Vahdettin İnce
Yazar
TT

Ne yaptığımızı bilmiyoruz

Bir önceki yazımda “Arapların dramı”nı yazmıştım. Yirminci yüzyıldan yirmi birinci yüzyıla sarkan bu süreçte yaşadıkları yıkımlara, sürgünlere, katliamlara, zulümlere, göçlere… dikkat çekmek istemiştim.
İslam medeniyetinin omurgası sayılan bir milletin bu şekilde sürekli kan kaybetmesinin çok dramatik bir akıbete evrilebileceğini, Arapların kaybettiği bir sürecin sonunda hepimizin kaybedeceğini vurgulamaktı amacım.
Ama bu durum sadece Araplara özgü değil. İşte Afganistan. Gençliğimizde Sovyet işgaline karşı verdikleri destansı mücadeleden dolayı bizi heyecanlandıran bu millet artık şiddetin, katliamın, bombanın, sürgünün, dehşetin kıskacında korkunç bir akıbete doğru sürükleniyor.
Karşı mezheplere mensup örgütlerin birbirlerinin camilerini mezbahaneye çevirmesi gibi insanın kanını donduran eylemlerin yerini son günlerde artık tanımlamak için kullanılacak kelime bulmakta zorlandığımız eylemler almış. Hastaneleri bombalamak.
Dışarıdan veya içeriden bu dehşet verici tükenişi durduracak bir güç de görünmüyor ufukta. Zaten ufuklar da kapkaranlık. Bir şey görmenin imkanı yok.
Müslüman milletlerin tümüne teşmil etmek mümkündür bu karanlık ufukları ya da ufuksuzluğu. İslam alemi derin bir yara olmuş kanıyor kısacası. Kan kaybından ölmekte olan geçmişin muhteşem bir medeniyetini seyrediyoruz şu anda.
Her açıdan bir çaresizlik. Bütün bunlar arasında herhangi bir Müslüman millet biraz toparlanır gibi olursa şaşmayan bir saat gibi hemen bir iç kaos devreye sokulur ve artık ezberlediğimiz o değişmez kader gerçekleşir. Bunun biz Müslümanları ilgilendiren sayısız iç sebebi vardır hiç şüphesiz.
Ama bunların ana nedeni kesinlikle batı öncülüğündeki dünya düzeninin İsrail’in güvenliğini esas amaç edinmesidir. İsrail’in güvenliği için başta Araplar olmak üzere Müslümanların güvenlikten yoksun olmaları gerekir ve bu, sadece günümüzde yürütülen bir siyaset de değildir. Arapların ya da daha genel bir ifadeyle Müslümanların yüz yıllık dramlarının başladığı günden beri kesintisiz bir şekilde devam etmektedir. İsrail diye bir devletin kurulması gündeme geldiği günden beri bölgemiz tümüyle güvenlik olgusundan yoksun kaldı. Sadece farklı zamanlar, farklı şekilleri devreye sokuldu. Tabi Müslümanlar her zaman gözlerinin önündeki konjonktürel sürece odaklandıkları için resmin bütününü hiçbir zaman göremediler.
Düşünün, İsrail fikri ilk ortaya atıldığı zaman karşısında nasıl bir rakip vardı. Osmanlı’nın şahsında bir ve bütün bir İslam alemi. Osmanlı’nın şahsında İslam alemi parçalandı. Artık İsrail ve Arap alemi diye biraz daha küçülmüş bir rakip vardı. Ama bu rakip hala büyüktü. Kurgulanan birkaç savaşla bu rakibin de burnu sürtüldü ve İsrail ve Filistin diye bir denklem kuruldu. Filistin’in denkleme sokulması ile birlikte önceki rakipler yüklerinin hafiflediğini de düşündüler, üstelik ve siyasal ve ekonomik destekle bu rekabette Filistin’in varlığını koruyabilecekleri gibi bir fikirle oyalandılar onlarca yıl.
Fakat İsrail’in güvenliği bu küçültülmüş rakibi bile fazla görüyordu ve bu Batı Şeria ve Gazze diye iki fiili yapıya bölündü. Bugün artık denklem İsrail ve şurada burada İsrail’i protesto eden çocuklar.
Şu anda Batı Şeria’da bazı toprakların ilhak edilmesi gündemde ve Filistinli çocukların her şeye rağmen süren protestolarından başka kimsenin de bir mecali kalmamış görünüyor.  
Dünya düzeni, İsrail’in yaşaması için bütün bir İslam aleminin tükenmesini göze almış görünüyor. Bundan önceki süreçlerde devletler düzeyinde kınama söylemlerinin dışında pek bir tepki yok iken Müslüman halklar, İsrail’in atmak istediği adımlara karşı muazzam bir baskı oluşturabiliyordu.
Fakat malum “Arap baharı (!)” süreciyle birlikte o baskı da artık ortadan kaldırıldı. Bugün İsrail, bütün Filistin’i yutmaya her zamankinden çok daha yakındır.
İran’ın, Türkiye’nin çeşitli sorunlarla uğraştığı, Suriye’nin, Yemen’in, Lübnan’ın, tükendiği, bütün bir bölgenin iç çalkantılarla boğuştuğu bir süreçte İsrail tüm zamanların en rahat dönemini yaşıyor.
Ne yaptığını bilen kazanıyor her zamanki gibi.