlilerin Devlet Başkanı olarak deklare edilir edilmez kendisini, Arafat döneminde var olanlardan bile daha büyük sorumluluklar karşısında buldu.
Abbas’ın mimarı, tasarlayıcısı ve kendisini başarısına adamış olduğu Oslo siyasi süreci gerilemekle kalmayıp tam aksi bir şeye dönüştü.
Filistin-İsrail müzakarelerinden bahsetmek sayıklama ve bir serabın peşinde koşmak gibi görülmeye başlandı.
Filistin davasının bütün tarihi boyunca üzerinde durduğu en sağlam temel olan iç cephe, Filistin ulusal tarihinde daha öne görülmemiş bir şekilde bölündü.
Geçmişte geniş bir destekçi cephesi ile dar bir muhalif bir cephe arasındaki anlaşmazlık, bu çizginin ötesine geçerek bölünme daha sonra da ayrılık düzeyine ulaştı.
13’üncü yılına giren bölünme, parti programları ve vizyonları arasındaki mücadelenin ürettiği bir sorun olmaktan çıkıp güç, iktidar ve meşruiyet mücadelesine dönüşerek kökleşti.
Siyasi ve coğrafi uzantılara, ittifaklara sahip oldu. Filistin Kurtuluş Örgütü’nün temsil ettiği tartışmasız meşruiyet bir ikileme dönüştü.
Fiili olarak hatta mutlak bir biçimde Gazze Şeridi’ne egemen olan Hamas Hareketi de meşruiyete sahip olduğunu iddia etmeye başladı.
Nitekim Hamas hareketi, ikinci Ulusal Meclis seçimlerinde elde ettiği o eski zafere dayanarak ne olursa olsun Filistin topraklarının geri kalanını da ele geçirmek istediğini gizlemiyor.
Sorun sadece Hamas ve Fetih arasında olsaydı bir şekilde kendisine çözüm bulunabilirdi. Ancak bizzat Fetih Hareketi’ndeki iç çatışmaların artması  durumun daha da karmaşık bir hal almasına neden oldu. Bu mücadele, Fetih Hareketi’nin Filistin davasında sahip olduğu belirleyici ve üstün gücü onun elinden aldı.
Düşünce yapısını, araçlarını hatta seçim sistemini kendisinin hazırladığı mecliste çoğunluğu kaybetmesine yol açtı.
O günden bu yana geçen 20 yılı aşkın süre boyunca Filistinliler ile Filistin ile ilgili Arap ve Arap olmayan kişilerin sürekli dile getirdikleri bir düşünce yaygınlık kazandı.
O da Hamas’ın seçimleri kendi gücü, popüleritesi ve solganalrının samimiliği ile değil Fetih Hareketi içerisindeki mücadelenin ürettiği geniş boşluklardan maharetle yararlanıp önünde açtığı yoldan ilerleyerek kazandığıdır.
Bunun ulusal meşruiyet açısından en yüksek, geniş ve önemli olması gereken Fetih Hareketi’ni etkilemesi kaçınılmazdı.
Bugün madem ki Filistinliler, genel bir seçimden bahsediyorlar politikacıların, aydınların ve aktivistlerin Fetih Hareketi’ni, bugünkü gerçekliğine göre okumaları ve ona karşı davranışlarında eskisi gibi olmadığını temel almaları gerekiyor.
Filistin halkının manevi devleti adını hakkıyla taşıyan Filistin Yönetimi, Filistin hareketini doğrultmasını, meşruiyetini ve kurumlarını aktifleştirmesini mümkün kılacak herhangi bir güçten yoksun bir meşruiyetten ibaret bir hale geldi.
Bugün Filistin Kurtuluş Hareketi’nin durumuna baktığımızda, tarihsel olarak koruyucusu olarak bilinen örgütlerden nasıl ayrıldığını ve siyasi çoğunluğunu nasıl kaybettiğini açıkça görebiliriz. Bunlar konumunu ve gücünü geri kazanmak için halihazırda yürüttüğü ve gelecekte yürüteceği savaşlarda Fetih’in aleyhine olacaktır.
Yazının başlığı olan 2019- 2020’de Abbas’a dönecek olursak, yukarıda zikredilenlerden sonra erkenden Fetih’in tek adayı olarak deklare edilmesinin ve bunun hiç kimse için süpriz olmamasının Abbas’ın liderlik odasında kırmızı ışığın yanmasına yol açması gerektiğini belirtmeliyiz. Çünkü Abbas’ın sorunu, Fetih’in tek aday olmak değil. Bu zaten kesin bir şey.
Dolayısıyla Abbas’ın yapması gereken,  şu andan itibaren yokluğunda yaşanabilecekler için önlemler almaya çalışmaktır. Çünkü şu anda boşluk, kaos ve İsrail de dahil dış müdahalelerden korkan Filistin halkının en çok ihtiyacı olan şey budur.
Fetih Hareketi’nin halihazırda Abbas’ı aday göstermekten başka yapabileceği bir şey yoktu. Fetih Hareketi’nin Abbas’ı aday göstermesi yalnızca ona güvenini ve bağlılığını yenilediği anlamına gelmiyor. Aynı zamanda gelecekte her düzeyde yaşanabileceklere karşı Filistin devletini ve halkını güvence altına almak gibi ağır bir görevi de kendisine yüklediği anlamına geliyor.