Bir rejimin/yönetimin otoriter mi, diktatörlük mü yoksa totaliter bir rejim mi olduğu hem sıkça tartışılan hem de sıkça birbirine karıştırılan bir durumdur. Farklı tanımları olan bu yönetim biçimlerinin birbirleriyle ortak noktaları olsa dahi birbirlerin oldukça farklı tanımları olduğu da muhakkak… Bu rejim biçimleri arasında en yaygın olan ise otoriter rejim modelidir.
Dünya uzun süre Avrupa ülkelerinin etkin olduğu sömürgecilik utancı çemberinde yaşadıktan sonra sömürgeciler, işgal ettikleri bölgelerde kendi etkileri devam etsin diye yerlerine diktatör rejimleri bıraktılar. Soğuk Savaş döneminde ise kapitalist ülkeler demokrasi vurgusu yaparken, Sovyetler ve kendisine bağlı uydu devletler otoriter rejimlerce yönetildi. Soğuk Savaş’ın bitmesine yakın bir dönemde küreselleşmenin ortaya çıkıp hızla yayılması sırasında ise her ne kadar demokrasi, insan hakları vurgusu sözle yapılsa da, birçok küreselleşme yanlısı Batılı güç, kendi toprakları dışında kalan bölgelerde otoriter, darbeci, diktatör rejimleri, kendi çıkarlarına hizmet edildiği müddetçe desteklemeye devam etti. Ancak çıkarları değiştiğinde bu kez “diktatörleri devirmek, demokrasiyi yaygınlaştırmak” gibi suni bir söylemle, destekledikleri rejimleri devirmeye başladılar. Bunlara ek olarak, siyasetin doğası gereği de popülist yönelimler arttı, siyaset tek başına işleyen bir mekanizma olamadığı için dün konvansiyonel medyadan, bugün sosyal medyadan destek alınarak siyasi rejimler kendilerini oldukları gibi değil de diledikleri gibi ifade etme imkanı buldu. Sonuçta, hem var olan arka plan, hem oluşturulan suni projelerle yönetici elit; kitleleri, kendi kitlesini dilediği gibi dizayn etme imkanı buldu. Hatta bu öyle bir boyuta vardı ki, tam bir otoriter rejime sahip olunan ülkelerdeki kitleler, demokratik bir yönetime sahip olduklarına inandırıldı.
Dönelim asıl konuya yani otoriter rejimlere… Otoriter rejimler, bir diktatörlük rejimi gibi değildir, zaten diktatörlük rejimi olsa o rejim içinde hem rejimi konuşamazsınız hem de diktatörlük olduğu –her ne kadar diktatörlük denmese de- bellidir, nettir. Ancak otoriter rejimlere geldiğinizde ve bu rejimler bünyesinde demokratik kurumlar da varsa, bu rejimler çoğu kez rejimin konuşulabilir olduğunu, demokrasi usulüne bağlı olduğunu iddia ederler… yani otoriter olduklarını kabul etmezler. Otoriter rejimleri daha dikkate değer kılan biraz da budur.
Otoriter rejimler, genellikle korku ve baskıya dayanmaktadır. Buradaki korku, sadece gücü elinde bulunduranlarca kitleler üzerindeki baskıyı arttırarak, kitleleri kendileriyle korkutmalarından fazlasını ifade eder. Bu tip rejimler kitleleri, “düşman” vurgusu üzerinden de korkutur, bu minvalde dış düşman, iç düşman, terör, savaş, güvenlik ve hatta sağlık, ekonomi gibi konular üzerinden kitleleri korkuturlar. Yani tüm bu konularda güvenliği ve devamlılığı sağlayacak yegane yapının kendileri olduklarını birçok kanal vasıtasıyla kitlelere kabul ettirir ve kitlelerin kendilerine sorgusuzca tabi olmalarını sağlarlar, elbette tümünü değil.
Otoriter rejimlerin en belirgin özelliği keyfiliğe dayalı bir yönetim biçimi olmasıdır. Burada yönetici konumundaki kişi, kendisi ile birlikte hareket edecek medya, sermaye, güvenlik, hukuk ortağı bulur ve bu kanalların hepsiyle birlikte ortak hareket eder. Bunun getirisi olarak da herhangi bir ideolojiye dayanmazlar zira bir ideolojiye ait olsalar, o ideoloji onların hareket alanını sınırlayacaktır oysa bu tip rejimler hızlı manevralar yapmaya ihtiyaç duyduğu için daha geniş bir hareket alanına ihtiyaç duyarlar.
Otoriter rejimlerde aynı zamanda yönetici elit, bu yönetici elitle birlikte hareket eden çıkar grubunu/gruplarını da yanlarına alarak iktidarı ellerinde bulundururlar. Bazı teoriler, bu tip bir yönetimin kitleleri, kamuoyunu dikkate almadığını ifade etse de, otoriter rejimler eğer demokratik kurumlara da sahipse bir şekilde meşruluk arayışlarını kitleden/halktan aldıklarını göstermeye ihtiyaç duyar. Böyle bir durumda otoriter rejim, kendi otoriterliğini örtmek için popülist söylemi ön plana çıkarır ve yönetim biçiminin kutsal bir görev için olduğunu sık sık dile getirir ve bu şekilde de kitleleri kolayca ikna etmeye çalışır… ki kolayca da ikna edebilir.
Otoriter rejimlerin tek bir biçiminden de bahsedemeyiz, birçok biçimi olan otoriter rejimlerin kapalı olanlarına görece daha açık olan türleri, yani demokratik kurumlara sahip olan türleri demokratik kurumlara ihtiyaç duyar ama aynı zamanda o kurumları sınırlandırır. Demokratik kurumlardan bahsetmiştik, örneğin bu demokratik kurumlardan biri olan parlamento da kısmen de olsa demokrasi barındıran otoriter rejimlerde mevcuttur zira bir anlamda demokratik olunduğunun göstergesidir. Ama parlamento, otoriter rejim bünyesinde var iken yetkileri sınırlandırılır, ortak hareket edemeyecek hale getirilir ve bu şekilde yargı da kontrol edilebilir bir hale getirilir.
Demokratik kurumlara sahip ama aynı zamanda otoriter olan rejimlerde demokrasi, seçim, çok partililik de bir anlamda tümüyle göstermelik değildir. Nihayetinde, demokratik kurumlara sahip olan bu tip bir rejim, yönetime gelebilmek için ve yönetimde kalabilmek için demokratik kurumlara ihtiyaç duyar…
Elbette her otoriter yönetim biçiminin uygulandığı ülkede kendisine has yöntemleri ve yönelimleri vardır, bu ülkenin özgün karakterinden kaynaklanmaktadır. Tarihsel kodlara yönelik sıkça atıfta bulunmak, geçmişteki iyi ya da kötü tecrübeleri bir kıyaslama yeteneği içinde sık sık propaganda amaçlı gündeme getirmek, ezilmişlik psikolojisi ya da kahramanlık vurguları gibi birbirinden çok farklı gibi görünen, ki farklı da olan, söylemler otoriter rejimlerin sorgulanmaması, devamlılığının sağlanması için sıkça vurgulanır.
Ayrıca son olarak bu otoriter rejimler, ülke içinde kendileriyle ortak hareket eden çıkar grupları oluşturduğu gibi uluslararası ölçekte de kendileri gibi otoriter olan rejimlere yakın mesafede dururlar. Zira her ülke uluslararası bir ortamda desteğe ihtiyaç duyar, kendi devamlılığını sağlamak isteyen otoriter rejim de böyle bir desteği en fazla kendisi gibi olan rejimden göreceği için bu tip rejimlerle yakınlaşır.
Neden durup dururken otoriter rejimlerden bahsetme gereği duydum?
Hiçbir şey durup dururken olmuyor… Batı’dan Doğu’ya kadar tüm dünya uzun süredir demokrasinin en ideal yöntem olduğu ezberi üzerinden şekilleniyor. Ve bu ezber demokrasiyi nihai amaç haline getiriyor. Bu sihirli “demokrasi” kelimesi öyle etkili bir hale getirildi ki, “demokrasi götürme, demokratik ihtiyaçlar” denilerek, işgaller, darbeler meşrulaştırılıyor, otoriter rejimler demokrasi söylemi, demokratik kurumların varlığına sığınarak otoriterliklerini örtmeyi başarıyor. Elbette bu, daha iyisini bulana kadar en iyi yöntem olan demokrasiyi kötü bir yönetim biçimi haline getirmiyor. Tam aksi, tekrar edeyim daha iyisini bulana kadar en iyi yöntem olan demokrasinin, “demokrasi, demokrasi” denilerek nasıl istismar edilebildiğini, otoriterliği, toplum mühendisliğini, baskıcı yönetimleri aklamak için yönetici elit tarafından ustaca kullanıldığını gösteriyor.
Şimdiler de vatandaşlar/kitleler; kutsal bir amaca hizmet ettiğine, varlığını “o yüce varlığa” emanet etmenin bir gereklilik olduğuna, bu uğurda her şeyin mubah olduğuna, kendisinin bir tercih hakkı olduğuna inandırılıyor. Ve yaşadığı ortamın farkında bile olamayacak hale getiriliyor, yani her şey gözleri önünde yaşanırken, kendisi için kitleleri feda edebilenlere bakıp gerçeği göremiyor. Bu durumdaki kitlenin, vatandaşların kendilerini feda etmesini anlamıyorum demiyorum, bilakis çok iyi anlıyorum ancak hiçbir şey olmamış gibi de izleyemiyorum. Bence neyi, kime, hangi amaçla feda ettiğinize bir kez daha dikkatlice bakın, elbette feda edilenin kendiniz olduğunu görmekten korkmuyorsanız ya da hayal kırıklığı ile baş edebilecek kadar gücünüz ya da imkanınız kaldıysa…
TT
Otoriter rejimler ve stratejileri
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة