İstemi Yılmaz
TT

BAE Türkiye’den ne istedi?

Körfez’deki yumuşak iklim sonunda Türkiye’yi de etkisi altına aldı. Arap Baharından bu yana farklı kamplarda düşmanlıklarını körüklemekle meşgul iki bölgesel aktör, Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ilişkilerini düzeltme yolunu seçti. BAE’li iki önemli yetkili, birkaç hafta içerisinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la temas kurdu.
İlk olarak Ağustos ayının ortasında BAE Ulusal Güvenlik Danışmanı Şeyh Tahnoun Bin Zayed Al Nahyan, Erdoğan tarafından kabul edildi. Bunu BAE Veliaht Prensi Muhammed Bin Zayed Al Nahyan’dan Ankara’ya gelen telefon takip etti. Cumhurbaşkanlığı'ndan yapılan açıklamaya göre, Tahnoun’la yapılan görüşmede iki ülke arasındaki ilişkiler ile bölgesel konular değerlendirildi, “Birleşik Arap Emirlikleri'nin Türkiye’ye yönelik yatırımları” ele alındı. Veliaht Prens’le sadece mutabakatın teyidi adına görüşüldüğünü kavramak güç değil. İşte bu noktada Şeyh Tahnoun’un Ankara’ya ne teklif ettiği, Türkiye’nin de talebe nasıl karşılık verdiği sorusu zihinleri rahatsız ediyor.
Öncelikle Şeyh Tahnoun, Abu Dabi içerisinde alelade bir figür değil. Veliaht Prens Muhammed Bin Zayed Al Nahyan’ın küçük kardeşi. BAE’nin diplomasi ve güvenlik işlerini üstlenmiş bir aile üyesi. Al Nahyan kardeşlerin babası ve BAE’nin kurucusu Zayed bin Sultan Al Nahyan hayattayken ülke ekonomisini geliştirmek hususunda görevlendirilmişti. Halihazırda Royal Group, First Abu Dhabi Bank, ADQ ve International Holdings Company gibi şirketlerin başkanı konumunda. Sahip olduğu yetkiler ve aile içerisindeki mevkii Şeyh Tahnoun’u BAE’nin en güçlü üçüncü aktörü yapıyor.
Türkiye ile ilişkileri düzeltecek kişi olarak böylesine güçlü bir figürün seçilmesi tesadüf olarak görülemez. Üstelik Şeyh Tahnoun’un Ankara’nın ardından Ürdün’de Kral Abdullah, Katar’da da Şeyh Tamim ile bir araya gelmesi, BAE’nin üst perdeden bir hazırlık içerisinde olduğunun işareti.
Halbuki bu üç ülke BAE ile kanlı bıçaklı bir haldeydi. Arap Baharı sonrası Abu Dabi Müslüman Kardeşleri “milli güvenlik sorunu” ilan ederken, Katar örgüt üyelerine kalacak yer Türkiye ise siyasi destek tahsis ediyordu. BAE Türkiye’yi İran ile “şer ittifakı” kurmakla itham ederken, Ankara Abu Dabi’yi ise 15 Temmuz kanlı darbe girişiminin “finansörü” ilan ediyordu. Geçtiğimiz yıllarda Türkiye’de BAE adına casus yapmakla suçlanan insanlar da yakalanmıştı. BAE ise faturayı, bölgede hatırı sayılı bir izleyici kitlesi olan Türk dizilerine keserek medya devi MBC’nin anlaşmalarını feshetmişti.
Peki Müslüman Kardeşlerle iltisakı nedeniyle Katar-Ürdün-Türkiye üçgeninden bigâne duran Abu Dabi’nin bu hızlı değişiminin arkasında ne var?
Sorunun yanıtı, bölgedeki ani ve taze değişikliklerle yakından alakalı. ABD Başkanı Joe Biden’ın askerlerini çekme kararı sonrası Afganistan hiç beklenmedik bir biçimde diplomatik yalnızlığa itildi. Ancak ülkenin konumu ve stratejik önemi, boşluk kaldırmayacak ciddiyette. Şeyh Tahnoun’un buzları eritmek için mekik dokuduğu iki ülke, Katar ve Türkiye, Afganistan konusunda büyük avantajlara sahip. Doha yönetimi, Afganistan’daki yönetim değişikliğine değin Taliban örgütü üyelerini ağırlıyordu. Deyim yerindeyse Taliban lideri Molla Birader, Katar Şeyhi Tamim’in bir telefon uzağında. Ankara ise tarihi dostu Pakistan üzerinden Taliban’la çoktan “kırmızı hat” kurdu. Kabil uluslararası havalimanının işletilmesi de bu iki ülkeye havale edildi. Kısacası Taliban Afganistanı’nın anahtarı Katar ile Türkiye’nin elinde.
Kandahar’da 2017 senesinde diplomatik heyeti bombalı saldırıya maruz kaldığından beri Taliban ile ilişki kurmakta zorlanan, Katar’dan önce örgüt yöneticilerine kalacak yer tahsis edilmesi önerisi yapan BAE, Afganistan’a girmek adına Ankara-Doha ekseniyle temas kurmak durumunda. Abu Dabi’nin bu eksenin mali anlamda zayıf halkası Türkiye’yi ikna etme çabasında “yatırımlar” önemli bir rol oynuyor. Başka bir ifadeyle BAE, Türkiye’den “Afgan vizesi satın almaya” çalışıyor.