Bir ömrün beyhude olabilmesi, kişinin kendisi için düşündüğü anlamın yaşamına etkisinin zaafını ve kendi istediğini yapamadan göçüp gittiğini gösterir. Sürekli birilerini dikkate alarak yaşamanın sonucu dile getirilen bir ah ile söze dökülendir; beyhude bir ömür geçti…
Boşa geçen yıllara yazıklanırız. Çünkü bu yıllarda kendi isteklerimizi gerçekleştirmek yerine şartlarla mücehhez bir hayatı istem dışı da olsa yaşama zorunda kalışımızı gösterir. Bu noktada kişinin kendi yabancılaşmasını ömrünün sonunda derin bir farkındalıkla hissettiğinde açığa çıkan cümledir; beyhude geçti ömrüm…
İnsanın bir anlam arayışında olması tek başına yeterli değil. Bu anlam arayışını hayatının odak noktasına taşımak ve ona göre yaşamayı da zorunlu kılar. O zaman ‘hayatı dolu dolu yaşadım’ deme imkânı doğar. Hayatı dolu veya boş yaşamanın ölçüsü; kişinin anlam ve yabancılaşma ile kurduğu ilişkide tezahür eder. Kişi, yaşamını anlamı üzerine bina ederse; dolu bir hayat yaşamış olur ve böylece kendisi ile barışık olur. Ama kişi, kendisine yabancılaşacak bir tercihte bulunur ve sürekli kendisinden uzaklaşarak şartlarla bağımlı bir hayatı sürdürmeye çabalarsa; işte o zaman hayatını boşa geçirmiş olduğu idraki onu derinden yaralar ve kendisiyle süreli çatışan bir psikolojik vasata sahip olur.
Hayatı boşa çıkaran bazı temel durumlar söz konusudur:
Kişinin eğitim ve öğretim üzere oluşunu istemesi ve buna imkân bulamaması, kendisine yönelteceği eleştirileri, ahları ve vahları çoğaltır, kendisini sürekli kendisi ile didişir bulur. Kişinin yapmak istediği iş ve bu iş yerine başka bir işe girme zorunluluğu da kişiyi sürekli rahatsız eden bir duyguyu harekete geçirir. Bu duyguların sahibi kişileri toplumsal hayatta sürekli gözlemleme imkânını elde ederiz. Yakınmaların çoğu bu tarz yakınmalardır. Kişinin evleneceği kişinin kendi istediği veya sevdiği kişi yerine kendisine dikte edilen veya aile baskısı ile başkası ile evlenen kişiler; hepsi bu yarayı ölene kadar bağırlarında taşırlar. Toplumda evlilik müessesesine yönelik baskıcı tutumun öne çıkardığı zemin sorunlu bir zemindir. Modern dönemlerde, ülkemizde ise son yıllarda gençlerin kendi isteği ile evlenme çabaları, yeterli kültürel birikim olmadığı için sürekli boşanmalarla neticelendiği için sorunlu bir atmosfer oluşturmaktadır. Kişinin kendi dengini bularak evlenmesi ve kendi isteğine uygun bir seçim ile evlenmesi kendisi ile barışıklığının teminatıdır. En azından içerde bir yaraya neden olmayacaktır. İş seçimlerinde de aynı durum söz konusu; kendi isteği dışında bir yola giren ve çokça para kazanan biri bile içindeki derin sızıyı geride bırakamaz. Ancak hayatın hay huyu içinde; karmaşa ve kargaşası içinde sızıyı duymama eğilimi gösterebilir. Bu sorunun çözümünü değil, daha sonra patlak vermesine ve daha derin travmalara neden olur.
Her insan bir yerde yaşama arzusu taşır. Mekân ve imkân bağlamında şehirlerden bir kısmı tercih nedeni olabilir. Özellikle modern dönem, taşradan kente doğru bir sürüklenişi zorunlu kıldı. Bu yüzden ata toprağının dışında yeni bir mekânda yaşama çabasına zorlanan kişilerin taşıdığı ruh hali, toplumsal travmanın en ciddi nedenini oluşturmaktadır. Kentte yaşlanan insanları şöyle sakin bir zeminde dinlemeye başladığınızda hemen köyünün özlemini, oradaki hayatın, dostluğun, yiyecek ve içeceğin farkını dillendirmeye başladığını görürsünüz. ‘Havası bile ayrı bir güzel’ diyerek söze başlar ve iç çekerek özlemle oraları anlatmaya koyulur, dinliyor musunuz, dinlemiyor musunuz, pek dikkatini çekmez onun…
Aşığın maşukuna kavuşmaması âşık için en ciddi sorunu işaret eder. Bu kişi, nasıl bir evlilik geçirirse geçirsin, yine iç çatışmayı dizginleyemez, yaptığı evliliği de zora sokar. Çok dikkatli insanlar ise ince hastalıklara yakalanmaktan kurtulamaz. Meselenin derinliğini fark etmeyen kitleler, sürekli kendi insanlarını travmatik durumlarla karşı karşıya bırakmayı bir marifet addederler. Bu yaptıklarını da kişinin kendi hayrı için olduğunu dillendirmekten kaçınmazlar. Ama sorun şu: bir başkası için yaşam ısmarlamak ne kadar doğru ve anlamlı bir eylemdir? Elbette ki akli zaaf taşıyan kişiler, çocuk ve rüştünü ispat etmeyenler, bir başkasına bağımlı yaşamayı zorunlu kılan bir durum ile karşı karşıya kalanlar için durum değişir.
Aklı başında, idrak melekesi sağlam, okuma yazması olan, gördüğünün ayrımını yapan kişiler için ısmarlama hayatlar arayışı beyhudeliği güçlendiren ve içsel pişmanlığı güçlendiren bir durumdur. Kültürel dokunun bu düzeyi dikkate alarak yeniden ele alınması zorunludur. Çünkü toplumda tek bir kişinin dahi yürek sızısı varsa bu toplumun derin hafızasında bir çatlak meydana getirir. Birden fazla kişinin ve birden fazla olgular yüzünden derin yaralar oluşmuşsa o toplumsal hayat sorunlu hale gelir. İnsan kendi çabası ile öğrendiği gibi kendi çabasının dışında, hatta kendi bilincinin dışında; bilinç dışı bir eğitim ve öğretim ile de karşı karşıya kalmaktadır. Yapılan son bilimsel çalışmalar, hem insanda ve hem bitki ve hayvanlarda kendi istem ve bilinçlerinin dışından bir bilgi ve bilince ulaşıldığı ortaya konmuştur. Bilinç dışı bilgi süreçleri, mevcut toplumun toplam arzu ve isteklerinin karşılanmadığı zeminlerde toplumsal travmalara neden olacağını söylemek bir kehanet olmasa gerek!
Modern dönem, kişilerin kendi istekleri ile bir şeyler yapmaları yerine kendilerine uygun görülen şeylerle yetinmelerini dayatmaktadır. İş hayatı, eğitim hayatı, kişisel beğeni ve tercihlerde dâhil her şeyi sunulan biçimi dikkate alarak kabullenme ve bunun karşılığı olarak konforlu bir yaşama ulaşmayı mümkün kılma bizzat sorunun kendisi olmaktadır. Çünkü yabancılaşma çok tabii bir hal olarak genel kabule dönüştürülmektedir. O yüzden bir tanışıklığın olma ihtimali ortadan kaldırılmaktadır. Tanışıklığın olmadığı bir yerde merhamet, şefkat ve muhatabı gözeterek davranmak da kendisine mekân bulamıyor. Bu da meseleyi zorlaştıran bir durum…
İnsan, anlamsızlığın girdabından kurtulma arzusunu, irade ile besleyerek yeni bir çıkış yolu arayışını behemehâl ortaya koymalıdır. Olanın kirletici boyutunu dikkate alarak arınmayı bir temel düstur olarak kabullenmelidir. Modernliğin kendisine dikte ettiği; ‘üret, tüket ve haz al’ düsturunun neye mal olduğunu görmeye başlayarak kişi, yeni bir idrakin irade ile desteklenerek varlığını açığa çıkartmalıdır. Böylece kendisine dikte edilen bir yaşam yerine kendi hayatını inşa edeceği yeni bir vasatın kuruluşunu sağlama yönünde güçlü bir eğilimi açığa çıkartır. Bu eğilimi gerçekleştirme konusunda cesaret ve çabalarla destekleyerek kendi varlığının anlamını da izhar eder.
Modernliğin üzerine kurulu olduğu ‘kurgu ve yapaylığın’ kişiyi kendisiyle ve ilişkiler ağıyla birlikte yabancılaştırdığını anlaması çok önemlidir. Çünkü kurgu ve yapay olan sahteliği esas alır ve gerçeğin yerine ikame edilir. Artık gerçeğin sahici olana tekabül ettiğini anlamalı ve sahtelikten kurtulmanın yolu ise; kurgu ve yapaylığı üreten kültürel kodlardan ve onların günlük eylemlerinden kurtulmayı murat etmeliyiz.
Tabii olana yönelen kişi, kendi tabiatı ile ve tabiatta var olan varlık ile sahici bir ilişki kurmaya namzet olur. Tabii olan ile kurulan sahici bir ilişki, kişiyi kendi sahiciliği ile birlikte varlığın sahiciliğine taşıyarak sağlıklı ve sahici bir ilişki ağına taşır. Bu yabancılaşmayı ortadan kaldırır. Kişinin kendisi olduğu ve barışık olduğu bir zemini inşa eder. Bu barışıklık hali bütün psikolojik travmaların etkisizleştiği bir vasatın kurulmasına imkân sağlar.
Fert, kendi beyhude hayatının dayanağını toplumsal hayatın beyhudeliğine dayalı olduğunu fark ederek yeni bir toplumsallığın inşasına yönelmelidir. Çünkü var olan toplumsallığın bizzat çürümeyi çoğaltan bir yapıya sahip oluşu, tabii olarak kişiyi de çürütür. Ama kendisinin çürümüşlüğünün farkına varan fert, kendisini arındırarak yeni bir toplumsallığın/cemaatin varlığının temel taşı olmaya namzet olur. İşte bu namzetlik yeni bir topluluğun yeni bir bakış ve kültür üzere yeniden kurulmasına imkân tanır.
Beyhudeliği, anlamsızlığa duçar olma ile tanımladık. Anlamsızlığı ise çatışma ve kargaşa ile betimledik. Çatışmanın olduğu yerde ise anlamsızlık açığa çıkar. Bu döngüsellik ancak kurgu ve yapay bir durum üzerinden tamama erer. O zaman bu döngüden kurtuluş, bu döngüyü sağlayan her ne var ise ondan beri olmakla sağlanabilecek bir şeydir. Bu ciddi bir cesaret ve güçlü bir irade meselesidir. Eğer kişi, gerçekten ömrünü beyhude bir şekilde geçirmek istemiyorsa, konforu elinin tersiyle bir tarafa iterek kendi varlığının anlamının peşine düşer ve yeni bir hayatın izharı için üzerine düşeni her şeye rağmen yapmaya kararlı olur. O zaman ne kadar yaşadığı değil nasıl yaşadığı beyhude bir yaşamın sahibi olup olmadığının hikâyesini ortaya çıkartır.
Modern insan, ölümden uzaklaşarak ne kadar çok yaşayabilecekse şartlarını ona göre oluşturmak istemektedir. Yaşamı merkeze alan modern birey, farkında olsun veya olmasın, beyhude bir yaşam sürmektedir. Ama anlamı merkeze alan fert, az veya çok yaşadığı, sıkıntılı veya rahat yaşadığından bağımsız olarak hayatını anlamlı kılmıştır.
Her insan bir öznedir. Kendi tercihleri ile bir yaşamı tercih etmektedir. Unutulmasın ki bu yaşamın hayata dönüşmesi ancak anlam iledir. Allah’a varlığını armağan edemeyen birinin kendi yaşamını lüks ve şatafat içinde yaşaması onu kurtaramayacaktır. Ölümü alt edecek bir bilim mümkün mü, bilinmez! Arayışlar devam edecektir. Ama ölüm sonrasına yatırım yapmak, sanırım bir insan için en büyük, verimli, tanışık ve kurtarıcı bir yatırım olacaktır.
Ne mutlu o kişilere ki; ömürlerini Allah’a adamışlardır.
TT
Beyhude geçen bir ömür…
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة