Abdulaziz Tantik
TT

Tercih veya şartlar sonucu safta olma…

İnsanlar, yalnız yaşamaya müsait olmayan varlıklardır. Kişi, tek başına yaşamayı kolaylıkla göze alamaz. Şartlar muvacehesinde yalnız kalabilir, bir süre yalnız yaşayabilir, ancak bu temel bir tutumu göstermez!
İnsan eksik ve zaaf taşıyan bir varlıktır. Kişi, tamamlanmak için başkasına ihtiyaç hisseder. O ancak başkaları ile birlikte var olduğunda tamamlandığını hisseder. Yalnız kaldığı sürece evhamlar tarafından istila edilebilir bir pozisyonu içinde taşır. Bu da psikolojik semptomların varlığını işaret eder. Bu yüzden insan kendisi dışında birileri ile kendisini tamamlar.
İnsanlar, başkaları ile birlikte olurken tercihen olmaları gibi şartlar gereği de bulunabilirler. Bu iki temel gerçeklik zemini aynı zamanda kişinin varlığının sahici boyutu ile ilişkisini belirtir. Kişi, kendi tercihi ile beraberlikler kurduğunda güven ile ilişkilerini sürdürür.
Bu durum ilişkileri sağlıklı ve sahici bir yapıya taşır. Çünkü tercih kişiyi kendi kılan özelliğini açığa çıkartır. Ama tercihlerde bir tabilik ile zorunluluk çelişkisi de söz konusu edilebilir. Bu yüzden her tercih sahici bir duruma gönderme yapmayabilir.
Zorunlu tercihler ile birlikte kişi, kendisini yapay bir ortamda bulabilir. Bu da kişinin kendisinden uzaklaşmasına neden olur. Bu ilişki tarzı zorunluluğu sürdüğü sürece var olabilir. Bu yüzden kişinin kendi sahiciliği zorunluluk yüzünden yara alır ve sorunlar yumağını başlatır.
Kişi, kendi isteği ile bir beraberlik kurduğunda o beraberlik üzerinden itminan sahibi olarak kendisini hem güvende hisseder ve hem de geliştirme dinamiklerini harekete geçirmiş olur.
İnsan, başkası ile tamamlanır dedik ya, işte tabii bir sürece mebni ilişki kurmak kişiyi olgunlaştırır ve kendisi kılar. Güven üzere kurulu ilişki, özgüveni güçlendirir ve karakteri sağlamlaştırır. Bu yüzden tabii ilişki her zaman kişinin kendini gerçekleştirme zeminini güçlü kılar.
Hayatın rutin akışı içinde kişiler ağırlıklı olarak tercihen değil, şartlar muvacehesinde bir yerlerde bulunurlar. Kişi, kendi seçimleri ile değil, şartların zorlaması ile birçok yerde bulunur. İşte bu zorunlu şartlar, bir tercih sonucu değil, zorunluluk sonucu olacağı için kişiyi derinden yaralar. Özgürlük meselesi tam burada devreye girer. Kişinin kendisi olup olmayacağı meselesi de bu durum içinde açığa çıkar.
İnsan aşmaya meyyal bir yapıya sahiptir. Aşma fikri onun temelini kurar. Kişi, olduğu yerde duramaz ve sayamaz. O zaman sürekli bir eksilme yaşar ve bu onu huzursuz kılar. Yabancılaşma burada açığa çıkar.
Bu yabancılaşmadan kurtulmak için kişi, içinde bulunduğu şartların değişimine matuf bir irade ve gücü toplama ameliyesine başlamakla yükümlüdür. Kişi, ancak şartlardan bağımsız bir şekilde tercihler yükümlülüğüne yöneldiğinde kendisine yönelmiş ve kendini ispat etmiş olur. Aşma fikri, her zaman bir çoğalmaya ihtiyaç hissettirir. Bu yüzden kişi, olduğu gibi kalamaz! Sürekli hareket halinde ve gelişim dinamiklerine göre davranışlar sergilemek zorundadır. Bu onun varlığının otantik yapısını gösterir.
Kişinin kimlik sahibi oluşu, ilişkilerindeki niteliği açığa çıkartır. Elbette ki kişi, başkaları ile birlikte var olur. Bu var oluş aynı zamanda kişinin erginleşmesine ve olgunlaşmasına imkân tanır. Olgunlaşan kişi, ilişkilerdeki niteliği artırır ve beraberliklerinde belirli bir olgunluğu taşıyarak o birlikteliği anlamlı hale dönüştürür.
Kimlik, farklı kimliklerin varlığını da zorunlu kılar. Çünkü insanlar farklılıkları nedeniyle topluluk oluştururlar. Burada fert ve cemaat arasındaki korelasyon önemlidir. Fertler, farklı hedefler ve farklı yaşam tarzları seçebilirler. Ancak, toplu yaşamda, kendi farklılıklarının ortak noktaları üzerinden bir topluluk oluşturma becerisine de sahiptirler.
Bu onların kemale doğru yürüyüşünün teminatıdır. Aslında benzerlikler üzerinden kurulan ilişkiler yanıltıcı ve yaralayıcı özellikler taşır. Aynı şeyler süreçle bir bıkkınlık getirir. Bu yüzden farklılık bir ayrılık nedeni değil, birbirini tamamlama ameliyesi açısından zorunluluğu işaret eder.
Ama insan, her zaman topluluklarda, topluluğun yararı yerine kendi yararını gözetebilir. Çatışma ve kaos buradan neşet eder. O yüzden kişinin kendi isteğinin neliği meselesi de önemlidir. Bir önceki yazıda yarar kavramına gönderme yapmıştık.
Burada yarar, salt kendi çıkarına matuf olarak algılanırsa sorunun başlangıcını belirgin kılar. Hâlbuki kendi yararı yerine, kendisini olgunlaştıran bu topluluğun varlığının yararını dikkate aldığında kendini güçlendirerek yaşam karşısında artı bir değere sahip olur.
Tam burada kişilik ve bu kişiliğin üzerine bina edildiği özgüvenin mesele olarak önemini hatırlatmakta yarar var. Bu kişinin içinde bulunduğu şartları değiştirme ve yeni şartların varlığını başlatma adına da önemli bir meseledir.
Özgüven, şartlardan bağımsız olabilme becerisi ve cesaretini göstertir. Aynı şekilde yeni şartların kendi yararına olmaktan çok topluluğun yararına olanın kendi yararına olacağını açık bir şekilde görerek konumunu belirgin kılar. Bu da ilişkilerin niteliği açısından çok önemli bir olguyu gündeme taşır.
Şartlarla mukayyet bir kişilik, sürekli eriyerek kendi karakterini zedeler ve özgüvenini kaybeder. Bu noktada insanın özgürlüğünü her halükarda koruma refleksi, çok önemli bir konum kazanır. İlişkilerdeki niteliğin kurucu unsuru özgürlüktür.
Yani tarafların kendi özgür iradeleri ile bu birlikteliğe razı oluşlarıdır. Bu evliliklerde de topluluklarda da böyledir. Kişi, kuracağı ilişkiyi kendi özgür iradesi ile başlatırsa, orada meydana gelecek güzelliği paylaşmayı, yanlışı ise önlemeyi bir refleks olarak ortaya koyar.
Kişilik meselesi içerden ve dışarıdan olmak üzere ikili bir yapıya sahiptir. Kişi, kendi kişiliğini içine doğduğu şartlardan öğrenerek oluşturur. Süreçle kendi kişiliğini oluşturmada içinde yer aldığı kültürden bağımsızlaşabilir de…
Bu bağımsızlaşma kişiliğini olumlu ve olumsuz iki şekilde etkiler. Ancak, olumlu bir etkileşim için içine doğulan kültürün ikili yapısını öğrenmesi ve bunu öğreten bir öğreticiliğin varlığı asıldır.
Kişi, her kültürün kendi içinde asıl ve tali diye ikili bir yapıyı taşıdığını bilmelidir. Bu bilinç, kişiye kültürün zaaflarını ve güçlü yanlarını öğrenme imkânı bahşeder. İşte bu minvalde yürüyüş gerçekleştiren kişi, kendi anlamını kavrayarak kendi şartlarını içerden dışarıya doğru yeniden belirlemeye başlar.
Özgürlüğün kendi kıvamını bulduğu bu zemin, kişiyi güçlendirir ve ilişkilerdeki niteliği; merhamet ve adaleti sağlayarak ilişkiyi anlamlı ve amaçlı kılar. Amaçlılık, kişiyi kendisi gibi olan kişilere taşıyarak onlarla birlikte daha büyük bir kişiliğin varlığını mümkün kılar.
İşte bu mümkünlük kişiyi, sürekli kendisini aşmaya yönelterek bu büyük kişiliği de aşarak evrensel ölçekte bir yaklaşımı içerecek bir zemine taşır. Bu kişi, artık evrensel ölçekte merhamet ve adalet prensiplerini inşa ederek salt kendisi ile sınırlı olmayan, coğrafya ve kültürleri aşarak daha üst bir şemada yeni bir karakteri inşa ederek varlıkta asıl olan barışı ikame adına güçlü bir imkân sunar.
Dışarıdan içeriye yönelik bir karakter oluşumu, içeriden dışarıya doğru bir karakteristik yapıyı kuramazsa sorunlar yumağı kendisini baş gösterir. Bu negatif bir ilişki yumağını harekete geçirir. Kaos ve çatışma kaçınılmaz olur.
Bu noktada özgürlük, negatif bir karakter taşıyarak kaosa ve çatışmaya güç katmaya yarar hale gelir. Özgüven sahteleşir. Ve bu özgüven üzerinden kötülük yasallaşır. İşte her olayda olduğu gibi burada da mesele çetrefillik kazanır.  
Nerede durmalı insan? Açık, anlamın yanında durmalı, anlam iyidir, iyi anlamı güçlendirir. Bu yüzden kişi, aklı erdiği andan itibaren içerden bir sorgulamaya yönelmelidir. Varlığının anlamını billurlaştırmalı ve bu anlam arayışını temellendirmelidir.
Varlıkla çatışma yerine uyumu nasıl sağlayacağını içerden bir arayışla cevaplamalıdır. Bu cevap arayışında kişisel çıkarlarını düşünmeden, aşmayı bir ilke olarak önüne koyarak varlığını sürekli daha anlamlı bir ilişkiler ağına taşımalıdır. İradesini güçlendirerek karakterinin güçlülüğüne yaslamalıdır.
Özgürlüğü özgüveni, özgüveni karakterini ve karakteri iradesini güçlendirerek varlık sahasına çıkmayı öncelemelidir. Bu sayede kendisini, ilişkiler ağına taşırken sağlam bir noktada başlamayı garanti eder.
İnsan yalnız yaşamamalıdır. Yalnızlığını kendisi gibi olan diğer insanlarla birlikte ve bir kaderi paylaşmak istediği kişilerle gidermelidir. Varlıkla ilişkisini olumlu zeminde kurmalıdır. İyiliği eksen kılmalı kendisine… Zaman ve mekân algısını varlığının niteliği kılarak özgüvenini bu iki temel olguya teslim etmeli… Ancak bir şartla; zamanı ve mekânı kendi algısı çerçevesinde yeniden kurmayı deneyerek yapmalıdır. İnsan zaman ve mekânla mukayyettir. Ancak kişi, zamanı ve mekânı aşabilecek bir istidadı da taşıdığının şuurunda olmalıdır.
Bilinmelidir ki topluluklar, tek, tek fertlerden müteşekkildir. Bu yüzden sağlam bir fert, sağlam bir cemaatin kurulmasının ön şartıdır. Fertlerimizi kemale doğru yürüyüşlerinde destekleyerek sağlam topluluklara ulaşmayı bir ilke olarak benimsemeliyiz.
Son olarak, kişi bir saf seçecekse; bu safı seçmesini sağlayacak olan şey; kendi özgürlüğüne halel getirmemeli, özgüvenini zaafa uğratma yerine güçlendirmeyi sağlamalı, aynı duyguları taşımayı zorunlu kılmadan farklı duyguları tanıma konusundaki iradeye sahip olmalı, öğrenmeyi durduran değil, bilakis öğrenmeyi süreklileştirmeli, kanıksanan, sıradanlaşan bir ilişkiyi değil, sürekli heyecan vericiliğe ve mucizeye açık olmalıdır. Bu kişiyi, kişi yapan özelliklerin beslendiği bir zaman ve mekân algısını besler…