Geçen yüzyılın seksenli yıllarının sonunda Soğuk Savaş sona erip Sovyetler Birliği perdesi kapandığında ve kendisine bağlı cumhuriyetler dağıldığında, nükleer savaş tehlikesi ortadan kalktığı için kıyamet günü saatinin yelkovanı birkaç dakika geriye gitmişti.
Dünyanın bir nükleer patlamaya veya her şeyi yok edecek bir kitle imha silahı çatışmasına yakınlığını veya uzaklığını ölçen Kıyamet Saati fikrini, Amerikalı ünlü bilim adamı Albert Einstein'ın kurucularından olduğu "Atom Bilimcileri Bülteni" tasarlamıştı.
Son yıllarda, özellikle de nükleer silahlanma eğilimi görülmemiş bir şekilde arttıktan sonra saat yeniden gündeme geldi. Kendisinden sorumlu bilim adamlarına göre geçen Ocak ayının sonunda saat gece yarısından "100 saniye" önce durdu. Bu, nükleer patlamanın çok uzakta olmadığı anlamına geliyor. Bu durumda akla şu soru geliyor; peki neden?
Nedenlerini uzun uzun anlatabiliriz, ancak bunun yerine en önemli endişe verici noktalardan bazılarının üzerinde durdurmaya çalışacağız. Bu noktaların en önemlisi iki eski büyük güç arasındaki silahlanma yarışının geri dönüşü, bu yarışa bölgesel ve diğer uluslararası güçlerin de dahil olmasıdır.
Eski ve geleneksel iki güç, aralarındaki nükleer rekabet ruhunun yenilendiği Moskova ve Washington’dur. Peki, resmin yeterince net olması için Çin’i de analiz dairesine eklemeli miyiz?
Cevabımız; Çin’in yükselişi hikayesini ve pek çok kişinin Antik Çağda Atina ile Sparta arasında olduğu gibi Washington ile Pekin arasındaki çatışmanın da sonucu olmasını beklediği Thukydides Tuzağı’nı da es geçmememiz gerektiği yönünde.
Çin artık yalnızca parasal caydırıcılık yolunda ilerlemiyor gibi görünüyor. Başka bir deyişle, dünyadaki kutupsal yayılmacılığı için yeterli genişliği garanti eden ekonomik zaferleriyle yetinmiyor. Aksine, artık kutupsal bir militarizasyona doğru ilerliyor. Çin askeri kurumu hakkında bilgisi olan yazarlar, Amerikalılar, hatta dost Ruslar için caydırıcı bir duvar görevi görecek 10 bin nükleer savaş başlığına sahip bir nükleer füze duvarı inşa etmeye çalıştığının farkındalar.
Buna ilaveten Çinliler, uçak gemileri ve nükleer denizaltılar aracılığıyla denizlerdeki varlıklarını da en üst düzeye çıkarmaya çalışıyorlar. ABD, bu ve başka nedenlerden dolayı çatışma halinde olduğu kutuplardan herhangi biri ile kendisi arasında bir nükleer savaş çıkması fikrine ciddi olarak hazırlanmaya başladı diyebilir miyiz?
Şubat ayının başında ABD Stratejik Komutanlığı (STRATCOM) Başkanı Amiral Charles Richard, ABD Deniz Enstitüsü Dergisi için kaleme aldığı makalesinde, özellikle konvansiyonel silahlarla yapılan bir çatışmanın kaybedilmesi durumunda bu yenilgi, rejim veya devlete yönelik bir tehdit olarak algılanırsa, Rusya veya Çin ile bölgesel bir krizin hızla nükleer bir çatışmaya dönüşmesinin gerçek bir olasılık olduğunu belirtti.
Amiral Richard’a göre Soğuk Savaş’ın sona ermesi, Washington’da nükleer silahların kullanımının pratik olarak imkânsız olduğuna dair yalancı bir umut yarattı, ancak şimdi ABD, nükleer silah kullanımının gerçekçi bir olasılık olduğunu unutmamalı.
Bununla birlikte, araştırmacı ve özellikle Moskova ve Washington arasındaki nükleer sorunu incelemiş bir okuyucunun aklına şunu sormak gelebilir; Rusya ve ABD'nin 5 Şubat'ta sona eren START-3 anlaşmasının 5 yıl süreyle uzatılması konusunda anlaşmalarının ardından nükleer çatışma olasılığı nasıl devam edebilir? Bu tür anlaşmalar nükleer çatışmayı ortadan kaldıracak limitler içermiyor mu?
Bu gerçekten haklı bir itiraz, zira birkaç ay öncesine kadar Rusya ve ABD’nin nükleer cephanesini sınırlayan bu anlaşmanın yazgısı pamuk ipliğine bağlıydı. Stratejik istikrar alanındaki pek çok önemli anlaşmadan çekilen eski ABD başkanı Donald Trump'ın iktidarında bu anlaşmanın uzatılması kesinlikle mümkün değildi.
Bununla birlikte, nükleer bir çatışma tehdidini mevcut ve yakın kılan bazı varsayımsal sorunlar var. Bunlar insanların geneli tarafından neredeyse görülmeyen, görülebilmesi için uzman bir göze ihtiyaç duyan sorunlardır. Peki, bu ne demek?
Kısaca, yanlış bilgi, dezenformasyon ve komplo teorilerinin giderek yaygınlaşması sorunu, nükleer çatışmaya yönelik tehditleri artıran bir faktör gibi görünüyor.
6 Ocak’ta ABD Kongresi’ne düzenlenen baskın hadisesi, Amerikan veya aynı ölçüde Rus ve her iki durumda da milliyetçi bir liderliğin neler yapabileceğine dikkatleri çekti. Aşırı ulusalcılığın ve ırkçı dürtülerin, nükleer silah kullanımına yol açabilecek tek taraflılığa sevk edebileceğine dair bir uyarıydı.
Bu minvalde, geçen haftalarda ABD içinde son olarak, nükleer silah kullanma kararının başkanın tek başına verebileceği bir karar olmaktan çıkmasına yönelik çağrılar yükselmeye başladı. Bu tek başına ele alınması gereken bir konu ve başka bir ayrıntılı okumada kendisine dönebiliriz.
Nükleer görünümlü bir üçüncü dünya savaşı ihtimaline ilişkin daha endişe verici ve tehlikeli bir başka şey var mı?
ABD başkanlık seçimleri koşuşturmacası ortasında, ABD’nin kendi türünün en tehlikeli siber saldırı dalgasına maruz kaldığı ve ağır kayıplarının açıklanmadığı pek çok kişinin dikkatinden kaçtı. Bilançonun açıklanmaması, saldırıların nükleer tesislere yaklaşıp yaklaşmadığı konusunda soru işaretleri doğurdu. Hollywood filmlerinde gördüğümüz gibi milliyetçi ve ırkçı bir grup, Washington veya Moskova’daki nükleer füze ağlarına sızabilirse ne olur?
Bir nükleer savaştan duyulan korkular, yeni nesil lazer ağlarıyla birlikte uzay ve burada çıkabilecek savaşlara dair korkuları da yeniden gündeme getirmiyor değil. Kısacası, tehdit mekanizmaları artıyor ve tehlike yaklaşıyor, ama bu da bir başka okumanın konusu.
TT
Devlerin nükleer görünümdeki çatışması
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة