Emir Tahiri
İranlı gazeteci-yazar
TT

Biden’ın Kabil Havalimanı çıkmazı

ABD 20 yıl önce Afgan bataklığına girdiğinde uzmanlar, müdahalenin nihai hedefi konusunda anlaşmazlığa düşmüştü. Diğer yandan dönemin ABD Başkanı George W. Bush, teröre karşı küresel savaştan bahsederken kendisini eleştirenler de bu müdahalenin Afganistan’da devlet inşa etmeye yardım etmediği sürece söz konusu adımın herhangi bir anlamının olmayacağını dile getiriyordu.
20 yıl sonra bu müdahale, teröre karşı küresel savaş noktasında herhangi bir ilerleme kaydedemedi. Ayrıca terör Latin Amerika’da uyuyan hücrelerinin yanı sıra Asya ve Afrika’da 20’den fazla ülkeye yayıldı. Ulus inşa etme meselesine gelince;  bu durum ABD’nin Kabil Havalimanı’nı tahliye işlemini şaşırtıcı ve yetersiz bir şekilde organize etmeye dönüşmesiyle sonuçlandı.
Diğer yandan ABD Başkanı Joe Biden, ülkesinin Afganistan’daki müdahaleye 1 trilyon dolardan fazla harcadığını ve bunun tarihteki en zor operasyon olduğunu söyledi.
Ancak hiç kimse, ABD’nin Afganistan macerasına ne kadar harcadığını ve Afgan, Amerikan, Avrupa, Pakistan ve diğer yozlaşmış ceplere ne kadarlık bir oran düştüğünü tam olarak bilmiyor.
Biden’ın ‘Kabil Havalimanı’ndaki tahliye işlemi, hiç görülmemiş lojistik bir zorlukla karşı karşıya” sözüne gelince... Biden, profesyonel bir yönetimin kontrolünde ABD’nin gerçekleştirebileceği mucizeleri görmesi için ‘Berlin Hava Köprüsü’ hakkında yazılanları okumalıdır. 
Kabil’deki kaos, ABD’yi eleştirenlere bu ülkeyi eleştirme fırsatı verdi. Artık eleştirmek kolaylaştı. Şi Cinping ve Vladimir Putin, kahkahalar atarken Avrupalı ve Kanadalı müttefiklerin yüzlerinde ise yapmacık bir gülümseme var.
Aynı şekilde ABD’nin sonunun yaklaştığını iddia edenler de sahnedeydi. Bu çerçevede bir nesil önce ‘Tarihin Sonu’ tezini tanıtan Francis Fukuyama, tarihin sonunun gelmediğini, aksine Amerikan üstünlüğünün ve hegemonyasının sonunun geldiğini savunuyor.
Ancak dikkat çekici olan şu ki ABD’ye bu eleştiriler yöneltilirken ve yüzlerde tebessümler belirirken eleştirenler ve yapmacık bir şekilde gülümseyenler, her şeye rağmen bu durum karşısında sadece ABD’nin bir şeyler yapabileceği görüşündeler. Bugün 30’dan fazla ülke, vatandaşlarını Kabil’den güvenli bir yere çıkarmak için ABD’yi gözlüyor. Avrupalı müttefikler, Taliban Hareketi’ni Afganistan’ın yeni yöneticileri olarak tanıma konusunda Washington’ın vereceği kararı bekliyor.
Aslında umutlu olan herkesin derin bir nefes alıp Afganistan’da yönetime geri dönenlerin devlete benzer bir şey oluşturma konusunda başarılı olup olamayacaklarını görmek için beklemesi iyi olacaktır.
Diğer yandan Çinliler, Afganistan’ın sonu gelmeyen stratejik maden rezervlerini sömürmeyi hayal ederken avuçlarını ovuşturuyorlar. Bu rezervlerin gerçekten mevcut olup olmadığı meselesi ise burada tartışma kapsamında değil. Pekin, Çinli iş insanlarının ve mühendislerin dost bir ülke olduğu varsayılan Pakistan’da suikasta uğradığı bir zamanda bu hazineleri gasp etme olasılığının gerçekçiliğini düşünmelidir.
Diğer yandan Pakistanlılar, Taliban müttefiklerinin Hindistan mücadelesinde ‘stratejik derinlik’ sağlama konusunda kendilerine yardım edeceklerini zannedebilirler. Fakat Taliban’ın Pakistan’daki Peştun bölgesinin yerleşim yerlerini ilhak etme noktasında 100 yıldır var olan Kabil hayalini canlandırmasıyla birlikte bu durum ters bir yönde seyredebilir. Taliban sözcülerinin, İngilizlerin Peştun kabileleri ayırmak için 19’uncu yüzyılda çizdiği Durand Hattı’nı tanımaya karşı olmaları da tesadüf değildir. Daha kötüsü de yakında Pakistanlı liderler, 2000 yılından bu yana 30 binden fazla insanın ölümünden sorumlu Taliban’ın Pakistan versiyonun canlanmasıyla karşı karşıya kalabilirler.
Burada şu soruyu soralım: ABD’de Afganistan İslam Cumhuriyeti’ni kurma konusunda iş birliği yapan Hamid Karzai, Eşref Gani ve Zalmay Halilzad, ABD’nin Kabil’den çekilmesiyle sonuçlanan müzakerelerde temel unsur olarak yeniden ortaya çıkmadılar mı?
Aynı şekilde Vladimir Putin’in de çok gülmemesi akıllıca olabilir. Zira Biden, bugüne kadar tam olarak açıklığa kavuşturamadığımız nedenlerden dolayı mücahitlerin 10 yıl devam eden gerçek bir savaşta yenilgiye uğrattığı eski Sovyetler Birliği’nin aksine onların (mücahitler) savaşmadan Kabil’e dönmelerine izin vermeye karar verdi.
Engebeli arazileriyle tanınan Afganistan’da etkili bir yönetim kurma konusunda Taliban’ın beklenen başarısızlığı, bir zamanlar egemenliği altındaki bütün toprakları geri alıp bir dünya hilafeti hayal eden diğer mücahitler için daha büyük bir alan açabilir.
Avrupalılar, Taliban’ın yol açtığı mülteci tsunamisi konusunda endişelenebilirler. Fakat Avrupalılar, bundan sonra olacaklara bakılmaksızın, ABD’nin katılımı olmadan etkili bir politika belirleyemeyeceklerini de biliyorlar.
Diğer yandan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Balkanlardan Çin’e kadar Türk Milletler Topluluğu hayalini gerçekleştirmek için Taliban’la özel ilişkiler olduğundan bahsetti.
Herkesin aklında ise şu soru mevcut: Taliban, meşru bir hükümet olarak tanınmalı mı yoksa tanınmamalı mı?
Cevap, iki sebepten ötürü açık ve net olmalı.
İlki şu: Mevcut uluslararası zihniyetle birlikte savaş ve şiddet yoluyla ortaya çıkan herhangi bir hükümet, Birleşmiş Milletler’in (BM) gözetiminde yapılacak referandum ya da seçim aracılığıyla meşruiyet kazanmadığı sürece yasal olarak tanınmamalı.
İkincisine gelirsek... NATO üyelerini kapsayan ABD öncülüğündeki müdahale, 11 Eylül saldırılarından sorumlu teröristlerin ve bu teröristleri barındıranların adalete teslim edileceği konusunda BM’nin kararına bir tepki olarak geldi.
Her halükârda ABD ile iş birliği yapmadan mevcut sorunu ele almak mümkün olmayacak. Bunun için Fukuyama ve diğerlerinin tasavvur ettiği ABD’siz bir dünya bugün mümkün değildir.