Mahmud Muhyiddin
Dünya Bankası eski Başkan Yardımcısı. İngiltereWarwickÜniversitesi'nden Finans Ekonomisi alanında doktora ve York Üniversitesi'nden yüksek lisans derecesine sahiptir.
TT

Avrupa Kurtarma Fonu, ulusların oyunu ve para birimleri

Avrupa Birliği'nin (AB) para birimi avro, 1999'daki doğumundan bu yana her yıl bize kendisinin temelde, Avrupa Birliği çerçevesinde taahhüt edilen bir siyasi proje olduğunu hatırlatıyor.
Nitekim Avrupa Birliği, aralarına barış dönemlerinin serpiştirildiği ülkeleri arasındaki yüz yılık yıkıcı savaşlara karşı bir panzehir olarak kurulmuştu. Avro, istikrarı ve sürdürülebilirliği için gerekli ekonomik ve kurumsal bileşenlerden yoksun olarak piyasaya sürüldü. Çünkü para birliği, sadece organlar arasında koordinasyonu değil finansal kontrol birliğini zorunlu kılar. Ayrıca mevduatları korumak için birleşik bir sistem de gerektirir.
Her şeyden önce de, sadece  bakanlar ve ulusal bütçeleri hazırlayanlar arasında bağlayıcı olmayan istişareleri değil, kamu mali politikalarında birliğe de gereksinimi vardır. Parasal birlik için olmaza olmaz olan bu önkoşullar siyasi takip ve gözetim gerektirir.
Diğer bir deyişle bu, ulusal parlamentolar hesabına Avrupa Parlamentosu için daha yüksek yetkiler anlamına geliyor ki burada, bölgesel birliğe karşı ulusal egemenlik ön plana çıkıyor.
Daha önce 2008’deki küresel mali kriz de olduğu gibi krizler, avroyu yoklayıp dayanıklılığının ölçüsünü test ettiklerinde, ülkeleri arasındaki transferleri kontrol etmek ve harcama önceliklerini belirlemek konusunda bir kamu mali kalkanından yoksun olduğunu gördüler. Birliğin yetersiz bütçesi, vergilerden  gelir elde edemiyor veya tahvil ihraç edemiyordu. Bunun üzerine Avrupa Merkez Bankası, eski başkanı Mario Draghi'nin özetlediği bir politika uyarınca avroyu savunma görevini üstlendi. Draghi bu politikayı şöyle özetlemişti: Krizlere karşı koymak için ne gerekiyorsa yapmak. Nitekim bu büyük maliyetlerle de olsa gerçekleşti.
Bugün, borç sorununun büyümesi dahil ekonomik ve finansal, beşeri boyutlarına ve yaygınlığına eşlik eden karmaşık krizleriyle eksiksiz bir korona fırtınası, sadece para birliğini değil Avrupa’nın birliğinin kendisine meydan okuyor.
Bu fırtınaya karşı koymak adına Almanya ve Fransa, Avrupa GSYİH'sinin yüzde 5'ine eşdeğer olan 750 milyar avroluk bir iyileşme fonu kurmayı önerdiler. Fon, birlik adına ilk kez toplu borçlanma yoluyla dayanışma, 360 milyar avro tutarındaki kolay ödemeli kredilerle kaynaklarından harcama yapma, 390 milyar avro geri ödemesiz hibeler sağlama fikrine dayanıyor. Bu fon ayrıca salgın ve kendisine eşlik eden durgunluğun sonuçlarıyla yüzleşmek için birlik bütçesine 7 yıl boyunca yaklaşık 1.8 trilyon dolar harcama imkanı da sunacak. Bu ise, Avrupa ülkeleri arasında mali konsolidasyona giden uzun yolda bir ilk adım sayıldı.
Uzun süren müzakerelerden sonra, fon ve çalışma mekanizmaları 21 Temmuz’da düzenlenen ve tarihi sıfatını gerçekten hak eden birlik liderlerinin toplantısında onaylandı.
Bütün bunlar halihazırda üye devletlerin parlamentolarının onayını bekliyor, ancak mevcut kutuplaşma ve politik tutarsızlık durumlarının ışığında oylamaların sonucunu tahmin etmek zordur.
Dolar ve avro arasındaki döviz kuru, geleceğine yönelik öngörü ve spekülasyonlar ile kısa vadede yeni verilere göre yeniden değerlendirilmesine başlandı. Uzun vadede ise en önemlisi var, o da bilhassa uluslararası ödeme yöntemleri için yeni teklif ve düzenlemelerin ortaya çıkmasıyla rezerv para birimi olarak avronun dolara karşısındaki geleceğidir. Zira bu teklifler arasında, Çin yuanının  artan rolüne dayanan olduğu gibi Uluslararası Para Fonu (IMF) tarafından piyasaya sürülecek bir para birimi veya sepet para birimlerine odaklanma çağrısında bulunanlar da var. Keza döviz rezervlerinde altın bileşenin artmasına yönelik çağrılar da var ki bu, birkaç yıldır yükselen bir trenddir.
Uluslararası para sisteminin mevcut durumunun tarihsel köklerine dönmek, gerçekliği anlamaya ve gelecekteki olasılıkları keşfetmeye yardımcı olacaktır. Dolar, 1920’li yıllarda iki dünya savaşı arası dönemde İngiliz para sisteminde bir keşmekeş yaşanıp İngiliz sterlininin uluslararası ödemelerin derhal yapılmasını sağlayamadığında, uluslararası para birimi olarak güvenilirliğe sahip olmaya başladı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise dolar küresel hegemonyasını kurdu çünkü savaştan sonra ABD ekonomisi rakip ekonomilere göre daha iyi bir durumdaydı. Daha sonra dolara altın ile dönüştürülebilirliğini koruyan tek ulusal para olarak kalma özelliğini tanıyan Bretton Woods Anlaşması imzalandı. Anlaşma ile 1 ons altın 35 dolar (şimdi 1 ons altının fiyatı 1940 dolar!) olacak şekilde düzenlendi.
Avusturya ekolünün öncüsü ekonomist Ludwig von Mises, doların nakit ihracı yoluyla parasal olarak genişleyerek kötüye kullanılma olasılığı nedeniyle Bretton Woods Anlaşması’nın kendisine tanıdığı imtiyaza karşı çıkanlar arasındaydı.
Nitekim bu ayrıcalığın devam edemeyeceğine dair ilk göstergeler 1950’lilerin sonunda ortaya çıkmaya başladı. Ludwig von Mises’in öğrencilerinden ve dönemin Fransa cumhurbaşkanı de Gaulle’ün danışmanı ekonomist Jack Rowe da bu imtiyazın devam etmesine karşı çıkmış ve 1965 yılında bir basın toplantısı sırasında bunu dile getirmişti.
Bretton Woods Anlaşmasının getirdiği dolara dayalı sistemi "sömürücü ve tehlikeli" olarak niteleyerek altına dayalı nakit sistemine geri dönmeyi tavsiye etmişti. 1970 yılında,  Avrupa Zirvesinin hazırlanmasını tavsiye ettiği Werner Raporu yayınlandı.
Rapor, Lüksemburg maliye bakanı Pierre Werner’in başkanlığında toplanan bir komite tarafından hazırlandığı için onun adıyla anıldı.  Raporda, 10 yıl içinde Avrupa için ortak para birimi oluşturmaya yönelik üç aşamalı bir plan açıklandı. Ancak bu plan ABD baskısı nedeniyle gün ışığı göremedi.
Yetmişli yılların başında para arzının artması ile ABD enflasyon oranları yükseldikçe dolar-altın otomatik dönüşüm sistemine olan güven sarsılmaya başladı ve ülkeler peşi sıra Bretton Woods sisteminden ayrılmaya başladı. Bunlar arasında yer alan Batı Almanya ve İsviçre gibi birçok ülke, anlaşma gereğince dolar rezervlerinin altına dönüştürülmesini talep etti. 1971 yılında ülkesi, enflasyonun eşlik ettiği bir durgunluk, ürünlerinin uluslararası rekabet gücünde Japon ve Avrupa ürünleri lehine bir düşüş yaşadığı ABD Başkanı Nixon yönetimi, Bretton Woods sistemini askıya alma kararı aldı. Böylece dolar-altın otomatik dönüşüm sistemi dönemi kapanmış oldu. Nixon, halkına televizyonda yaptığı konuşmada, 15 üst düzey danışmanı ile yaptığı istişareler sonucunda aldığı kararları, para birimlerini korumakla gerekçelendirdi. Amerikan yapımı ürünleri korumak için ithalat ürünlerine uygulanan gümrük vergisini yüzde 10 artırma kararı aldığını da açıkladı. Bu önlemlerin, ithal ürünlerin fiyatlarını yükselteceğini ama aynı zamanda yerli ürünleri ve fiyatlarını koruyacağını söyleyerek gelecek tepkileri hafifletmeye çalıştı.
“Aşırı imtiyaz” ise 1974-1981 arasında Fransa cumhurbaşkanlığı görevini yürüten Giscard d'Estaing tarafından, uluslararası işlemlerin büyük oranda dolar cinsinden gerçekleşmesi sayesinde ABD ekonomisinin elde ettiği avantajları nitelemek için kullanılmıştır. Bu, ABD’nin ekonomisinin, kamu bütçe açığını ve ödemeler dengesinin cari hesabını sürekli sermaye akışı ile finanse edebilmesini, uluslararası talepteki artışla birlikte Amerikan para biriminin ihraç gelirlerinin artmasını sağladı. Zira bu sayede her ABD doları sahibi, Amerikan ekonomisinin bir borç vereni sayılıyor.
Fransız Jacques Delors’un Avrupa Komisyonu başkanlığı sırasında 1989 yılında hazırladığı rapor ile Avrupa pazarının birliği ve malların, sermayenin, hizmetlerin ve istihdamın serbest dolaşımını içeren dört özgürlüğünü taçlandırmak amacıyla ortak para birimi projesi tekrar gündeme geldi. Bu yönelimi, eski Fransa cumhurbaşkanı François Mitterrand ile eski Almanya Şansölyesi Helmut Kohl de desteklediler. Toplu olarak bu önlemlerin Avrupa'yı ABD'de yürürlükte olana benzer bir federasyona ulaştırabileceğini savundular. O dönemde Avrupa’nın hayali buydu.
Avrupa’da ortak para birimi fiili olarak 2002 yılında yürürlüğe girdi ve 12 birlik üyesi tarafından kabul edildi. Daha sonra 7 ülkenin de katılmasıyla avro bölgesi oluştu. Şu anda bu coğrafi bölge içerisinde yaşayan 340 milyon kişinin yanı sıra AB üyesi olmayan 6 ülkede avro kullanılıyor. Euro, hacim ve ticaret bakımından dünyanın en büyük ikinci para birimi olmasına rağmen, Avrupa Merkez Bankası tarafından ihraç edilen banknot ve madeni paralarının küresel ticarette tedavülü açısından ilk sırada yer almaktadır. kabul görmek başarının en yüksek ölçütüdür. ABD’nin Berkeley Üniversitesi'nde profesör ve uzman ekonomist  Barry Aiken Green’in tanımı ile bu büyük parasal birlik denemesi (Avro) de şu ana kadar başarılı oldu. Profesör Barry Aiken Green’den bahsetmişken, ekonomi, yatırım ve finans dünyasında geçmiş göstergelerin gelecekteki sonuçları garanti etmediğini, aksi takdirde, bir zamanlar uluslararası alanda kabul gören ancak onları destekleyen ekonomik ve siyasi güçlerin zayıflamasından sonra gerileyen ve kaybolan diğer para birimlerinin hala kabul görmeye devam edeceği düşüncesini de buraya not edelim.
Nitekim bugün de geçmişte imparatorluklar ve süper güçler tarafından ihraç edilen paraların, bazı müzeler ile tarih kitapları dışında ne kendileri ne de sahip oldukları etkiye dair hiçbir izini bulamazsınız.