Memduh Muheyni
Al Arabiyya Genel Yayın Yönetmeni
TT

Trump mağlup oldu, ama Trumpizm kazandı mı?

İki ayı aşkın uzun bir direnişin ardından ABD Başkanı Donald Trump, yenilgisini ilan etti. Ancak destekçilerinin, seçim sonuçlarını protesto ederek Kongre’ye baskın düzenlediği çalkantılı bir geceden sonra. Bu durumun, ABD tarihindeki en büyük başkanlık dönemini sona erdireceğini söylediğinde beklendiği gibi, yenilginin ilanı bile gösterişli bir şekilde geldi. Başkanlık dönemi abartılıydı, ancak Beyaz Saray’a geldiği ilk günden itibaren kesinlikle son derece heyecan verici bir dönemdi. Yalnızca siyasi ve ekonomik açıdan değil, medya açısından da heyecan vericiydi. Medya organları ona düşman olsa bile görüş ve okumaları artmıştı.
Şu an en önemli soru şu; Trump kapıdan çıkıp Florida tatil merkezine gidecek. Ama son dört yılda yarattığı siyasi, sosyal ve entelektüel koşullar da onunla birlikte kapı dışına gidecek mi? Trump mağlup oldu, ama Trumpizm de mağlup oldu mu? Bu sorulara kimse yanıt veremez. Hatta iki gün önce yaptığı konuşmada dört yıl sonra geri dönmesini bekleyenlere işaret eden Trump’ın kendisi bile. Konuşmasında, önümüzdeki dört yılla değil, son sekiz haftada olanlarla ilgilendiğini belirterek, mevcut sonuçlara karşı çıkma ve uzak geleceği düşünme konusunda destekçilerinin kararlılığını zayıflatmak istemedi.
Sadece 20 Ocak’tan sonraki Trumpizm’in akıbetine dair görüşler var. Ancak akıbetinin ne olduğunu bilmek için, doğasını bilmemiz önemli. Trumpizm, 45’inci ABD başkanının kişiliği ve 2016’da seçilmesine yardımcı olan koşullarla ilişkilendiriliyor. Trump’ın gürültülü, tartışmacı, açık sözlü ve şok edici kişiliği,
yaşadıkları kötüleşen ekonomik koşullara ve kendilerini ikinci sınıf vatandaş yapan kültürel koşullara öfke duyan büyük bir ABD kesiminin iç koşullarını karşılıyor. Bu öfkeli gruba, ‘Obama dönemindeki hükümetin genişlediğine, kısılması gerektiğine, muhafazakar değerlerin ihlal edildiğine, korunması gerektiğine ve Washington’daki siyasi elitlerin şiddetli bir sarsıntıya hatta tam bir darbeye ihtiyaç duyduğuna’ inanan ve bu yolda eski danışman Stephen K. Bannon’a çağrı yapan başka bir Cumhuriyetçi ekip de dahil oldu. Trump’ın tarafını tutan ve onu savunan çok sayıda siyahi aydın gördük. Siyahların çektiği acılardan yalnızca seçim amaçları için yararlanan Demokrat politikacıları eleştiriyorlardı.
Tüm bu öfke, endişeler ve fikirler, Trump’ın geniş başlığı ‘ABD’nin kayıp azametini geri getirmek’ olan siyasi, ekonomik ve kültürel hitabına da yansıdı. ABD’lilerin koşullarını korumak için yasadışı göçmenlerin ülkeye girişlerini engelleyecek olan Meksika ile ayrım duvarına değindi, kendisini iki kez devirmeye çalışan Washington’daki siyasi elitlere saldırdı ve medya ile şiddetli bir savaşa girdi. Dinsiz olmasına rağmen kendisini Hıristiyanlığın savunucusu olarak sundu. İncil’i, yanmış bir tarihi kilise olan ‘St. George’ önünde kaldırdı. Evlilik dışı ilişkilerine rağmen ailenin muhafazakar değerlerini savundu ve servetine rağmen kendisini fakirlerin şampiyonu olarak resmetti. Peki bu çelişkileri nasıl anlamaktayız? Tek açıklama, bu öfkeli kalabalığın bir kurtarıcı aradığı ve insanların içgüdüsel ve psikolojik düğmelerine nasıl basacağını bilen Trump’ı bulduğudur. ‘Medya’ konusundaki tecrübesinden dolayı ilk dersi biliyordu; ‘Hedef kitlenizi tanımalısınız’. Bu sebeple hedef kitlesine yakın, basit ve popüler bir dille hitap etti. Çünkü bu kitle, Trump açısından tek önemli olandı. Zira kendisini yeniden seçecek olan onlardı.
Trump’ın Beyaz Saray’daki sicili ilk üç yılda başarılıydı; istikrarlı ekonomik büyüme sağladı, işsizlikte düşüş yaşandı, savaşa girmedi ve kanlı teröristler öldürüldü. Destekçilerine, teröristleri başıboş köpekler gibi öldürdüğünü söyleyerek övündü. Suriye üslerine füzelerin yağdığı bir zamanda Suriye’ye ilk darbe emri verdiğinde Çin Başbakanının yanında olduğunu ve lezzetli bir çikolatalı kek yediğini söyledi. Son zamanlarda, dönemin Savunma Bakanı James Mattis tarafından engellenmemiş olsaydı, Beşşar Esed’i öldürmeyi düşündüğünü söyledi. Bu iyi monte edilmiş araba, hezimetine yol açan ana faktör olan salgın nedeniyle parçalarına ayrıldı. İkinci neden ise Trump’ın kendisidir. Trump, Kovid-19 ile mücadeleyi doğru şekilde yönetemeyince gerçekten yenildi. Demokratlar, iki önemli unsura dayalı akıllı bir kampanya oluşturmayı başardılar. Bu iki unsur; kriz yönetimindeki büyük başarısızlığına odaklanmak ve referandumu, projelerinden ve fikirlerinden çok Trump’ın kişiliğine dayandırmak. Kararsızlıklar, salgından sonra daha da kötüleşen başkanlık dışı davranışlarıyla Demokratları alarma geçiren Trump’a karşı nefretle Biden’ın yanında sıraya girdi.
Trump’ın kendi kriterleri bile, bir ABD başkanı tarafından ortaya koyulabilecek olan sınırları aştı. Bilinmeyen yayıncılarla çocukça tartışmalara girdi. Hatta bir keresinde Demokrat Milletvekili Adam Schiff’i karpuz olarak nitelendirdi. Trump’ın başkanlığı, üç başarılı yıl ve ‘rakiplerinin akıllıca kullandığı tam dengeyi kaybettiği’ son bir yıl olarak tanımlanabilir. Yanlış ve kritik bir zamanda (önemli seçim yılında) Wuhan pazarındaki bir yarasadan doğan, dünya çapında yayılan ve ardında milyonlarca kurban bırakan bir salgın tarafından saldırıya uğramış şanssız bir başkan olarak da tanımlanabilir.
Tüm bunlar bizi şu soruya götürüyor; Trump’ın sonu, Trumpizmin gözlerimizin önünde çöküşüne tanık olduğumuz anlamına da gelir mi? Trumpizm, Trump’ın yukarıda belirtilen tüm kişisel özellikleriyle ve destekçilerinin endişelerini akıllıca ifade etmesiyle bağlantılıdır. Belki de cevap şudur; Trumpizm, büyük ihtimalle siyasi arenada onunla kalacak ve yokluğunda ortadan kaybolacaktır. Geçmiş yıllarda olduğu gibi kimyasal bir denklem kurmamız zordur. Durum, kişilik ve koşulların bir karışımından ibarettir. Partilerini böldüğü ve itibarlarını zedelediği için bugünlerde Trump’a kızan (bu doğru) Cumhuriyetçilere gelince, yakında ondan hoşnut olacaklar. Çünkü soğukta ve salgın varken Trump’ı desteklemek için dışarı çıkan 74 milyon vatandaşa ihtiyaçları var. Destekçilerini Kongre’ye baskın düzenlemeye seferber etmek için televizyon ekranları önünde yaptığı konuşmalarda maruz kaldığı azar sözlerine rağmen, Biden’in Beyaz Saray’a girmesiyle her şey değişecek. İki taraf arasındaki parti çatışması, klasik doğasına geri dönecek. Narsist, gürültücü ve sıradan politikacıların elinde olsa bile, yalnızca zaferi düşünen seçim süreci yeniden başlayacak.